25 Şubat 2013

Habur'dan İmralı'ya


Bildiğiniz üzere bir Habur hadisesi yaşandı ülkemizde...

Adı ‘’Kürt Açılımı’’ , ‘’Demokrasi Açılımı’’ , ‘’Barış ve Kardeşlik Projesi’’ vs vs bir çok farklı ad ile anılan bir takım girişimlerin somuta dönüşmesinin ilk adımlarıydı...

Bir çok farklı sebeplerin bileşkesi olarak dağa çıkan, kendilerince çözümü örgüte katılarak silahlı mücadelede gören,  sonuç itibariyle bu ülkenin vatandaşları olan insanların, insanlarımızın yeniden topluma entegre edilmesi ve silahlı mücadelenin bıraktırılıp yeniden topluma kazandırılmasına yönelik bir açılımdı, bir projeydi ya da adına ne dersek diyelim, en basitinden bir çözüm arayışıydı...

İktidarın ve iktidar ile birlikte, iktidarın kurabildiği ya da değiştirebildiği kadar da ‘’yeni devlet’’ in, ülkenin üzerine kabus gibi çökmüş terör, savaş ve çatışma ortamından kurtulması için yürütülen bazı çalışmaların fiiliyata dönüşme adımlarıydı...

Ancak olmadı...

Ya iktidar henüz ‘’yeni devleti’’ tam anlamıyla kuramadığından, ya belki de kamuoyu ve iktidar henüz bugünkü kadar barışa hazır ve istekli olmadığından, ya barışın iktidara siyaseten o tarihlerde bugünkü kadar pozitif bir ‘’katkı’’ sağlamayacağından, ya da aklınıza gelebilecek bir çok başka nedenlerden dolayı..

Olamadı...

Habur da yaşanılanlar bir nevi ‘’yol kazası’’ olarak tanımlandı ve o etiket ile tarihteki yerini aldı...

Her şeye rağmen, yukarıda bahsettiğim o girişimler ‘’Habur’’ adlı bir yol kazasına uğramış olsa da, sorunların çözümüne dair arzu ve isteğin bugünlere kadar devam ettrilmesi, belki de toplumun ‘’barış’’ yönündeki yoğun, kararlı, istek ve baskısının da bir sonucu olarak bu girişimlerin kamuoyuna pek yansımasa da iktidar tarafından devam ettirilmesi ülke adına sevindirici ve umut verici bir durum yarattı...

Bugün artık toplumun bazı kesimlerinin aşırı hassasiyetleri de göz önünde bulundurularak, belki de bu sefer daha ince eleyip sık dokunduğundan olsa gerek, görüşmelerin ‘’Öcalan ile Görüşmeler’’ ifadesi yerine ‘’İmralı Görüşmeleri’’ adı ile ifade edildiğini görmekteyiz...

Bunda bir mahsur görmüyorum, elbette bu toplumu oluşturan çeşitli katmanlar bulunmaktadır, tüm bu katmanların hassasiyetlerinin dikkate alınması elbette olumlu bir tavırdır ve görüşmelerle ilgili olarak ortaya konulan iradenin ne derece ciddi olduğunun da bir anlamda işaretidir...

Geçmişte yaşanan ve her iki tarafın da açıkça söylemek gerekirse beceriksizlik ve acemilikle berbat ettiği o Habur döneminden, bugünkü İmralı dönemine gelindi...

Elbette Habur’un başarısızlıkla sona ermesini isteyen çevreler bugünkünden daha aktifti o zamanlarda, bunu da unutmamak gerekir...

Bugün yine konunun hassasiyeti ve neredeyse yüz yıla yakın devam eden çatışmaların ve can kayıplarının da getirdiği psikolojik baskı nedeniyle çok kırılgan olduğunu görüyoruz..

Bununla birlikte iktidar tarafından görüşme trafiğinin ve konunun bu sefer her zamankinden kontrollü ve daha detaylı emin adımlarla yürütüldüğünü müşahade ediyoruz...

Şimdilerde toplumun ‘’barış’’ yönündeki istek ve baskısının her zamankinden daha fazla ve kararlı olduğu da ayrı bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor...

İktidar ister önündeki ard arda gerçekleşecek seçimlere yönelik bir kaygıyla, isterse de hiç bunları umursamadan samimiyetle bu sorunların çözümüne kafa yoruyor emek veriyor olsun, hiç fark etmez çünkü sonuçta ‘’barış’’ tesis edilebildiğinde toplum kazanacak...

Gelinen noktada, tarafların oldukça esnek ve sorumlu davrandıklarını, toplum tarafından talep edilen ‘’barış’’ arzusunun doğru algıladıklarını görüyoruz. Her iki taraf da gelinen noktadan geri dönüşün ya da az ihtimal de olsa sonuç alınamamasının bedelini en azından sandıkta ve en önemlisi toplum vicdanında geri dönüşümsüz olarak affedilemeyeceğinin bilincide gözüküyorlar.

Hemen yarın çözüm sağlanır ve barış tesis edilir beklentisinde olmak toplum ve taraflar açısından yorucu olabilir. Önümüzde sabırla yürünmesi gereken ve belki de 2-3 yıl sürebilecek bir yol olduğu kanaatindeyim.
Her halukarda ve tabi yaradandan bir mani olmaz ise, Başbakan Erdoğan’ın aday olacağı ve kazanacağı muhtemel gözüken yeni Cumurbaşkanlığı dönemine ki ben bunu Erdoğan’ın asıl ustalık dönemi olarak görmekteyim, terör ve Kürt meselesi ile birlikte demokratikleşme sorunlarını büyük oranda halletmiş olarak girmek yönünde bir niyet ve kararlılık taşıdığını düşünüyorum.

Erdoğan’ın ülkenin Kürt vatandaşları ile birlikte diğer tüm vatandaşlarının da daha fazla özgürlük ve demokrasi sorununu hal yoluna koyamaması durumunda, Ortadoğu nun Kürdistan sorunu ile boğuşmak durumunda kalacağının farkında oldugunu düşünüyorum.

Erdoğan’ın siyasi kariyerinde asıl ustalık dönemi olarak gerçekleşeceğini düşündüğüm yeni posizyonu ‘’başkanlık’’ titri ile gerçekleşebilir mi bu henüz tam net değil ancak bu noktada Erdoğan’ın Partili Cumhurbaşkanlığı konumuna çok daha razı olduğu fikrini taşıyorum.

Tekrar İmralı da yapılan Öcalan görüşmelerine dönecek olursak, bu görüşmelerin başarı ile sonuçlanmasından her hangi bir menfaati olmadığını düşündüğüm İran ve Suriye gibi ülkelerin bu görüşmeler boyunca maraz çıkarmaları zaman zaman söz konusu olacaktır.

Aynı marazi durumları özellikle Almanya ve Fransa gibi bazı Avrupa ülkelerinin de çıkarması muhtemel görünüyor. Görüşmeleri yürütenlerin de bu maraz çıkarması muhtemel yabancı devletlere karşı gerekli önlemlerini aldıkları ve farkında olduklarını sanıyorum.

Hazır yabancı ülkelere değinmişken bu noktada ABD unsurunun önemine dikkat çekmek isterim. Şimdiye değin ABD nin görüşmelere dair net bir takım yaklaşımlarını göremedik ve henüz destek ya da köstek olup olmadığı noktasında net denilebilecek bir takım bulgulara sahip değiliz. Ancak şunu söylemek gerekir ki ABD nin bu adına İmralı Görüşmeleri denilen çabalara destek olması ‘’barış’’ adına her şeyi bir anda kolaylaştıracak bir katkı sağlayabilir.

Hoş yeniden evrilen dünya sistematiğinde ABD gibi dost ve müttefik olarak adlandırılan bir ükenin Türkiye yi bölgede bir istikrar unsuru olarak görmek istediği kanaatindeyim. ABD nin Ortadoğu politikalarının da Türkiye nin rol model ve istikrarlı bir ülke olarak bölgede var olmasını desteklediği kanaatindeyim. Dolayısıyla ABD nin bu konuda Türkiye ye destek olma ihtimalini yüksek olasılık olarak görüyorum.

 Son ziyarete dair de bir kaç kelam etmek gerekirse, Öcalan ile görüşen BDP heyetinin Öcalan’dan aktardığı ;  "Bu görüşme tarihi bir adımdır. Bu süreçte taraflar çok dikkatli olmalıdır." Şeklindeki sözlerini oldukça önemsiyorum. Görüşmelere tarihi bir adımdır tanımının yapılması, görüşmelerin her zamankinden farklı bir ciddiyette ve tarihe gececek sonuçları olacağına işarettir.

Öcalan’ın örgüt elinde bulunan bazı tutsakların serbest bırakılmasına yönelik umutvar tavsiye açıklamasının önümüzdeki hafta içerisinde hayatiyet bulmasını muhtemel görüyorum. Bu serbest bırakılma gerçekleşirse, tıpkı açlık grevlerine son verilmesi çağrısının dikkate alınması ve gerçekleşmesi sonrası olduğu gibi, bu durumun da örgüt üzerinde Öcalan’ın söz sahibi ve etkin olduğunun bir nevi yeni delili ve tasdiği olacağı kanaatindeyim. Bu nedenle tutsaklara yönelik açıklamasını oldukça önemli buluyorum.

Ziyaret dönüşü BDP heyetinin bir açıklama yapmaması ve Kandil, Avrupa ve BDP ye iletilmek üzere üç mühürlü mektubun varlığından bahsedilmesi ve Kandil ile Avrupa ya iletilecek mektupların BDP heyetine verilmemesini ise yine görüşmelerin oldukça ciddi temkinli dikkatlice ve profesyonelce yürütüldüğünün bir kanıtı olarak görüyorum.  Tabi bu arada bir yandan da daha önceki yazılarmda da belirttiğim üzere, uzunca bir tartışmaya sebep gibi görünen isim tespiti konusunun aslında hiç de önemli olmadığı ve isim tartışmasının suni bir gündem olduğu da bir anlamda ortaya çıkmış oldu.

Şimdilik her şey yolunda görünüyor...
Bakalım Avrupa ve Kandil kendilerine iletilen mektuplara ne yanıt verecekler...
Bir kaç ufak halledilebilir detay dışında problem çıkacağını düşünmüyorum açıkçası...
Yazıma son verirken hatırlatmakta fayda görüyorum...

Hiç kimse ama hiç kimse, ne devlet, ne iktidar, ne örgüt, ne şu, ne bu artık bu ‘’barış’’ talebinin önünde duramaz...

Direnen çevreler olacaktır ancak artık tecrübeli diyebileceğimiz toplumumuzun, ortak aklı ve kararlı talebi nedeniyle, önünde sonunda kazanan bu toplum olacaktır...

Sabırlar ola ... Hayırlar ola...
Hoş kalın...

25 Şubat 2013
Twitter : @cngzkync

21 Şubat 2013

Sinop Samsun İmralı


Tarih 31 Ocak 2013...

Başbakan Erdoğan : ‘’Yeni anayasa yazım çalışmaları Mart ayına kadar tamamlanmaması halinde kendi önerimizi Meclis'e getiririz ve Referandumla millete gideriz.’’ şeklinde bir açıklama yapar.

Tarih 6 Şubat 2013...

Başbakan Erdoğan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Slovakya'yı kapsayan resmi gezisinin dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını cevaplar. Sorulan bir soru üzerine ‘’Anayasa değişikliğini referanduma götürmek için BDP ile müşterek adım atabiliriz.’’ açıklamasını yapar. 

Tarih 7 Şubat 2013...

Başbakan Erdoğan'ın bölgelerin sorunlarını ilk ağızdan öğrenmek amacıyla başlattığı bölgesel istişare toplantılarının üçüncüsü AK Parti Genel Merkezinde Karadeniz Bölgesi milletvekilleri ve parti teşkilatı temsilcileriyle yapılır.

Toplantıda, terör örgütüne silah bıraktırmak için İmralı ile başlatılan görüşmeler ve yeni süreç masaya yatırılır. Sürecin ve barış ortamının daha da güçlendirilmesi için neler yapılması gerektiği tartışılır. Karadenizli vekillerle yapılan görüşmede Karadeniz ile Doğu ve Güneydoğu illeri arasında kardeşlik köprüsü kurulması gündeme gelir.

AK Parti Samsun Milletvekili Ahmet Yeni'nin teklifinin Başbakan Erdoğan ve milletvekillerince kabul görmesinden sonra bir takvim belirlenir. AK Parti'nin Karadenizli ve Doğu-Güneydoğu Anadolu Bölgeleri milletvekillerinin ortak çalışmasıyla hayata geçirilecek projede, milletvekilleri kardeşlik köprüsü kurdukları ildeki vatandaşlara kendi bölgelerini anlatması kararına varılır.

Karadeniz illerindeki kanaat önderleri, yatırımcılar, STK temsilcileri, sporcular, sanatçılar ve o ilin milletvekillerinden oluşan heyetlerin, Doğu-Güneydoğu'daki illere giderek vatandaşlar ile sohbet etmesi planlanır. Aynı şekilde Doğu-Güneydoğu'daki oluşacak heyetlerin de Karadeniz illere gidip oralarda vatandaşlar ile bir araya gelmesi panlanır. Heyetlerin düşüncelerinin yanı sıra yaşadıkları sıkıntı ve dertlerinin de paylaşılmasına karar verilir.

Projenin adı resmen deklare edilmese de ‘’Kardeşlik Köprüsü’’ dür. Kardeşlik köprüsünün ilk ayağının Newroz kutlamalarında atılması planlanır. Newroz'da Karadeniz'den Doğu ve Güneydoğu'ya çıkarma yapılması öngörülür. Newroz öncesi ise, karşılıklı il ziyaretleri gerçekleştirilmesi planlanır. Kardeşlik köprüsünün ilk etapta Trabzon-Van, Samsun-Diyarbakır ve Rize-Hakkari arasında kurulması konusunda hem fikir olunur.

Tarih 9 Şubat 2013...

Başbakan Erdoğan'ın Slovakya dönüşü söylediği "BDP ile referanduma gidebiliriz" sözlerine BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'tan cevap gelir. Demirtaş şunları söyler :

‘’Buna da kapalı değiliz. Bizim de fikirlerimiz var, AKP’nin de doğru önerileri var. Türkiye’nin yeni bir sisteme girmesi lazım. Bütün kültürlerin Türkiye’nin birliği içinde korunması gerektiği ilkesi anayasanın ruhuna sinmelidir. Yakın olduğumuz AKP’dir. Bire bir örtüşmüyor ancak yakınlaştığımız parti AKP’dir.’’

Tarih 10 Şubat 2013...

AKP’nin Anayasa kurmaylarından TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Burhan Kuzu, Taraf Gazetesi’nin artık çokça konuşulan AKP-BDP ortaklığı ve Yeni Anayasa tartışmasıyla ilgili sorularını yanıtlar. Kuzu, Başbakan Erdoğan’ın Meclis’teki komisyondan sonuç alınamadığı durumda BDP ile ortak anayasa yapma yoluna gitme kararını “Amaç yeni anayasa. Kim destek verirse onunla varız, BDP ise BDP sözleriyle destekler.

Tarih 16 Şubat 2013...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mardin-Midyat taki Erdoba Elegance Otel'de düzenlenen akşam yemeğinde STK temsilcileri ve kanaat önderlerine hitap eder. Anayasa Süreci ile ilgili olarak yaptığı konuşmasında Başbakan Erdoğan, Yeni Anayasa çalışmaları konusunda da CHP ve MHP ile uzlaşma sağlanamaması halinde halk oylamasına gitmek üzere, Anayasa hazırlıklarını BDP'ye sunabileceklerini söyler.
Konuşmasında, BDP'yle uzlaşı sağlanması halindeyse Anayasa taslağını halka götüreceklerini belirten Erdoğan,

''Bu parlamento çatısı alında olanlarla bütün partiler her şeyi beraberce konuşur. Komisyonda beraber oluyorsun, konuşuyorsun. Anayasa gibi önemli bir meselede, sivil bir anayasaya geçmek, darbe anayasalarından kurtulmak için biz bu tür riski alırız''

diyerek sözlerini tamamlar.

Tarih 18 Şubat 2013... SİNOP

Sanki AK Parti’nin 10 gün önce kendi Genel Merkezinde oluşturduğu ‘’Kardeşlik Köprüsü’’ projesinden haberleri varmışcasına ya da bu projesinin bir parçasıymışlar gibi, İmralı’da gerçekleştirilen görüşmeleri ve çözüm sürecindeki gelişmeleri aktarmak için Halkların Demokratik Kongresi (HDK) adında BDP li milletvekillerinden oluşan heyet Karadeniz turuna çıkar. İlk durak Sinop’tur.

BDP/HDK heyeti Sinop’da, sayıca az olmalarına rağmen gözü dönmüş protestocu bir grubun saldırılarına maruz kalır. Heyete ait özel araçlar hunharca parçalanır. Heyet öğretmen evinde 9 saate yakın mahsur kalır.
Emniyet birimleri neden bu göstericilere zamanlı müdahalede bulunmaz ve neden örneğin hemen her yerde kullandığı gaz bombalarını ya da göz yaşartıcı spreylerini kullanıp bu şiddet kullanan protestocuları hemen dağıtamaz akıllarda bir soru işareti olarak kalır.

Merkez ilçe olarak yaklaşık 100.000 nüfusa sahip Sinop’un yerel halkını iyi tanıyan ve olay anında orada bulunan insanların genel ifadelerinde bu saldırıcı gruptaki insanların hiç de Sinop’lu yerel vatandaşlara benzemedikleri iddia edilir. Başka yerlerden gelmiş oldukları ısrarla dile getirilir.

Heyet dokuz saat süren bekleyişin ardından, emniyetin temin ettiği zırhlı araçlarla Sinop’u terk ederek gece Samsuna’a doğru yola çıkar ve ulaştıktan sonra geceyi Samsun’da geçirir.

Tarih 19 Şubat 2013... SAMSUN

Sabah saatlerinde DHKP-C'ye yönelik yeni bir operasyon kapsamında, önemli bir bölümü kamu çalışanı olan çok sayıda (167) kişi çeşitli illerde gözaltına alınır. Bu tarihin en büyük DHKP-C operasyonudur.

BDP/HDK heyeti önceki geceden Samsun’a varmıştır ve gün içindeSamsun’da ilk olarak yerel ve ulusal basının kentteki temsilci ve çalışanlarıyla bir araya gelmeyi planlamıştır. Bu arada HDK heyetinin Samsun ziyaretini ‘protesto’ amacıyla kent merkezinde toplanan bir grup Türkiye Komünist Partisi (TKP) Samsun İl binasına taş atarak binanın camlarını kırar.

Basında yer alan haberlere göre sabah saat 08.30'da TKP Samsun binası önüne gelen yaklaşık 50 kişi taşlarla camları kırmıştır. Çevik Kuvvet ekiplerinin olay yerine gelmesi üzerine dağılan grup, Cumhuriyet Meydanı'nda yeniden toplanarak protestolara devam eder.

Protestoların ve BDP/HDK heyetinin Samsun temaslarının devam ettiği saatlerde, AK Parti Mecliste mutad grup toplantılarını yapmaktadır. Erdoğan konuşmasının bir bölümünde BDP/HDK heyetinin önceki gün Sinop ta ugradığı saldırya da değinerek, bu saldırıları kınayıp bir anlamda BDP/HDK heyetindeki sivil siyatçileri, şiddete başvuran protestoculara karşı savunarak demokrat bir duruş sergiler ve şunları söyler :

‘’Beğenirsin, beğenmezsin, bu gelenler bu ülkenin seçilmiş milletvekilleri. Yapacakları toplantı yasalar içinde olduğu sürece saygı duymak zorundasın. İzlemeye mecbur değilsin. Yasalar içinde olduğu sürece saygı duyacaksın.’’

Bu konuşmayı takiben, Samsun da bulunan BDP/HDK heyetinden Karadeniz gezisinin Samsun dan sonraki kısmının iptal edildiği açıklaması gelir.
                                                                      ******
Yapılan açıklamalar ve olaylar arasındaki bağlantıları kurmak yukarıdaki kısa kronolojiye bakarak sanırım zor olmayacaktır.

Son gelinen noktada gündemi de meşgul eden bazı konulara dair düşüncelerim şöyle ;

1* Halen Sinop ve Samsun hadiselerinden de kolayca anlaşılabileceği üzere bazı çevreler Öcalan ile yapılan görüşmeleri tasvip etmemektedirler ve olası barışa karşı çeşitli menfaatleri gereği direnmeye devam etmektedirler.  Özellikle Sinop da ufak bir grubun heyeti dokuz saat süreyle mahsur bırakması ve emniyet birimlerinin geciken yetersiz müdahalesi düşündürücüdür, akıllarda soru işaretleri bırakmıştır.

2* BDP ve AK Parti’nin son dönemde ortak bir strateji yürüttüklerini düşünüyorum, kamuoyunca aralarında zaman zaman örneğin İmralı’ya gidecek ziyaretçi isimleri konusunda bir gerginlik varmış gibi görünse de, bu durumun stratejik işbirliğinin bir parçası olduğu kanaatindeyim. Bana göre her iki parti de Öcalan ile görüşmeler ve hatta Yeni Anayasa süreci adına şu an gayet uyum içinde bulunmaktadırlar. Gelinen aşamada şimdilik sürecin geçmişten ders alınarak profesyonelce yürütüldüğü kanaatindeyim.

3* İsimlerin AK Parti tarafından kendi vereceği izne tabi olduğu ve onayladığı isimlerin gidebileceği yönündeki açıklamalar AK Parti’nin kamuoyuna ve tüm taraflara bu görüşmelerde ‘’kontrol ve denetim bendedir’’ mesajı olarak okunabilir. BDP nin isim belirleme konusu üzerindeki söylemleri ise kendi tabanına ve üke kamuoyuna, biz de bu süreçte ciddi olarak varız ve yer alıyoruz mesajı olarak okunabilir. Elbette tarafların bu siyasi mesajları vermek adına kamuoyunu gereksiz yere meşgul ettiği de söylenebilir ancak her aşamada tarafların tüm gelişmeleri siyaseten kazanca çevirme gayretleri içinde olmaları da siyasetin kendi doğası gereği normal karşılanmalıdır. İsim tartışması toplumca henuz görülemeyen bazı adımlar için görüşme zamanı kazanma ve tarafların bir anlamda kendi tabanlarının tabiri caizse gazını alma stratejisi olarak da yorumlanabilir.

4* Gelinen noktada Ak Parti adına MİT, BDP ve Öcalan üçlüsünün görüşmeleri uyum içinde ve başarı ile yürüttüklerini düşünmekle birlikte, asıl meselenin bundan sonra, bu üçlü arasındaki ittifaka Murat Karayılan liderliğinde ve İran etki alanındaki Kandil grubunun, Bahoz Erdal liderliğinde ve Suriye etki alanındaki grubun ve Zübeyir Aydar liderliğindeki Avrupa grubunun da dahil edilmesi olduğu kanaatindeyim. Öcalan’ın yeni gelecek ziyaretçileri vasıtası ile tüm bu gruplara ileteceği mesajların kabul görmesi önemli ve sürecin devamı açısından belirleyici olacaktır. Öcalan’ın Karayılan, Bahoz ve Aydar dan, kabul görmesini temenni ettiğim ilk talebinin tek taraflı bir ateşkes ilanı ve sınır dışına çekilme olacağını düşünüyorum. Bu tip bir talep gerçekleşir ve kabul görürse demokratikleşme  adımlarının da buna paralel hızlanacağı kanaatindeyim.

Ne diyelim... Sabırlar ola ... Hayırlar ola...

Hoş kalın...

21 Şubat 2013
Twitter : @cngzkync

14 Şubat 2013

Susadık


Çatışma ve can kayıplarıyla geçen otuz yıldan sonra bugünlerde en sık konuşulan kelime nihayet artık barış. 

Savaştan nemalananlar ve çatışma bitmesin isteyenler hariç, büyük çoğunluğumuz umutlu...

Boşvermeli kan ile beslenen vampirleri, bırakın debelenip dursunlar. Boşvermeli insan canı üzerinden siyaset yapanları.

Boşvermeli barış suyunu bulandırıp kana kana içmemize engel olmak isteyenleri. Boşvermeli orda burda patlatılan bombaları. Biliyoruz artık bombaları kim ne için patlatıyor, kurşunları kimler ne için sıkıyor.
Bizim için kim yaptı değil, artık ne için yaptı, neden yaptı önemli. Uyandık artık bize provokasyon şu bu söker mi ki...

Biz bu ülkeyi ülke yapanlar değil miyiz, bu ülkeyi ülke yapan halklar, vatandaşlar değil miyiz ? Bizim önümüzde biz istemedikten sonra kim durabilir ki... Yıkıp geçmez miyiz engelleri ?!

Boşvermeli iyi niyetle barış diyenlerin sözlerini kesip susturmak isteyenleri ve haykırmalı barış diye. Boşvermeli umutsuzluğu. İnadına umutlu olma zamanı. İnadına destek olmalı barış için didinenlere...

Göreceksiniz önünde sonunda biz kazanacağız. Analar kazanacak. Barış diyenler kazanacak. Eh boşverdiysek de, barış yolunda dile getirilen samimi uyarıları elbet duyacağız.

Yapıcı ve samimiyetle dile getirildiğine kanaat getirdiğimiz tüm uyarıları duyacak, dikkate alacak ve durmaksızın bıkmadan barış yolculuğuna devam edeceğiz...

Bu sefer her zamankinden daha fazla kararlıyız...
Biz kararlıyız, vatandaşlar olarak kararlıyız şimdi...
Bıktık yorulduk...
Öle öle bittik...
Susadık biz susadık...

Bu topraklarda yaşamış ve hala yaşayan Türk, Laz, Çerkes, Kürd, Alevi, Sunni, Ermeni , Yahudi ve daha onlarcası...

Hasretle kucaklaşıp sevişmeye susadık...
Çölde susuz kalmış kervancı kadar,
Suya hasretlikten çatlamış toprak kadar susadık...
Umut, kızgın çölde attığımız her adımsa..
Barış zemzem olsun bize...
Barışa susadık...
İçeceğiz...

14 Şubat 2013
Twitter : @cngzkync

4 Şubat 2013

Anadile Pranga Vurulmaz


Ülkemizde yaşanan anadilde eğitim hakkı tartışmalarıyla ilgili daha önce de bir yazı kaleme almıştım, başlığı ‘’Anamın Dili’’ idi yazı arşiviminden bulabilirsiniz. Ya da bu linki tıklayarak da ulaşabilirsiniz.

Bu konu, bugünlerde umutla sonucunu beklediğimiz barış adına yapılan bir dizi görüşmeler ile ilgili olarak da zaman zaman yine telaffuz edilir oldu.

Önceki yazımda anadilde eğitim hakkı konusununa dair yabancı ülkelerde bu sorunun nasıl aşıldığını ve ülkelerin farklı anadillerine sahip vatandaşlarına nasıl çözümler getirdiklerinden bahsetmeye çalışarak ülkeler bazında örnekler vermiştim.

Bu konu, bugünlerde tekrar çok belirgin olarak konuşulmasada yeniden telaffuz edilir olunca ve yazılı ve görsel medyada tartışmalarda yeniden geçince, konuyla ilgili olarak biraz daha örneklendirme yapmanın yerinde olacağını düşündüm.

Bizim bugünlerde çözmeye ve aşmaya çalıştığımız bu demokrasi sorununun bir benzerini vaktiyle ABD de yaşamış. Anadilleri İspanyolca olan ve bugün ABD de yaklaşık 17,5 milyonluk bir nufusa sahip olan ABD vatandaşlarının ki toplam ABD nüfusunun %10 una denk gelmektedirler, onlar da bugünlerde öncelikle Kürt vatandaşlarımızın dile getirdiği gibi anadillerinde eğitim talep etmişler.

Bu durum üzerine, ABD de 1983 yılından itibaren sekiz yıl süren bir çalışma başlatılmış ve bu çalışma 1991 yılında neticelenmiş. Ontario Enstitüsü Eğitim Çalışmaları bölümünden (The Ontario Institute for Studies in Education) Jim Cummins’in önderliğinde yapılan çalışma sonucunda, kısaca Ramirez Raporu (The Ramírez Report in Theoretical Perspective) olarak tanımlanan bir rapor hazırlanmış ve rapor ABD Eğitim Bakanlığı (U.S. Department of Education) tarafından 11 Şubat 1991 de kamuoyu ile paylaşılmış. ABD de İspanyolca konuşan, yani anadili İspanyolca olan toplam 2,352 öğrenciyi kapsayan çalışma sonrasında oluşturulan ‘’Ramirez Raporu’’ şu sonuçlara varmış.

Araştırmada öğrenciler 3 farklı grup ve eğitim programına tabi tutulmuş. Birinci grup sadece İngilizce, ikinci grup 1-2 yıl boyunca İspanyolca eğitimden sonra İngilizce, üçüncü grup ise 4-6 yıl İspanyolca eğitim gördükten sonra İngilizce eğitime tabi tutulmuş. Sonrasında anadilinde uzun süre eğitim alan grup zamanla İngilizce’yi de anadili düzeyinde kullanabilir duruma gelmiş.

Çalışma grupları içinde en başarısızı anadilde hiç eğitim almayan grup olarak görülmüş. Bu grubun üyeleri sonraki süreçte de diğer derslerden, yaş grubunun başarısının çok gerisine düşmüş.

Sekiz yıl süren kapsamlı araştırma sonrasında, ekibin başındaki Jim Cummins’e göre; ‘’Farklı kültürlerden gelen çocuklar baskın dilde (resmi dil) eğitime başladığında çocukla ebeveyn arasındaki iletişim kesiliyor ve pedagojinin temel kuralı olan, çocuğun deneyimlerle kazandığı bilgiler üzerinden öğretim yürütülmesi ilkesi ihlal ediliyor. Çocuğa doğrudan ya da ima yoluyla bir anlamda “kendi kültürünü okul kapısının dışında bırakacaksın” dendiği için, çocuk kendisini red edilmiş olarak hissediyor ve çocuğun öğrenme ortamına aktif katılımı da dolayısıyla engellenmiş oluyor”

Bu yukarıda bahsetmeye çalıştığım ciddi ve kapsamplı Ramirez Raporu sonuçlarını ülkemizde kim ne kadar ciddiye alır bilemiyor ve tam kestiremiyorum ancak bu sekiz yıllık emeğin sonucu olan raporun ortaya çıkardığı sonuçlar benim açımdan hiç de göz ardı edilecek cinsten değil. Konuyla ilgili iyi niyetle çözüm arayanların raporu incelemelerinde, eeğer incelemediler ise fayda olduğu kanatindeyim.

Açıkçası görülüyor ki, anadili dışında farklı bir dile dayalı eğitim çocukların gelişimini etkilemekte, bir anlamda çocuklarımızın bocalamalarına, çevreye küsmelerine, kendini önemsemeyip kendinden kaçmaya kadar varan sonuçlara neden olabilmektedir. Eh böyle olunca da bu durumdaki çocuklarımızın başarısız olmaları kaçınılmazdır.

Ülkemiz koşullarına dönecek olursak, elbette yukarıda bahsettiğim tüm olumsuzluklara rağmen anadillerinde eğitim hakları olmamasına rağmen yine de başarılı olan onlarca çocuk örnek olarak sıralanabilir. Ancak, onlarca başarı ile yetinmek yerine yüzlerce ve hatta binlerce başarı hikayesi duymak gayet mümkün. Anadilleri farklı olan çocuklar da bu ülkenin vatandaşları olduğuna göre, onların daha da başarılı olmaları hepimizin başarısı sayılır öyle değil mi ?

Konunun teknik kısmı dışında ciddiyetle ele alınması gereken, elbette en can alıcı bir başka nokta da anadilde eğitim yasağının temel hak ve özgürlükler açısından durumu. Anadilde eğitim hakkının doğal ve insani bir hak olduğu bilincine varmamız ve bu hakkı, bu hakları bilinçli politikalar dahilinde kendilerinden esirgenmiş vatandaşlarımıza iade etmemiz gereklidir. Bu durumdaki vatandaşlar eğitimlerinde resmi dili mi yoksa anadili mi kullanmak isterler, hangisini tercih ederler bu onların kendi inisiyatifine bırakılmalıdır.

Hepimizin de bildiği üzere ‘’dil’’ insanlar arasındaki birbiri ile anlaşma yolunun, iletişimin en önemli aracı ve insanları diğer canlılardan ayırd eden en belirgin özelliğidir. ‘’Anadil’’ ise, bir çocuğun doğduktan belli bir süre sonra ailesi, çevresi ve ait olduğu kimlikten (Örneğin Lazlık, Kürtlük, Türklük, Çerkeslik) hiç bir şekilde programlanmış bir öğrenim süreci olmadan edindiği, öğrendiği dildir. Yani birilerinin art niyetli ve bilinçli bir şekilde tanımladığı üzere ‘’çocuğun anasının konuştuğu dil’’ değildir.

Yukarıdaki paragrafta anadili tanımlamaya çalışırken ‘’doğduktan belli bir süre sonra’’ şeklinde bir ifade kullandım ancak, 4 günlük Fransız ve 2 aylık Amerikan bebekleri üzerinde yapılan bir çalışmada bebeklerin kendi dillerine ait kelimeleri yabancı bir dilden ayırt edebildikleri nin de gözlemlendiğini hatırlatmakta fayda görüyorum.

Buradan hareketle insanın anadili ile kendisi arasında bir duygu bağı bulunduğunu da sanırım söyleyebiliriz. Emin olunuz bu duygusal bağ insanın ömrü boyunca da kendisi ile var olmayı sürdürmektedir. Aranızda anadili resmi eğitim dilinden farklı olanlar var ise ki bu sayının ülkemizin toplum yapısı açısından oldukça fazla olduğunu düşünüyorum, onlar hiç durmasınlar ve bu durumu kendilerince lütfen sorgulasınlar.

Aklıma yazımı yazarken TV lerde de yayınlanan ‘’İki Dil Bir Bavul’’ filmi geldi. Anadil ve resmi eğitim dili ile ilgili göz ardı edilmiş gerçekleri yalın bir şekilde gözler önüne seren güzel bir film bence, izlemediyseniz yeri gelmişken izlemenizi tavsiye ederim.

Unutulmamalıdır ki anadilin yaşatılması, çocuğa anadilinde eğitim görme olanağının gibi haklar evrensel insan hakları bildirgelerinde yer almaktadır.

Korkmayın ülke bölünmez, bırakın insanlar hangi dilde eğitimi tercih ediyorlarsa o dili tercih etsinler der ve bir sonraki yazımda buluşmak dileğimle müsadenizi isterim.

Not : Yukarıda bahsettiğim Ramirez Raporunun tam ve orjinal metnine bu linkten ulaşabilirsiniz http://goo.gl/K9cY1

Hoş kalın....
04 Şubat 2013