29 Eylül 2012

N'oluyor


Bir önceki yazımda terör örgütünün eylem şekilllerinde bir takım yeni yöntemlerin söz konusu olduğundan bahsetmiş ve terör örgütünün yeni halini tanımlamaya çalışarak yeni adının jitemvari saldırı biçimleri dolayısıyla JKK olmasının daha anlamlı olacağı şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştum.

Yazımın yayınlanmasından iki gün sonra benzer tespitlerin Taraf gazetesi manşetinde de yer alması ve bazı köşe yazarlarının ve terör konusu akademik uzmanlık alanı olan yorumcuların da terör örgütünün yeni bir tarz uyguladığına dikkat çekmesi , sizlerle paylaştığım değerlendirmelerimin bir anlamda doğrulanması olarak görüyorum.

Peki N’oluyor....

Evet ‘’N’oluyor’’ ve örgüt bu eylemsellik biçimiyle nereye varmak istiyor ?

Bir yandan Devrimci Halk Savaşı Stratejisini Silvan, Şemdinli ve Hakkari de hayata geçirmeye çalışan örgüt, neden bir yandan da bu tarz jitemvari infaz eylemleri yapıyor ?

Bana kalırsa bu iki farklı eylem biçimi terör örgütünün iki farklı yönetim ve emir komuta altında faaliyetlerini sürdürmekte olduğunun da bir işareti.

Nitekim Abdullah Öcalan yaptığı son açıklamada örgütün adeta kontrol dışı olduğunu ifade etti.
Bu ifade Cemil Bayık-Duran Kalkan’ın hakimiyetinde olan Kandil grubu ile Bahoz Erdal yani Suriyeli grubun birbirinden bağımsız eylemlerde bulunmakta olduklarının da bir çeşit teyidi gibi okunabilir.

Örgütün özgeçmişi...

‘’N’oluyor’’ sorusunu kısaca cevaplandırmaya çalıştıktan sonra birazdan yine sorup cevaplamaya çalışacağım, ‘’Ne olacak’’ sorusunu cevaplandırmaya çalışmadan önce bahsini yaptıımız terör örgütünü biraz daha iyi tanımakta ve bazı hususları sizlerle birlikte hatırlamakta fayda var diye düşünüyorum.

Örgütün eski devletin, derin elleri tarafından seksen ihtilalinin öncesi yıllarda bizzat devlet imkanları adeta örgüt lehine kullanılarak 1984 yıllına kadar korunup kollandığını ve Doğu-Güneydoğu bölgeleri başta olmak üzere silahsız yani sivil siyaset yolu ile demokrasi ve hak mücadelesi yapan Kürt siyasi gruplarının ve liderlerinin bu örgüt eliyle imha edildiğini hatırlamak gerekir.

Bu durumun 12 Eylül darbesi sonrası Özal’lı dönemin hemen başlarında 1984 yılında Eruh saldırısı ile boyut değiştirdiğini tespit etmek de gerekir.

Bu yeni boyuta geçen örgütün her ne kadar ülke içindeki derin eller ile dirsek teması devam ediyor olsa da 1984 sonrasında, artık özellikle global aktörlerle de dirsek temasına geçtiğini görmekteyiz.

Hal böyle olunca örgütün kendsini kuran ve yöneten elin kontrolünden elbette uzaklaştığı da ayrı bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.

1984 sonrasında bir yandan örgütün sürekli öldürerek yarattığı travmalar ve buna paralel olarak hükümetlerin de kimi zaman çaresizlik, kimi zaman basiretsizlik, kimi zaman da beceriksizlik ve gerekli doğru politikaları üretememeleri nedeniyle, OHAL, Sıkıyönetim ve Jitem gibi halkların asıl ihtiyacı olan demokratikleşmeleri,  ister istemez askıya alan ve sadece güvenlikçi tedbirler ile bölgedeki sorunları halletme yoluna gittiği yanlış politikalar sonucu, ne yazık ki örgütün Kürt halkının genelinden olmasa da, yine de bir kısmından kendince bir taban bulduğunu görmekteyiz.

Örgütün verdiği insan kayıplarının, örgütün yıllar içinde, ki bu neredeyse üç kuşaktır devam eden bir süreçtir, örgüt açısından kendine göre bir siyasal hikayeye dönüştüğünü görüyoruz.

Sadece örgütün yıllar içinde çatışmalar neticisinde verdiği can kayıplarının yol açtığı potansiyel ile oluşan destek tabanı bile, aile bazında onbinlerle ifade edilebilecek durumda.

Ölümlerin oluşturduğu bu ‘’doğal’’ tabana, örgütün yıllar içinde oluşan hikayesine ve bunu sözde bir dava olarak halka anlatarak oluşturduğu diğer bir potansiyel taban eklenmesi de söz konusu.

Bu, ‘’yıllar’’ içinde oluşan örgütün siyasal hikayesi , yada örgüt açısından ifade ile ‘’davası’’ bugün dahi hala bir kısım Kürt gençlerinin dağa çıkışlarını sağlayan belki de en önemli motivasyon araçlarının başında yer alıyor..

Terör Örgütü Ne İstiyor ?...
Kürt Halkı Ne istiyor ?...
Peki N’olacak ?...
N’apmalı ?... 

Bu soru başlıkların dair değerlendirmelerimi, daha fazla vaktinizi almamak adına izninizle bir sonraki yazımda paylaşmak istiyorum..

Bir sonraki yazımda buluşmak üzere barış ve sağlıkla

Hoş kalın... 

29 Eylül 2012
Twitter : @cngzkync

18 Eylül 2012

Yalnızlık


Birşeyler oluyor...

Bölgesinde ve yakın coğrafyalarda, özellikle de Müslüman halkın yoğun yaşadığı ülkelere ‘’rol model’’ iddiasındaki ülkem giderek yalnızlaşıyor.

Avrupa...

Avrupa desen, zaten Başbakanın Bosna-Hersek gezisindeki bir konuşmasında üzülerek izlediğim ve alaylı bir dille ifade ettiği gibi 30 yıldır kapısından içeri almıyor...

Bu durum bir başkasına komik gelebilir belki ama bu konuda birinci derecede sorumluluğu olanların bu gülüşü içler acısıydı...

İktidarın ilk yıllarında ciddiyetle ele alınan Avrupa Birliği adeta kendi haline terk edilmiş durumda, ilgili bakanlık ise Turizm Bakanlığı’nın junior bakanlığı modunda varlığını sürdürüyor...

Anlayacağınız ‘’tık’’ yok...

Ortadoğu...

Ortadoğu desen, bahar mı darbe mi, yoksa devrim mi, ne olduğu pek de belli olmayan adeta darbeye devşirilmiş devrimler yaşayan bir bölge ve Türkiye nin bölge ile ilişkileri ‘’duygusal’’ slogan ve bir takım klasik retoriklerden öteye değil...

Bölgedeki yeni oluşumlarda pozisyon alma vesonuç itibariyle oluşan yeni pazarlarda Türkiye’nin eskiye oranla ne kadar aktif olduğu ortada..

Kaybedilmiş pazarlar söz konusu...

Sadece ekonomik değil elbette kaybedilenler...

Ortadoğu'da zamanla bir itibar kaybı da söz konusu olacak...

Belki de bizim için en önemlisi bu ‘’itibar’’ kaybı olur...

Bu bölge zaten hiç durmadan kaynayan bir kazandı ve bu kazana da kendimizi yine ‘’duygusal’’ söylemlerle atıverdik...

Yılların Filistin meselesini Gazze lokaline indirgedik ve insani yardım şu bu derken, politik ve siyasi çözümler yerine gemiler kaldırarak abluka delmeye çalıştık...

Hesapsız zamansız ‘’projelere’’ kalkışarak adeta ateşe atladık...

Canlar verdik ve yeni sorunlar kazandık...

Mesele vatan toprağı dışında, yardım şu bu adı her neyse bir kaş yapmaya çalışırken, bunu göz çıkarmadan başarabilmek...

Sonuç itibariyle ne mi kazandık...

Bölgedeki stratejik müttefik olan İsrail ile tabire caizse ‘’papaz’’ olduk...

Kazandığımız bu...

İyi mi oldu...

Hayır ülkenin ‘’çıkarları’’ adına hiç iyi olmadı...

Nerden mi belli ?

En basiti, bölgemizde tırmanan teröre bakın anlarsınız...

Netice itibariyle şimdi bir ayağımız Ortadoğu’nun kaynayan kazanının da içinde...

Her şey ortada....

Ortadoğu’da da bir kazanç söz konusu değil...

Üstelik külliyen zarar söz konusu

Komşular...

Komşulardan isterseniz hiç bahsetmeyelim....

Bana bir tane sorunsuz olduğumuz yada düşman bellemediğimiz ülke gösterin eywallah diyeyim...

Yok işte yok...

Suriye yi takmışız kafaya illa da adı Esed/Esad her neyse iktidarını yıkacağız...

Ya sonra ne olacak ?

Türkiye den bir vatanperver milletvekilini mi atayacaksınız oraya ?

Yeni gelecek olanın Rusya nın Çin’in ve İran’ın kabul etmeyeceği biri olacağını mı sanıyorsunuz ?

Tamam orda eziyet gören insanlara aç kapını gelsinler, insanlığını göster elbet...

Gerisi o ülkenin kendi vatandaşlarının çözmesi gereken, çözemiyorsa da Birleşmiş Milletlerin vs çözmesi gereken bir durum değil mi ?

Kendi sorunlarımızı hallettik çözdük de sıra oraya mı geldi ?

Hayır çözmedik ve üstelik başımızdaki terör belasına yeni sponsorlar yarattık...

Bırakın Allahınızı severseniz bu maceraları...

Allah aşkına harcamayın ülkemin kaynaklarını ve enerjilerini  boş yere....

Zamansız ve hazırlıksız, güçsüz ve yeterince kudretsizken ‘’tatlı hayaller’’ kurmanın zamanı mı ?

Erken öten horoz olmak bu ülkenin halklarına yakışıyor mu ?

Elbette yakışmıyor...

Elbette mübah değil...


18 Eylül 2012
Twitter : @cngzkync

10 Eylül 2012

Umuda Yolculuk


Hallerinden şikayetçi, mutsuz ama her şeye rağmen ümitvar insanların umuda yolculuğu...

Belki de ellerindeki avuçlarındaki son kaynakları da bu yolculuğa çıkabilmek için harcayan insanların dramı...

En son Foça da yaşanılan ve onlarca ‘’umut yolcusu’’ nun vicdanları sızlatan trajedileri ve ne yazık ki feci şekilde son bulan umutlar, hayaller ve hayatlar...

Giden gittikten sonra, tekne neden battının sebeplerini  bulsak ne yazar, bulup suçluları tespit edip cezalandırsak ne yazar ?

Çok aramaya da gerek var mı ? Bu tip dramların suçlusu hepimiz değilmiyiz ? İnsanlık tarafından oluşturulmuş düzenlerdeki adaletsizlikler değil mi?

Aklıma Merhum Erbakan geldi bir an, o da ‘’Adil Düzen’’ deyip durmuştu yıllarca ancak bu söylemi maalesef sadece bir ütopya olarak kalmıştı. İyi şeyleri tıpkı Merhum Erbakan gibi iyi niyetle hayal de etmek lazım elbet ki, bir gün gerçekleşme ihtimalleri olsun hiç değilse...

Bu hayali dağarcığımıza kattığı için, her ne kadar sağlığında yürüttüğü siyaseti ile paralel düşüncelere sahip olmasamda, hazır kendisinden söz etmişken, merhumu bir kez daha saygı ve rahmetle anıyorum...
------------------
Yıl 2002 Aylardan Kasım.....

Hallerinden şikayetçi, mutsuz ama tüm yorgunluğuna rağmen ümitlerini var etmeyi becerebilmiş ülke vatandaşlarının %34 ü ellerindeki ‘’oy’’ sermayesini kullanarak ‘’umuda yolculuk’’ adına limanda duran yelkenli gemilerden adı  Ak Parti olana biner...

Aynı vatandaşların %19 u ise limandaki CHP adlı yelkenli gemiye ve geriye kalan diğer vatandaşlar da gemiden çok fiziken birer yelkenli gezi teknesi büyüklüğündeki başka bazı teknelere biner....

Aslen aynı dağın denizin yeli ile yola çıkan teknelerden Ak Parti , CHP, MHP ve BDP adlı gemiler hariç bir çoğundan zaman içinde haber alınamaz...

Yıl 2007 Aylardan Temmuz...

Batmadan fora yelken ‘’umuda yolculuk’’ yapmaya devam eden bu dört gemi, batan teknelerden geriye kalan ve denizde çırpınıp duran ‘’umut yolcuları’’ nı da adeta denizden toplayarak adı ‘’umut’’ olan yolculuğa devam ederler...

Öyle ya aynı dağın ve denizin yeli ile giden bu yelkenli gemiler adı ‘’umut’’ olan aynı yolun yolcusudurlar....
Denizde kurtarılmayı ve ‘’umut yolculuğu’’ na devam etmeyi bekleyenlerin  büyük çoğunluğunu Ak Parti gemisi denizden toparlar...

Öyle ki.. %49-50 ye varmıştır gemisindeki yolcuların  tüm yolculara oranı...
Yol çetin ve meşakkatlidir, hava bozar sık sık...

Balyoz, Ayışığı, Eldiven gibi adlarla anılan fırtınalar çıkar yolda ancak ağır kayıplar vermeden atlatılır genelde bu fırtınalar...

Gemiler arasında hatırı sayılır bir muhalefet pek yoktur ancak, yukarıdaki paragrafta adlarını vererek bahsettiğim  Hava Muhalefetleri  diğer beklenilen ancak olmayan muhalefetten daha beterdir çoğu zaman...

Fırtınalar yetmezmiş gibi, bir de adı Ergenekon adlı korsan gemisi ile karşılaşır ‘’umut yolcuları’’...
Hakkını vermek gerekir Korsan Gemisi ile en ciddi savaşı Ak Parti adlı gemidekiler verirken, CHP adlı gemidekilerin hedefe daha önce varabilmek adına olsa gerek Korsan Gemisi Ergenekon ‘a diğer gemilerle birlikte gizliden gizliye destek oldukları görülür..

Yolculuk uzundur...

Umutsuzluğa kapılanlar yorulanlar ve dahi kaptanına güvenini yitirenler olur...

Mesela kimi tayfalar kendi gemilerinden ayrılarak, kendilerini daha hızla hedefe ulaştıracaklarını sandıkları Ergenekon Gemisi ‘nde kaçak olarak devam etmeye kalkışırlar...

Ergenekon Gemisinde o kadar çok kaçak yolcu vardır ki yeni gelene pek yer yoktur, çareyi ülke adını taşıyan bir ‘’filika’’ ile ana gemiye bağlanarak yol almakta bulurlar...

Ancak Ergenekon Gemisi nin kaptanı onları gemiye almak için değil, sadece ilk bindikleri gemiden ayrılmalarını sağlamak için ‘’gel’’ diyerek kucak açmıştır onlara..

Gün gelir ve ülke adını taşıyan filikada yelkensiz yolculuk yapanlar, Ergenekon Gemisinin kaptanı tarafından, bindikleri filikayı Ergenekon Gemisi’ne bağlayan halatın gemi kaptanı tarafından çözülmesi sonucu, filika daki kaçak yolcu ‘’güvendiği dağlara kar yağmış’’ misali ıssız denizin orta yerinde bir başına kalır...

Durumu acıklıdır...

Yıl 2012 Aylardan Eylül Gün Bugün...  

Fırtınalar yaşanmış halen de yaşanılmaktadır...

Ak Parti %49-50 lik rüzgarın gücüyle tam yol hızla devam etmektedir...

Ancak yaşanılan fırtınalar Ak Parti Gemsinin kaptanını oldukça yormuştur...

Üstelik gemi de limandan ilk çıktığı günkü gibi bakımlı ve hasarsız değildir....

Yelkenlerinde yırtıklar gövdesinde her an geminin su almasını sağlayabilecek Uludere, Uçak, Yeni Anayasa, Avrupa Birliği, Terör ve Kürt Sorunu gibi yaralar bulunmaktadır....

Zaman içinde her ne hikmetse yeni ve dinamik ‘’umut yolcularından’’ takviye edilmemiş ve değiştirlmemiş mevcut eski tayfa, kaptanın arzu ettiği gibi hizmet vermemektedir...

Yorgun kaptan tayfasından da alamadığı yeterli tayfalık sebebiyle gemisinin dümenini tam anlamıyla kontrol edememekte ve demokrat  rotadan sapmaktadır...

İşin kötüsü ‘’umut yolcularının’’ şu an için ‘’umuda yolculuğu’’ nun kaldıkları yerden devam etmesini sağlayacak alternatif başka bir gemi de bulunmamaktadır...

Besbelli  Ak Parti Gemisinin 30 Eylül Liman Ziyareti, geminin hemen kızağa alınıp gerekli tüm tadilatlarının yapılması ve tayfasının yenilenmesi için bulunmaz bir fırsattır...

Bu fırsat iyi değerlendirilmezse ne mi olabilir ?

Unutmamalı ki...

Ak Parti’nin ''umuda yolculuk'' gemisinin ambarında, tıpkı  Foça’da batan gemideki gibi soğuktan fırtınadan üşümesinler diye kilitli duran ''Milli Görüşçüler'' adında kaptanın özel ‘’muhafazakar’’  yolcuları var...  

Ak Parti’nin ''umuda yolculuk'' gemisinin kaptan köşkünde, gemiye sonradan alınan ''Milliyetçiler'' adında, kaptanın denizden ‘’toplama’’ özel yolcuları var...  

Ak Parti’nin ''umuda yolculuk'' gemisinin güvertesinde, tıpkı  Foça’da batan gemideki gibi yolculuk yapan, nasıl olsa onlar üşümez diye düşünülen ve herhangi bir durumda sağ kalmaları daha muhtemel kimi solak kimi sağlak ''Demokratlar ve Liberaller'' adında kaptana güvenip Ak Parti Gemisine binen özel yolcuları da var...

Allah Muhafaza...

Ya bu fırsat iyi değerlendirilemeyip bunca kıymetli ‘’umut yolcusu’’ ile Ak Parti Gemisi , Foça’da batan gemi gibi kayalıklara çarparsa ?!

Ya Batarsa ?!

10 Eylül 2012
Twitter : @cngzkync

3 Eylül 2012

Başbakan Haklı


Başbakan Erdoğan’ın medya ile ilgili olarak son yaptığı çağrıyı önemli buluyorum...

Erdoğan bir televizyon kanalında, gazetelerin genel yayın yönetmenleri nezdinde medyanın geneline hitaben yaptığı çağrıda özetle şehit ve terör olayları ile ilgili haberlerin medyada geniş olarak yer bulmasının toplumun yararına değil zararına olduğuna dikkat çekti..

Her ne kadar Başbakan’ın ne yazık ki son zamanlarda sıkça eleştirdiğim tehditkar uslubu nedeniyle bu bir anlamda oto-sansür talebi göze ve kulağa hiç hoş gelmesede, bu durumu bir an göz ardı edip sineye çekmeyi  ülkemizin yararına görüyorum.

Bu gerekliliğin yada belki daha doğru tabirle ‘’özenli yayıncılığın’’ , takriben otuz sene terörle mücadele etmiş bir ülke olarak anca anlaşılabilmiş olmasını ise üzüntüyle karşılıyorum...

Herşeyden önce tüm terör örgütlerinin her planladığı ve yaptığı eylemde asıl amaçlarının başında, yaptığı eylemler aracılığı ile, toplumda korku, sindirme, tedirginlik ve güvensizlik ortamı yaratma hedefi  taşıdığını hatırlamakta fayda var.

Bu hedeflere ilaveten de bir terör örgütü için, halk tarafından ve özellikle de medya tarafından ne kadar çok konuşulup gündemi işgal ettiğinin, o terör ötgütüne  o derece fayda sağlayacağını da asla unutmamak gerekir.
Terörün psikolojik hedeflerine ulaşmasına ister istemez dolaylı olarak destek sağlayan ancak ne hikmetse bu güne değin fark edilmeyen, yada fark edilse dahi birilerinin savaş çarklarının ve siyasi rantının devam edebilmesi için bilinçli olarak görmezden geldiği bir diğer konu da şehitlerimiz ile ilgili haberlerin medyada yer alış biçimleri.

Ne yazık ki toplum olarak, belki de mantıktan ziyade genellikle duygularıyla hereket etmeyi öncelleyen sıcak ruh halimiz nedeniyle özellikle acılı haberlerden hızla ve kontrolsuz bir şekilde etkilenen yapıdayız.

Şehitlerimizle ilgili haberlerin kimi zaman kasten ve özellikle bazı çevrelerce nemalanılmak üzere, kimi zaman da saf insani ve vicdani duygularla gayri ihtiyari de olsa, maalesef birtakım aşırı milliyetçi tepkilere yol açtığı ve toplumun hemen her kesiminde karşılıklı olarak sorun oluşturabilecek boyutlarda geliştiği de ayrı bir gerçeklik.

İnançlarımıza göre bir cenazenin nasıl defnedileceği ve töreninin nasıl olacağı apaçık bilinirken bile, ne yazık ki çeşitli ırkçı ve faşist sloganlara çoğunlukla bilinçli olarak mahkum edilmiş şehit cenazesi törenlerini sanırım hiçbirimiz unutmadık...

Konuya iki yada daha fazla farklı pencereden, iki yada daha fazla farklı yorum ve yaklaşımla bakmak elbette mümkün...

Meseleyi daha fazla karmaşık hale getirmemek ve daha fazla yazı ile vaktinizi almamak adına ben iki başlık oluşturup düşüncelerimi bu başlıklar üzerinden sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bunlardan birinci başlığı ‘’sansür’’ tanımı oluşturabilir...

Elbette bir kısmımız bu yaklaşıma ‘’bu bir sansürdür’’ diyerek karşı duruş ve direnç gösterebilecektir..
Ancak bilinen bir gerçeklik var ki, o da ülkemizin şu anda içinde bulunduğu durumun oldukça hassas olduğu ve o derecede de dikkatli bir politika izlenmesini gerektirdiği.

Diğer başlığı da belki akıllıca planlanmış stratejik bir aklın hakim olduğu ‘’psikolojik savaş’’ olarak değerlendirebiliriz...

Başbakan’ın bu çağrısını geç gelmiş de olsa, terörle mücadelede en büyük eksiklerimizden biri olan gerekli bir ‘’psikolojik savaş’’ çağrısı olarak değerlendiriyorum..

Umuyorum iktidar aklı bu mücadeleyi daha önceki başarısız mücadele örneklerinden daha iyi programlar ve başarı ile yürütür...

Bu ‘’psikolojik savaşı’’  ne yazıktır ki, 30 yıla yakın süredir terör örgütünün başarı ile yürüttüğü ülkemde, dileğim odur ki artık iktidar ve derin olmayan devlet aklı da ‘’psikolojik savaş’’ bilincine ermiş ve planlı bir mücadeleye hazır ve bir o kadar da kararlıdır.

Terör ile mücadele eden başka ülkelerin bu konulardaki habercilik stratejilerine bir bakın derim, örneğin İspanya, İngiltere ve neredeyse sürekli savaş halindeki ABD nin bu konularda aynen bugünlerde Başbakan Erdoğan’ın talep ettiği stratejiyi uyguladığını göreceksiniz.

Bir şekliyle medyada yer alan biri olarak olarak, her ne kadar ‘’sansür’’ olgusuna elbette karşıysam da, ülkemizin içinde bulunduğu hassas süreç ve koşullar nedeniyle, terör ve buna bağlı olarak da şehit haberleri konusunda, elbette haberlerin tamamen yasaklanması değil, ancak doğru, planlı, programlı, bilinçli bir habercilik anlayışı ile yayınlanmasından yanayım.

Erdoğan’ın terör ve şehit haberleri konusundaki talebini tekrar altını çizerek belirtmekte fayda var, ‘’ülkemizin mevcut hassas koşulları’’ gereği haklı buluyorum..

Kalemi elimize alıp köşemizden kendimizce yola çıkarken ne demiştik...

Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyeceğiz...

Doğrusu bence Başbakan bu konudaki talebinde haklıdır...


03 Eylül 2012
Twitter : @cngzkync

1 Eylül 2012

Tehdit Siyaseti


Geçtiğimiz Cuma günü, Kanaltürk adlı televizyon kanalının konuğu oldu Sayın Erdoğan...
Yine ‘’muhteşem’’ sorular sorabildiği ‘’düşünülen’’ Genel Yayın Yönetmeni beş gazeteci karşısında dikkat çekici ifadelerde bulundu.

Aslında bildik bilindik bir ‘’vaka’’ durumunda olan ifadeleri burada uzun uzadıya yazıp anlatmaya çok da bir gereklilik yok. Evet uzun uzadıya değerlendirip anlatmaya ‘’ne yazıktır ki’’ çok fazla bir gereklilik yok...

Ne yazık ki ‘’dostça’’ değerlendirme yapanların iktidar ahalisi tarafından bir türlü anlaşılamadığı, yada bir ihtimal onların anlatmayı beceremediği bir kısır döngüdeyiz...

Kısaca üzerinden şöyle bir geçelim...

Hain Ebeveynler...

Bir önceki yazımda da ifade ettiğim üzere yeni egitim öğretim yılı, yeni ‘’Dert+Dert+Dert’’ sistemi ile çok yakında başlıyor..

Başta doğu ve güneydoğu illerinde olmak üzere Türkiye’nin birçok ilinde plansızlık ve hazırlıksızlık nedeniyle sınıflarda 80-90 öğrencinin aynı anda eğitim alması gerekecek...

Hadi bu fiziki sorunları bir anlığına kenara koyalım, bir süre sonra bir şekilde halledildi diyelim, peki ya bu 66 ay meselesi n’olacak ?

Bazı ebeveynlerin tercihlerini bu yaş düzeyinde okula yollamak istememeleri durumu konusu sorulunca, Erdoğan bu konuda tercihlerini bu yönde kullanmak üzere mecburen rapor vs alanlara ‘’Bakın bu 66 ay meselesinde gidip rapor alanları ben evlatlarına ihanetle vasıflandırıyorum’’ dedi...

Bu ne kadar güzel bir ifadedir böyle, annelere babalara nasıl ve böyle rahatça ‘’hain’’ yakıştırması yapılabilir ? Anneler ve babalar sizinle ve iktidarınızın icraatleri ile ilgili hemfikir olmuyor ise onlara direkt olarak ‘’hain’’ mi denir ?

Anne ve babalar evlatları konusunda özgür vatandaşlar mıdır yoksa ülkeye hükmedenin birer tebası ve talihsiz bir şekilde tanımladığınız üzere ‘’hain’’ midir ?

Hatırlatalım..
Ne o anne babalar ‘’teba’’ dır ne de siz imparatorluğa sahip bir ‘’hükümdar’’ sınız. Onlar yasaların izin verdiği ölçüde demokratik tercih haklarına sahip, ‘’özgür birey’’  ve  ‘’vatandaş’’ tırlar, açıkçası onlar ‘’halk’’ tırlar. Siz de onların oyları ile görev verilen ve sadece onlara yönetsel olarak vekalet edensiniz...

Kürt Sorunu Yoktur...

Erdoğan konuşmasının bir bölümünde gelen bir soru üzerine ‘’Kürt Sorunu yoktur’’ ifadesinde bulundu. Bir gazetecinin düzeltmesi ile bu ifadesini ‘’inkar’’ kapsamından kurtarmak için,  ‘’Kürt Sorunu yoktur Kürtlerin Sorunları vardır’’ şeklinde toparladı.

Bu ifadede şaşkınlık yaratan şey Kürtlerin ‘’Kürt Sorunu’’ tanımından anladığı ile yönetenlerin bu ifadeden anladıklarının meğer aynı şeyler olmadığının ortaya çıkmasıydı.

Kürtler zaten on yıllardır ‘’Kürt Sorunu’’ yada ‘’Güneydoğu Sorunu’’ dendiğinde kendilerinin sorun olarak algılandığı değil, kendilerine ait sorunların varlığının ifade edildiğini düşünüyor ve bu sözleri bu şekilde kullanıyorlardı.

Yoksa onlarca yıldır yöneten akıl ve dahi devlet aklı, bu ifadeyi Kürtlerin kendilerini bizzat sorun olarak ifade edecek manada mi kullanıyorlardı.. ?

Öyle idi ise vay halimize...

Hatırlatalım...
Bu ülkede iki ciddi sorun vardır ve bunlardan birinin adı ‘’Kürt Sorunu’’ diğerinin ise ‘’Terör Sorunu’’ dur...

Açılım Yoktur...

Siz kalkın günlerce iç siyasi propaganda uğruna toplumun ağzına bir parmak bal çalarcasına içleri ne yazık ki boş, plansız, hazırlıksız şekilde,

‘’Kürt Açılımı’’
‘’Alevi Açılımı’’
 ‘’Azınlıklar Açılımı’’
‘’Roman Açılımı’’

deyip sözde paketlerle halkın karşısına çıkın, sonra bunların tamamından vazgeçip adını ‘’Demokratik Açılım’’ koyun...

En sonunda da ‘’açılım’’ ifadesinin ‘’millici’’ çevreler tarafından verilen gazla sözüm ona yanlışlığını anlayıp bugün ‘’açılım yoktur’’ deyin...

Son olarak da, geldiğiniz siyasi görüşü temsil edecek en uygun ifadeyi kondurup ‘’Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’’ adını verin...

Projenin başında ‘’milli’’ olmasa olmaz değil mi ?

Mesela sadece ‘’Birlik ve Kardeşlik Projesi’’ tanımı geldiğiniz tabanı ve hızla yönelip adeta teslim olmakta olduğunuz ‘’milliyetçi’’ tabanı tatmin etmez değil mi ?

Hatırlatalım....
‘’Açılım’’ ifadesinden korkmaya çekinmeye hiç gerek yok....
Yeter ki açılım yada projenizin içeriği hazır, demokratik hak ve özgürlükler anlamında da dop dolu olsun...

Akıldanlara Dikkat...

Zihinlerde kavram kargaşaları yaratmak üzere başbakan çevresindekümeleşip ona ‘’akıldanlık’’ yapan ve bu sayede ‘’mucit bilgiç’’ edasında bugüne değin Muhafazakar Demokrat Ak Partiyi rayından çıkarıp, Milliyetçi Muhafazakar Ak Parti kimliğine dönüştürmeyi maalesef başaran, iktidar nemacılarına artık prim vermemek gerekmektedir... 

Hatırlatalım... 
Bu çizgi değişimi Ak Partiye Doğu ve Güneydoğu seçmenini neredeyse tamamen kaybettirmek üzeredir, ülke geneli oy oranları en ılımlı ve Ak Partiye yakın firmaların anketlerine göre bile en az 3-5 puan gerilemiş durumdadır...

Süregelen Medya Tehditleri..
Her fırsatta ‘’malum medya’’ ve ‘’bir kısım medya’’ söylemi üzerinden medyayı adeta tamamen sansürlemeye yönelik hedefler içeren açıklamalar ile birlikte özgürce düşüncelerini ifade etmesi gereken ‘’köşe yazarları’’ üzerinden yapılan eleştiriler, adeta birer orantısız güç kullanımı ve oldukça tehditkardır...

Hatırlatalım...

Eski bir tanımla ülkenin hem ‘’sol’’ hem de ‘’sağ’’ demokratları bu gidişattan son derece rahatsız durumdadır...

Dokunma Tehdidi...

Televizyondaki programda kullanılan, ‘’domuzdan yana’’ ifadesi, BDP ye atfen yapılan ‘’dokunulmazlıkları kaldırma’’ tehdidi gibi bir kaç başlık altında daha söylenecek çok söz var ancak kısaca değinelim...

BDP nin bence de hatalı davranan bazı milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmanın, onları hapse atmanın yada o partiyi kapatmanın bu ülkeye mevcut koşullarda ne getirip ne götüreceğini muktedir olanlar idrak ve hesap edemiyor ise yapacak söylenecek çok fazla şey yoktur..

Hatırlatalım...
Dokunulmazlıkları kaldırma, hapse atma, partiyi kapatma gibi hamleler mevcut koşullarda Terör Örgütü’nün ekmeğine yağ sürecek ve tam da istedikleri propaganda imkanını yaratacaktır, aman dikkat....

Welhasılkelam...

İnanın sözlerin bir anlamda tükendiği ve kar etmediği noktaya doğru görünen hızlı gidişat, yazmaya da pek iştah bırakmıyor..

Siyasetin tehdit ve orantısız güç kullanımı içeren ifadelerden arınması temennisi ile...
Bugünlük bu kadar...

01 Eylül 2012
Twitter : @cngzkync