23 Temmuz 2013

Cemaatte Neler Oluyor


Bilmem farkında mısınız ?

Son günlerde sosyal medya ve klasik medyada toplumda ‘’cemaat’’ olarak tanımlanan topluluk ile ilgili olarak bir çok şey yazılmakta ve tartışılmakta.

Cemaat’in Ak Parti iktidarı politikalarına uzunca bir süredir muhalefet tandanslı bir söylem içerisinde olduğu da alenen gözlemlenmekte.

Her ne kadar zaman zaman hem iktidar hem de cemaat kanadından ‘’ılımlı’’ bir takım söylemlerle hava yumuşatılmaya çalışılsa da, durumun hiç te ‘’ılımlı’’ olmadığı oldukça net.

7 Şubat MİT krizi ile birlikte çok belirgin şeklide açığa çıkan Cemaat- Ak Parti gerginliği, inişli çıkışlı bir grafik ile bir süredir artık toplum tarafından da görülerek açıktan devam ediyor.

Sadece 7 Şubat MİT krizi değil elbette bir çok başka detay da vererek bu çekişme ve gerginliği ortaya koymak ve örneklendirmek mümkün.

Ak Parti ve Cemaat yapılanması arasında bugüne  değin yaşanmışları, adeta ‘’yurmruk sayarak’’ , 444 olarak tanımlanan düzenlemeden tutun da ‘’dershanelerin kapatılması’’ konusuna varıncaya kadar ortaya koymak ve detaylandırmak da mümkün.

Hatta çözüm sürecine dair , cemaat yayın organlarında yazan bazı yazarların yazılarından örneklemeler yaparak ‘’barış sürecine’’ cemaatin kendince sebeplerle ne denli muhalif olduğunu gözler önüne sermek de mümkün.

Cemaat ve Ak Parti içinden bazı çevrelerin, herhangi bir gerginlik yok, aramıza fitne sokmak istiyorlar diyerek durumu kotarma yolunu seçenleri de anlamıyor değilim.

Tüm bunlar elbette cemaate  mensubiyet duyanların kendi tercihleridir.

Tüm bunları şimdilik bir kenara bırakıp bugüne bir projeksiyon yapmak daha sağlıklı olacaktır diye düşünüyorum.

Cemaat içinde oldukça önemli pozisyonlarda yer alan dostlarımızdan, genciyle yaşlısıyla, ağabey diyebileceğimiz yaştaki insanlardan, kardeş ve yeğen yaştakilerden, cemaatin en dış çemberi olarak olarak tanımlayabileceğimiz insanlardan, cemaati uzaktan izleyen tarafsız denilebilecek insanlardan edindiğim bilgi ve değerlendirmelerden hareketle, en yaygın şekilde dile getirilen bazı önemli bulduğum hususlara hakkaniyetle dikkat çekmekte fayda görüyorum.

Cemaat içinden, gerek önemli pozisyonlarda gerekse en dış çemberinde yer alan kişilerle yaptığım bilgi ve değerlenddirme alışverişinden elde ettiklerim doğrultusunda oluşturduğum, güncel tespitleri çok fazla detaya inmeden ve elbette kişiler baz alınmadan, gerekli yerlerin ve ilgililerin dikkate almasını umud ederek, en baştan da artık bugünlerde klasikleşen bir tavırla derhal ‘’cemaat düşmanı’’ olarak yaftalanmayı göze de alarak,  sizlerle paylaşmak istiyorum.

1-       Cemaat içerisinde yer alan ancak derdini şimdilik yüksek sesle dillendirmekten imtina eden, cemaatin bugünü ile ilgili olarak gelinen noktadan ‘’rahatsızlık’’ duyan oldukça önemli bir kitle bulunmaktadır.
2-      Kendini "cemaatçi"olarak gören bazı kişilerin özellikle twitter ve facebook gibi sosyal medya mecralarında, cemaate yönelik olarak dile getirilen hemen her eleştiri içerikli mesaja tahammülsüzlük göstererek yaptıkları saldırgan tavırlar cemaat içinden ve dışından çevreleri ileri seviyede rahatsız etmektedir.
3-      Cemaat içinden ve dışından çok sayıda insan, egoları kendilerini çoktan aşmış ve kendilerini cemaat mensubu olarak konumlandıran bazı insanların sergilediği saldırgan tavırların cemaate ciddi zarar vermekte olduğu kanaatini taşımaktadırlar.
4-      Cemaatin özellikle son dönemde belirginleşen kontrolsüzlüğü, kendi camiasına ve "hizmete" zarar verdiği gibi ülkeye de zarar verme eğiliminde olduğu sıkça dile getirilmektedir.
5-      Cemaatin hatırı sayılır önemli isimlerinin, cemaatin bu son dönemlerdeki kabul edilemez halinden kurtulması için, gelinen durumu kamuoyuna yansıtmadan iyi niyetle bir çıkış yolu aradıkları görülmektedir.
6-      Cemaatin kendine zarar verme durumunun belki ilk bakışta çok fazla sayıda insanı ilgilendirmeyebileceği söylenebilir, ifade etmeye çalıştığım kötüye gidiş bir çoklarınca umursanmayabilir ancak cemaat kaynaklı zararların ülke geneline yansıması ülkenin geneli açısından ciddi boyutlu sorunlar yaratabilecektir.
7-      Bu denli geniş yelpazde yer alan ve bir çok farklı görüşteki yazar, akademisyen ve siyasetçi tarafından eleştirilmekte olan bir topluluğu, kendini acilen sorgulaması gerekmektedir.
8-      Cemaate aidiyet duyan ve kendilerini bu aidiyetle konumlandıran cemaat mensubu yazarlarının ve medya yöneticilerinin, yürütmeye ve dolayısıyla siyasete bu denli müdahil olmaları toplumda yaygın şekilde rahatsızlık yaratmaktadır.
9-      Cemaati eleştirmenin mensupları tarafından yekten cemaat düşmanlığı olarak tanımlanması toplumda huzursuzluk ve memnuniyetsizliğe yol açmakta, yapılan düzeyli eleştrilerin cemaat tarafından bir dostluk ve fırsat olarak değerlendirilmemesi toplumda şaşkınlık yaratmaktadır.
10-   Cemaatin tüm inanç temelli duruşuna ve bu bağlamdaki prensiplerine rağmen, yaşamakta olduğu en büyük sorunun YÜKSEK EGO ve görev ve yetki alanına dair SINIR İHLALİ sorunu olduğu noktasında, toplumun bir çok kesiminde yaygın bir kanaat hakim.
11-    Görüştüğüm cemaat içinden ve dışından insanların en çok sorduğu ve anlamlandıramadıkları durumlardan biri, Sayın Fetullah Gülen’in neden Türkiye de yaşamadığı ve Başbakan’ın açık davetine rağmen neden ısrarla ülkesine geri dönmediğidir.

Şimdilik bunlarla yetinerek paylaşımlarımı sonlandırıyorum, hayırlara vesile olması umuduyla.

Hoş Kalın
23 Temmuz 2013

@cngzkync

20 Temmuz 2013

Kırmızı Çizgi Sendromu


Ülkemin endişelileri almış yine sazı eline...

Hani şu aslında bizimkilerin Esad’ı göndermek için doğrudan iletişim halinde olduğu, Suriye de Esad’a karşı muhalif kanatta yer alan ve başta Kürtlerin Suriye de yoğun yaşadığı bölgelerde El Kaide gibi Suriye de Esad yanlısı olan örgütlerle de mücadele eden,  sayelerinde Suriye ile ilgili olan çözüm görüşmelerinde ülke olarak masada kendimize yer ve söz hakkı bulduğumuz, Esad muhalifi Özgür Suriye Ordusu oluşumu ile çatışmayan PYD Suriye de ateşle oynuyormuş...

Waylemıne...

Suriye nin Kürdistan olarak tanımlanmayan bölgelerinde dahi PYD ye yakın Kürt’lerin, ÖSO ile birlikte Cephet Ül Ekrad adıyla Esad'a karşı savaştığını da hemen bir not olarak aktarayım.

PYD ye ‘’ateşle oynuyor’’ demelerinin sebebi de PYD den bugünlerde geldiği iddia edilen, Suriye Kürtlerinin ‘’Self-Governance’’ yani kendi kendilerini yönetme talebi, hani güney komşumuz Irak Kürdistanı’ndaki gibi bir yönetim şekli talebi denilebilir.

Oysa bu talep,ki ben yazımı kaleme aldığımda henüz net olarak doğrulanmamıştı ancak doğru bile olsa, bu yeni bir durum değil, aksine 2007 de dile getirilmiş bir konu.

Hatırlayalım...

Bir zamanlar Türkiye, Kürt liderler Barzani ve Talabani'yi Sınır Karakolu Komutanlarına, daha sonraları İlçe Kaymakamlarına muhatap ederdi.

Sonra hatırlayınız aynı Türkiye ''aklı’’, Merhum Özal’ın aynı Kürt liderleri Cumhurbaşkanı düzeyinde kabul etmesi sonrası neredeyse Turgut Özal’ı ‘’vatan hainliği’’ ile bile suçlamıştı.

Sonrasında nasıl olduysa Demirel de Merhum Özal’ın açtığı bu doğru yoldan devam etmiş, belki de etmek gerektiğini bir şekilde anlamış ve Irak Kürdistan ile Türkiye ilişkilerinde bugünlere kadar gelinmişti.

Gerçi 1991 yılında Demirel ‘’Kürt realitesini tanımak lazım’’ demiş ve yine kendilerini herkesten daha çok vatansever olduğunu iddia eden ve gören bazı çevrelerce kıyametler koparılmıştı ancak sonunda bu abuk subuk ‘’kıyameti’’ de Türkiye olarak aşmıştık.

Türkiye vaktiyle ‘’kırmızı çizgimiz’’ diye tanımladığı, ‘’Kuzey Irak ta özerklik olmaz, ayrı bir Federasyon olmaz’’ şeklindeki söylemlerini de çoktan terk etmişti.

Zaten Türkiye’nin bu ‘’kırmızı çizgileri’’ ne Kürtler ne ABD ve ne de diğer global güçler tarafından o zamanlarda da açıkça söylemek gerekirse, hiç ciddiye alınmamıştı.

Sonraları kırmızı çizgileri bir yana bırakın, 2010 yılında çok yerinde bir kararla Türkiye olarak Erbil’de Başkonsolosluk bile açtık.

Irak Kürdistanı özellikle petrolden elde ettiği gelirle yaptığı ticaretin yaklaşık %80 ini Türkiye ile yapıyor, Irak pazarlarının % 80’ini Türkiye menşeili ürünler doldurmakta ve bu ticaretin boyutu ise Türkiye açısından 2010 yılı itibariyle karşılığı 5,2 Milyar USD lik bir dış ticaret hacmi

Bu hacmin 2014 yılı sonu ile 20 Milyar USD ye çıkarılması Haziran 2010’da Erbil’de yapılan bir toplantıda taraflarca kararlaştırılmış durumda.

Rakamların önemini daha iyi anlamak için Türkiye’nin tüm Afrika ile olan ticaret hacminin ise yaklaşık 7 Milyar USD seviyelerinde olduğunu belirtmekte fayda var.

Bir zamanlar kırmızı çizgilerle kendimizden uzak tuttuğumuz Irak Kürtleri ile bugünlerde bu denli iyi ilişkiler içerisinde olmak Türkiye nin ve Irak Kürdistan’ının geleceği için son derece önemli ve memnuniyet verici.

Sendromun Dönüşü...

Irak Kürdistanı ile ilgili olarak yukarıda özetlemeye çalıştığım gelişimler buz gibi ortada dururken, şimdilerde yeniden adeta hortlayan ‘’kırmızı çizgi’’ sendromu, bu sefer Suriye ile ilgili olarak bazı endişelilerimiz tarafından dillendirilmeye başlandı.

Ne Sanıyorsunuz....

Kimlik dahi verilmemiş Suriye Kürtlerinin kimliklerinden ‘’sittinsenelik’’ bir zaman dilimini kapsayacak şekilde vazgeçtiklerini, vaz geçeceklerini mi sanıyorsunuz ?..

En temel insani haklarından on yıllarca yoksun yaşamak durumunda kalan Suriye Kürtlerinin, bu haklarını bir gün gelip aramayacaklarını, almayacaklarını, unutacaklarını mı sanıyorsunuz ?

O insanların on yıllardır süren zulüme eywallah edeceklerini mi sanıyorsunuz ?

Suriye Kürtlerinin, Türkiye’deki Kürtlere on yıllar boyu haksızca dendiği gibi, ''terörist''''terör örgütü mensubu'' falan denilerek, en temel ve doğal insani haklarına kavuşmalarının engellenebileceğini mi sanıyorsunuz ?

Aklı Başa Devşirme Vakti...

Unutmayalım ki Türkiye halkları olarak bizler, Suriye Kürtlerini tehdit olarak gördükçe, dışladıkça ve onlardan uzak durdukça, Suriye ve Irak Kürtleri biribirlerine mutlaka daha da fazla yakınlaşacaktır...

Unutmayalım ki bu coğrafyada, bizim dünyada kendimizden başka dostumuz yok benzeri cümleleri ifade ederken gözden kaçırdığımız, belki de yegane samimi dostumuz Kürtlerdir.

Unutmayalım ki artık akıllı olmak ve aynı coğrafyayı yüzyıllardır paylaştığımız Suriyeli, Iraklı, İranlı tüm Kürtlerle stratejik, politik ve ekonomik müttefik olmak durumundayız.

Nasıl ki Türkiye ile ekonomik anlamda entegre olmuş bir Irak Kürdistan’ının bize hiç bir zararı yok bilakis katkısı vardır, Suriye’de de söz konusu olabilecek bir  Suriye Kürdistan’ının Türkiye’ye zararı yok tam tersine faydası vardır. 

Türkiye ve bölge Kürtleri arasındaki iyi lişkiler her iki taraf için de hayati önem taşımaktadır.

Suriye’nin kuzeyinde bir Suriye Kürdistan’ı kurulur yada kurulmaz, elbette bunu zaman göstercektir.

Türkiye, Suriye Kürtlerine mesafeli duracağına tam tersine özellikle de Suriye’nin içinde bulunduğu şu dönemde onlara sahip çıkmalı, destek olmalı ve Türkiye ile ekonomik ve siyasi anlamda entegre yeni bir bölge yaratılmasına özel çaba sarf etmelidir.

Vakit Geldi...

Öylel ya da böyle, Suriye Kürtlerinin de bir şekilde statü ve insani haklarını geri alma vakti gelmiş görünüyor. Türkiye olarak Kürtlerle kardeşiz ya hani, unuttuk mu yoksa ?

Yeniden Kırmızı Çizgi sendromu yaşayanlara, yaşatmak isteyenlere ‘’yaw hele bi dur’’ desenize...
Kürt kardeşlerinizin kendilerini yönetme ve insani temel hak ve hürriyetlerini geri alması için kardeşlerinize köstek olacağınıza destek olsanıza...

Başka Yolu Yok...

Umarım Türkiye, vaktiyle Irak Kürdistanında yaptığı hatayı tekrarlamaz, böyle bir durum karşısında yine anlamsız ‘’kırmızı çizgiler’’ oluşturmaz ve hiç de mantıklı ve stratejik olmayan saçma bir direnç göstermez.

Türkiye bölgesinde ve dünya ölçeğinde büyüyecekse, bunu Türkiye’deki ve bölgedeki diğer Kürtlerle birlikte el birliği ve güç birliği oluşturarak, Türkiye dışındaki Kürtlerle entegre olarak yapabilir.

Başka yolu yoktur...

Tıpkı 1071’de Malazgirt’de,
1915’de Çanakkale’de,
Kurtuluş Savaşında,
1974’deKıbrıs’daki gibi...

Yapabiliriz... Olur... Hem de çok güzel olur...

Hoş Kalın
20 Temmuz 2013

@cngzkync


11 Temmuz 2013

Kongre Üzerinden Felaket Tellallığı


Geçtiğimiz gün Kongre Gel olarak adlandırılan yapıda 9.Genel Kurul yapıldı. Kongra Gel in kongresi olağan ve beklenen bir kongreydi. Söz konusu kongre 30 Haziran-5 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşti.

Kongre sonrası belki de en önemli gelişme, Öcalan’ın yeniden oybirliği ile KCK Genel Başkanlığına seçilmesiydi. Kongrede bir yenilik olarak, KCK Genel Başkanlık Konseyi adında bir organ da oluşturuldu. 

Yeni dönemde Yürütme Konseyi Başkanlığının eşbaşkanlık olarak örgütlendirilmesi kararlaştırıldı.

Bununla birlikte KCK yapısının Yürütme Konseyi de seçimle yeniden belirlenmiş oldu. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığına Cemil Bayık ve Besê Hozat seçilirken, iki kadın ve iki erkekten oluşan toplam dört yardımcı da seçimlerle belirlendi. KCK Genel Başkanlık Konseyi'nde Cemil Bayık, Bese Hozat, Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Sozdar Awesta ve Elif Pazarcık yer aldı. 35 kişilik KCK Yürütme Konseyi eş başkanlığına ise Cemil Bayık ve Besê Hozat seçildi. Murat Karayılan ayrıca HPG olarak adlandırılan yapının başına getirildi. KONGRA GEL Eşbaşkanlığı'na da Hacer Zagros ile Remzi Kartal seçildi.

KCK sisteminde değişikliklere gidilen Genel Kurul’da, Öcalan’ın Newroz deklarasyonuna tam destek verildi ki, bu da kalıcı barış adına kararlılıkla devam eden çözüm süreci aşısından oldukça önemli bir karardı.

Bunların dışında kongrede geri çekilme ile bağlantılı olarak demokratik çözüm sürecinin birinci aşamasının gerçekleştiği ve ikinci aşamada devlet ve hükümetin somut adımlar atarak gerekli yasal ve anayasal düzenlemelere gitmesi gerektiğine dikkat çekildi.

Kongre’nin diğer önemli bir özelliği ise Alevi vatandaşlarımızın temel hak ve özgürlükleri ile ilgili bazı sıkıntılara dikkat çekilmesi ve bildirilerde Alevilere geniş yer verilmesiydi.

Kongre ve sonrasında örgüt yetkilileri tarafından yapılan açıklamalarda en dikkat çekici başlık örgüt kanadının sürecin ikinci aşaması ile ilgili devlet ve hükümet kanadından beklenilen demokratikleşme adımlarını bir an önce atmasına yönelik çağrılardı. 

Felaket Tellalları...

Yukarıda özetle bahsetmeye çalıştığım örgüt kongresindeki yeni yapılanma ve açıklamalar üzerinden, özellikle de Karayılan ve Bayık isimleri özelinde hızlı bir komplo teorisyenliğine sahne oldu son iki gün.

Felaket tellalığı olarak tanımlanabilecek bu yaklaşımlar öncelikle Şahinler-Güvercinler eksenine oturtuldu ve toplumda çözüm sürecinin artık tıkanmakta olduğu yönünde bilinçli olduğunu düşündüğüm bir algı yönetimi başlatıldı.

Öncelikle sosyal medya üzerinden başlayan felaket senaryosu yazma ve toplumda ‘’süreç tıkanıyor’’ algısı oluşturma çalışmaları bazı köşe yazarı ve yorumcular tarafından da ne yazık ki desteklendi.

Felaket tellalığına bilinçli veya bilinçsiz olarak soyunan ya da hizmet edenlerin gözardı ettikleri çok önemli bir durum var ki, o da eskiye göre çok daha bilinçlenmiş ve her türlü komplo teorisine ortak akıl ile bakarak değerlendirme yapabilen bir toplum olduğumuz.

Hani denir ya...
Artık ‘’yemiyor’’ anlayacağınız... 

Öcalan Faktörü...

Tüm bu örgüt üzerinden çözüm sürecine dair yeni felaket senaryoları yazanların ortak akılsızlığı ise, bazılarınıza abartılı gelebilir ancak gerçek  şu anda tam da böyledir, örgütte Öcalan’ın izni, bilgisi ve direktifi dışında kimsenin su dahi içemeyecek olduğudur.  

Kongrenin Öcalan’ın kardeşinin İmralı ziyaretinin hemen akabinde gerçekleşmesi veya kongre öncesi Öcalan’ın kardeşinin İmralı’ya bir ziyaret gerçekleştirmesi diyelim, umarım bazıları için Öcalan’ın örgüt üzerinde şu anki mevcut hakimiyeti noktasında bir anlam ifade ediyordur.

Yani örgüt içindeki isimlerin yeni görevlendirilmelerinin Öcalan’ın inisiyatifi dahilinde gerçekleştiğini söylemek bugünün koşullarında doğru gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. 

Önemli Bulduklarım....

1-) Yönetimdeki değişiklik, örgüt ana iradesi dışında kalıp bağımsız hareket edebilen küçük grupların daha iyi kontrol edilebilmesine katkı sağlayacaktır.
2-) HPG, aynı zamanda PKK'nın "Apo'nun Fedaileri" diye bilinen silahlı grubudur.  Karayılan'ın bu grubun başına geçmesi, bu grubun daha kontrollü olması sonucunu getirecektir.
3-) Örgüt kongresinde Öcalan'ın Newroz deklarasyonuna tam destek kararı bildirilmiştir ve bu  bildirim barış süreci adına önemli ve bağlayıcı olacaktır.
4-) Cemil Bayık ve diğer isimler gibi bazı çevrelerce ‘’süreç karşıtı’’ ve ‘’çatlak ses’’ olarak değerlendirilmiş isimlerin yeni yönetimde yer almaları ve yeni yönetimin Newroz deklarasyonuna bağlılık bildirmesi bu yöndeki olumsuz değerlendirmeleri anlamsızlaştırmış ve bu isimleri de çözüm sürecine olumlu manada dahil etmiştir.
5-) Gen Kurul'da, örgüt içerisindeki Alevi-Dersim kanadının süregelen rahatsızlıklarının da dikkate alınması, örgüt içerisinde var olduğu düşünülen bu sorunun çözümü adına atılmış önemli bir adımdır, dolayısıyla çözüm sürecine de olumlu bir katkıdır.
6-) Örgütün, AKP ye rağmen siyasal çözüm sürecinde ısrar edeceklerini bildirmesi kalıcı barış adına yürütülen çözüm sürecinin devamı açısından oldukça önemli ve olumlu bir karardır.
7-) Son örgüt kongresi ve sonrasındaki bildiri, örgütün hızla sivil siyaset alanına kaydığını ve kendisini sivil siyasi mücadeleye programlamakta olduğunu göstermektedir. Örgütün siyasallaşma çabası Türkiye toplumu adına önemlidir.
8-) Karayılan’ın yeni görevi sonrası yaptığı açıklamada yer alan şu ifade önemlidir. ‘’Artık silahlı güölere gerek yok’’ 

Napmalı...

Bugün itibariyle, PKK nın 21 Mart Newroz deklarasyonu sonrası yeni pozisyonunun içerde ve dışarda tam olarak ne olduğunu kavramaya çalışmak ve örgütün silahlı mücadeleye veda  siyasi mücadeleye merhaba dediğini unutmamak ve görmek yerinde olacaktır.

Örgüt veya BDP kanadından gelebilecek çoğu seçim sathı mahallinde olduğumuz için bence normal denilebilecek sertimsi açıklamalardan aceleyle çzöüm süreci hakında felket tellalığı yapmanın bu ülkeye hiç bir faydasının olmayacağını düşünüyorum.

Elbette enine boyuna her açıklama her yönüyle değerlendirmeye tabi tutulmalı ancak bilinçli veya bilinçsiz önyargılar içeren şekilde felaket yaygaracılığı yapmamaya da özen gösterilmeli kanaatini taşıyorum.

Hoş Kalın

11 Temmuz 2013
@cngzkync