24 Nisan 2015

Yüzleşmeden Saramazsın Yaraları

Anadolu, Mezopotamya, Ortadoğu...

Asırlarca, binyıllarca yüzlerce medeniyete, halklara anavatan olmuş topraklar...

Aslında bereketli ve ilahi rahmetten bolca da nasipli, ilahi rahmete de kavuşmuş topraklar..

Keşke sadece bunlarla anabilseydik bu toprakları...

Ne yazık ki öyle değil...

Yüzlerce acıya, kanlı savaşlara, katliamlara, kırımlara ve zulümlere de evsahibi olmuş bu topraklar...

Bu acılardan biri de Osmanlı’nın son dönemlerinde Ermeni vatandaşlarımızın yaşadığı tehcir ve beraberinde meydana gelen insan kırımları...

Ermeni halkı bu acı olayları 100.Yılında dünya genelinde anıyor...

Bir yanda acılarını anarak hafifletmeye çalışan Anadolu’nun kadim bir halkı olan Ermeniler ve onların acılarına ellerinden geldiğince ortak olmaya çalışanlar, diğer yanda bu vesile ile durumdan gerekli vazifeyi bir türlü doğru çıkaramayan Türkiye ve Ermenistan gibi devletler...

Öte yandan, Türkiye ve Ermenistan dışında kalan ve durumdan farklı yaklaşımlarla kendilerine vazife çıkaran, çoğu ateşe körükle giden havada diğer dünya devletleri...

Herkesin çıkardığı vazife birbirinden farklı, kimi kendince haklı kimi tamamen provokatif ve kışkırtıcı...

Aslına bakarsanız ortada bir asırdır süren bir sorun duruyorken, bundan sorunun muhatapları dışında olan tarafların vazife çıkarması da mevcut dünya koşullarında gayet olağan...

Kim ne kadar acı yaşamış, nerede kim kime ne yapmış, nasıl yapmış gibi detaylar zaten uzun yıllardır anlatılan şeyler...

Ben çoğunu bildiğiniz bu detaylara girmeden, bir ülke vatandaşı olarak, öncelikle aynaya bakarak, yani kendi devletime bakarak birşeyler söylemek istiyorum.

İzliyoruz, duyuyoruz, elimizden geldiğince takip de ediyoruz açıklamaları, söylemleri...

Sadece bugünün hükümeti ile alakalı da değil söylemek istediklerim...

Bir devlet aklından, kötü yaptığımız ve bir türlü becemediğimiz şeylerden bahsetmek, dikkat çekmek istiyorum.

Sözüm sana ey Devlet...

Sen, hala meseleyi tehcir edilen insan sayısı, ölü sayısı, yumruk sayısı şu bu üzerinden tartışıyor ve tartıştırıyorsan emin ol ki herhangi bir sonuca asla ulaşamazsın.

Şunu kabul et ki, dağılmak üzere olan Osmanlı'nın son döneminde, durduk yere olmasa da, bugün iyice anlaşılmıştır ki o dönemin yöneticileri tarafından bazı hatalı kararlar alınmış ve çok kötü uygulamalar yapılmıştır.

Tavsiyem, ilk muhatabın meseleyi siyasal araç olarak kullananlar olmasın, sen önce git bugüne kadar tepesine zalimce bindiğin tüm halklarla hak ettikleri gibi bir yüzleş...

Emin ol ki tüm sorunların çözümü böyle yaparsan daha kolay olacaktır.

Sen devletsin ve halkların hizmetindesin, seni var eden ise bizzat o halklardır...

Sen devlet olarak tüm halklarınla ilgili sorunlara dair o halklarla yüzleşeceksin, kucaklaşacaksın, helalleşeceksin ki sorunları çözebilesin.

Hakkında doğru veya yanlış birçok iddialar söz konusu olabilir..

Her iddiaya evet doğrudur demeyebilirsin, evet bazıları yanlış olabilir veya senin yanlış olmasalar da bazı çekincelerin olabilir, olacaktır, normaldir...

Ancak bu ihtimaller, herşeyi de yekten reddetme ve tanımama keyfiyetini sana asla vermez.

Şunu biz Türkiye halkları olarak biliyoruz, sen de bil ve kabul et...

Bu topraklarda yaşamış Ermeni de senden devlet olarak darbeli, Kürt de, Alevi de, Yahudi de, Müslüman da ve hatta Türkler ve birçok başkaları da..

Sen hepsiyle devlet olarak yüzleşmelisin...

Yüzleşmek zorundasın...

Sen, bir devlet olarak halklarına eşit yaklaşmayı öğrenmelisin, o ayrıştırıcı zehirli dilini değiştirmelisin.

Herkese adil olmalısın...

Sen devlet kimliğinle Ermenilere veya diğerlerine bu toprakların yabancısı gibi davranamazsın.

Sen de biliyorsun ki, bu topraklarda daha Türk yokken Kürt, Kürt yokken Ermeniler vardı...

Bu toprakların, birçok halkın anavatanı olduğunu ve senden önce var olduklarını kabul etmelisin ve reddetmemelisin...

Devlet olarak sen, şu ilkel TEKÇİ aklını ve zihniyetini değiştirmelisin !

Ayrıştırıp ötekileştirdiğin, eşit davranmadığın tüm halklarla kucaklaşacak, gasp ettiğin tüm haklarını paşa paşa iade etmelisin...

Devlet olarak sen, bugün de var olan halklar arasında ne yapıp edip bir ortak payda yaratmayı becereceksin ki, o halklar da acılarını birlikte elele onarabilsinler, yaralarını sarabilsinler...

Sen devlet olarak halklarına halk tabiri ile durmadan höt zöt eder, sadece senin istediğin gibi olmasını dayatır ve olmayanı da öteki sayarsan, hiçbir sorunu çözemeyeceğin gibi tersine dağılırsın...

Hiç şakası yoktur bunun, bir önceki paragraftakiler gibi yaptığın sürece sen ağzınla kuş tutsan sonunda maalesef daha öncekiler gibi darmadağın olursun...

Tarih boyunca 10-15-20 devlet yıkıp yenisini kurmak maharet değil, böyle sanıp bununla övünüyorsan yanılıyorsun be Devlet...

Asıl maharet kurduğunu geliştirip tüm halklarıyla birlikte, olabildiğince var edebilmektir...

Bizi, devleti yönetsin diye seçtiklerine çok daha fazla dikkat etmesi gereken bir çağda olduğunun farkında değil sanıyorsan çok yanılıyorsun...

Biz kötü yönetilmenin sonunun dünden daha acıklı olabileceğinin de farkındayız bilesin...

Var işte, birşeyler olmuş, çok kötü şeyler olmuş hem de...

Okul kitaplarından bile yıllarca saklamışsın anlatmamışsın bize neler olduğunu ama insanların üzerinden asır geçse de dinmemiş acıları var, durduk yere mi uyduruyor bu insanlar ?!

Durduk yere mi anıyorlar kaybettiklerini ?!

Elbette hayır...

Sen bizden sakladın ama gerçeklerin gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu olduğunu unuttun...

Bak işte ! Ateş düştüğü yeri yakıyor...

Sense hala bu acıları görmezden gelip bağırıp çağırıyorsun onu bunu suçlu ilan ederek ve kendine toz kondurmayarak...

Acılarını anlayamadıkların olabilir...

Hiç değilse onlar acılarını anarken aşağılamasan, hiç değilse o gün susabilsen ne iyi olur...

Acılar yaşattığın tüm halklarla ve onların acılarıyla bir an önce YÜZLEŞ ve sonra da bir an önce HELALLEŞ...

Geç olmadan...

****

Bu topraklardan zorunlu göçle gönderilen ve/veya bir şekilde katledilen gelmiş geçmiş tüm halkların acıları tümümüzün ortak acısıdır. Keşke hiçbiri hiç olmasaydı.... Hepsine rahmet olsun.


Hoş Kalın

@cngzkync

18 Nisan 2015

Koalisyon Öcü Değil

Bir hafta kadar önce Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz, 30 Mart 2015 tarihli bir anketin sonucuna dayanarak Türkiye’deki genel seçimler sonucunda bir koalisyon hükümeti göründüğünü söylemişti.

Ankara’da parti temsilcileriyle görüşen Schulz, “Seçim sonuçları belirsiz. İktidar partisi hükümet kuracak bir çoğunluğu dahi bulamayabilir” demişti.

Schulz’dan önce de buna benzer değerlendirmeler ve koalisyon hükümeti olması ihtimalleri ben dahil başkaları tarafından da gündemde yer bulamamış olsa da dile getirilmişti.

Nedir Koalisyon...

Bu soruya kısa cevabımı zaten başlıkta verdim ancak gelin biraz teknik ve ansiklopedik tanımından yola çıkarak konuya giriş yapalım.

Koalisyon, kavram olarak Latince coalescere (kaynaşmak) sözcüğünden gelmekte, İngilizce “coalition”; belirli bir amaç doğrultusunda birlikte hareket etmek anlamında kullanılmakta.

Siyasi Partiler arasında, ya bir seçim için ya da parlamenter rejimde değişik eğilimlerin temsil edileceği bir Hükûmeti desteklemeyi öngören bir çoğunluk oluşturmak için yapılan anlaşma olarak da adlandırılabiliyor.

Partilerin oluşturduğu koalisyonun “Koalisyon Hükûmeti” olarak adlandırılabilmesi için partilerin Hükûmete üye vermeleri ve bir “koalisyon protokolü” ya da bir “ortak programda” anlaşmaları gerekmekte.

Koalisyon, parlamenter demokrasilere özgü bir olgu ve genelde iki büyük partiyi esas alıyor, ancak daha fazla sayıda parti ile de gerçekleştirilebiliyor.

Hükümetler Tarihine Kısaca Değinelim...

Türkiye'de koalisyon geleneği eskilere dayanıyor ve çok partili hayata geçildiği günden bu yana birçok koalisyon hükümeti kurulmuş.

Cumhuriyet öncesi kurulan 6 Meclis hükümetini saymazsak, Cumhuriyetin ilanı sonrası, yani 30 Ekim 1923 tarihinden bu yana Türkiye'de 61 hükümet görev yapmış.

29 Ağustos 2014’de kurulan son Davutoğlu Hükümeti ise 62.Hükümet olarak görevine halen devam ediyor.

62 hükümetin 5’i Askeri Darbeler sonrası iş başına gelmiş, 36 hükümet sadece tek bir partinin milletvekillerinden oluşturulmuş ve 21 hükümet ise iki ya da daha çok partinin oluşturduğu koalisyonlar olarak kurulmuş.

20 Kasım 1961'de kurulan İsmet İnönü Hükümeti'nde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Adalet Partisi (AP) Milletvekilleri yer almış ve bu Cumhuriyet tarihimizin ilk koalisyon hükümeti olmuş.

Koalisyon Kötüdür Algısı...

Her ne kadar İngiltere, Almanya ve buna benzer birçok ülke yıllarca koalisyon hükümetleri ile başarı ile yönetilmiş olsa da, Türkiye toplumunda koalisyon hükümetleri ile algı negatifdir.

Örneğin İngiltere, dünya siyasetinde ABD ile birlikte ve hatta çoğu zaman ABD’yi de motive eden, dünya ölçekli siyasetin en önemli aktörü.

Almanya deseniz, Avrupa siyasetinin hemen hemen birincil aktörü ve çoğu zaman yön veren ‘’lokomotif’’ ülkesi konumunda.

Bu negatif algı durumunun koalisyonların başarılı uygulamalarından çok başarısız yönlerinin öne çıkartılmış olması nedeniyle toplumda pekiştiğini söylemek mümkün.

Koalisyon hükümetlerine sevimsiz, öcü, kötü vs algısıyla bakanların kendince haklı nedenleri de elbet vardır.

Koalisyonlar mükemmeldir demiyoruz burada... Ama öcü de değiller

Temelde bu algının birtakım siyasi dayatmalardan, propagandalardan ve büyük oranda eksik demokrasi bilgimiz ve anlayışımızdan kaynaklandığını da gözardı etmemek gerekir.

Koalisyon Hükümeti İcraatlarından örnekler...

Bazılarınız diyebilir ki kardeşim neden iyi örnekleri ayıklayıp önümüze koyuyorsun.

Zaten yeterince kötü, zararlı, öcü sıfatı verilmiş ve felaket senaryolarına varan çok sayıda örneklemelerle gözümüze sokulduğu için oluşmuş bir negatif algıdan bahsederken, madalyonun öteki yüzüne bakmayı açıkçası daha doğru buluyorum.

Koalisyon Hükümeti denilen yapıların tamamen kötü olmadığını, bazı geçiş dönemlerinde başvurulmasında hiç bir sakınca olmadığını düşünüyorum.

Türkiye toplumundaki genel kanının tersine gayet iyi bir demokratik  aygıt ve akıl olduğunu anlamamız iyi örneklere de bakınca kolaylaşacaktır diye düşünüyorum.

57. Koalisyon Hükümeti...

Hazır son yılların en önemli siyaset gündemi Yeni Anayasa iken size hem de o meşhur 2001 Ekonomik Krizinin çıktığı anda ülkeye hükümet eden DSP-MHP-ANAP koalisyonundan birkaç örnek vereyim.

12 Eylül 1980 darbesi ürünü o başımızdan atamadığımız 1983 Anayasasında yer alan 33 Madde, AB Reform Paketi şeklinde tanımlanarak TBMM’nin %86’sı gibi bir çoğunluk oyu ile değiştirilmiştir ve bu tarihimizdeki en büyük anayasa değişikliklerinden biridir.

Yine AKP Hükümetleri sürekli "Olağanüstü Hal bizim dönemimizde kaldırıldı" derler ya hani, gelin o işin aslına bakalım.

TBMM'de 19 Haziran 2002'de alınan karar ile, OHAL'in uygulandığı son iki şehir olan Diyarbakır ve Şırnak'da, ‘’30 Temmuz 2002'den 30 Kasım 2002'ye kadar son OHAL uygulamasının devamı ve 30 Kasım 2002'de kesin kaldırılması’’ kararlaştırılmıştı.

Yani işbaşına AKP hükümeti yerine bir başka parti de gelse, OHAL zaten bu düzenleme nedeniyle seçimden 1 Ay sonra doğal olarak kalkacaktı ve bu icraat esasen AKP’ye değil bir koalisyon hükümetine aitti.

54. Koalisyon Hükümeti...

Şu, yakın tarihimizin en çok dile dolanan bir başka koalisyon hükümetine, REFAH-YOL hükümetine de bakalım, Refaf Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonuna.

Bütçeden tarım desteklemesine ayrılan fon % 150 arttırılmış.

Enflasyon oranında aylık yapılacak yeni zamlarla memurun enflasyondan etkilenmesi engellenerek, defaten memur maaşlarına % 100 zam yapılmış.

Asgari Ücrette % 101, Emekli memur maaşlarına % 116, Emekli işçi maaşlarına % 121, Bağ-Kur emekli maaşlarına % 221 zam yapılmış.

Eşel-Mobil Sistemi ile enflasyon oranında yılık maaş artışı sağlanmış ve Zorunlu Tasarruf kesintileri kaldırılmış.

Sanayi üretimi % 30’dan % 90’a, Esnaf kredi limitleri ise iki katına çıkarılmış. Buğday, Fındık, Pancar, Tütün ve tüm taban fiyatlarda % 312 ’ye varan artışlar yapılmış. Gübre desteğinde % 100 artış sağlanmış.

Koalisyon Hükümetleri Ne Sağlar...

Esasen demokratik bir yöntem ve kavram olarak parlamenter sistemlerde koalisyonlar bir tür emniyet sübabıdırlar.

Hükümet etme kademesinde halkın en yüksek temsil oranlarına ulaşabildiği demokratik yapılardır.

Demokrasinin yüksek gayesinin çoğunlukçuluk değil çoğulculuk olduğunu da düşündüğümüzde, farklı siyasi anlayışlara sahip partilerin biraraya gelerek oluşturacakları yapıların kötü şeyler olduğunu söylemek, hem teknik olarak abes hem de demokratik anlayış bakımından sorunludur.

Sözün özüne gelecek olursak, Türkiye’nin yakın gündemindeki genel seçimler sonrası, oluşması muhtemel durumlardan biri de koalisyon hükümeti kurulması olabilir.

Bu ihtimali iktidarda olan AKP’nin endişe ile karşılayacağını ve tedbiren ‘’koalisyonlar kötüdür, felakettir’’ temelli bir algı yönetimi yapabileceği de açıktır.

Bir koalisyon hükümeti olur veya olmaz.

Demem o ki...

Sanki rekor oylarla geldikleri iktidarda ülkedeki tüm sorunları yoluna koymuşlar, tüm temel vaadlerini gerçekleştirmişler gibi, yapmaları muhtemel ‘’İstikrar’’ palavralı kuru gürültülere en azından demokrasiye bildiği kadarıyla da olsa inanan bireyler olarak pabuç bırakmamak lazım.

Hoş Kalın

16 Nisan 2015

Ağrı'da Yıkılan Baraj


 HDP’nin 2015 Genel Seçimlerine parti olarak girme kararını açıklamasının ardından birçok platformda onlarca yorum ve değerlendirme yapıldı.





Bu yorum ve değerlendirmelerin bazılarında HDP hakkında absürt ittifak senaryoları dahil birçok asılsız iddialarda da bulunuldu.

Örneğin, bazı iddialar kampanya haline getirilip öyle bir hal almıştı ki sonunda Demirtaş ülke siyaset tarihinin en kısa süreli grup konuşmasını yapmak durumunda kaldı.

Çok net bir ifade kullanarak ve peşpeşe birkaç defa tekrarlayarak, ‘’seni başkan yaptırmayacağız’’ dedi ve bu absürt iddialara önemli ölçüde son verdi.

Ancak Anti-HDP cephesi elbette bu örnek dışında da HDP’nin barajı geçme ihtimaline karşı partiye ve Demirtaş’a yönelik sayısız karalama kampanyası yürüttü.

Neler mi oldu ? Birlikte bakalım....

HDP’nin barajı geçme ihtimali başlangıçta iktidar cephesi tarafından aslında pek de öyle önemsenmiyordu.

AKP, kendine olan aşırı özgüveni ve seçimlerden yine büyük başarı ile çıkacaklarına olan inancı sayesinde HDP’nin barajı geçmesini çok da umursamıyordu.

Lakin, bu rahatlıkları, kısa aralıklarla kamuoyuna kapalı olarak yaptırdıkları anket sonuçları önlerine gelmeye başladıkça yerini ciddi bir korku, endişe ve telaşa bıraktı.

Haklıydılar korkmakta, endişelenmekte ve telaşa kapılmakta.

Toplantı üstüne toplantı yaptılar oy kaybına bir çözüm üretmek için.

39-40 bandında, peşpeşe önlerine gelen anket sonuçları karşısında ne yapılmalıydı da hızla eriyip giden oylar geri gelebilmeliydi.

İktidara geldiklerinden bugüne hiç olmamış ve olan kırıntıları da tamamen sıfırlanmış siyasi vizyonlarına başvurdurlar.

İçeride ve dışarıda tükenmiş ve iflas etmiş politik akıllarıyla ciddi ciddi oturup yeni stratejiler oluşturmaya çalıştılar.

Gezi Olayları ve 17-25 Yolsuzluk İddiaları sonrasında AKP’yi iyiden iyiye teslim alan zamane Goebbelsciklerinden oluşan yeni ve özel Tayyibist grup da akıl verenler arasında elbette önde geliyordu.

Kendilerini millet ama kendileri dışındakileri sürekli ve bilinçli olarak ötekileştirip adeta zillet sayan Tayyibist anlayış, yaklaşan seçimlerde bugün itibariyle muhtemel görünen büyük oy kaybını nasıl telafi edebilirdi.

AKP iktidarına bugüne kadar belki de en ciddi halk desteğini sağlayan, daha özelde ise Kürt seçmenin önemli bir bölümünün de desteğini almasına neden olan Çözüm Süreci de ellerindeki önemli kozlardan biriydi.

Tüm Çözüm Süreci mimarlığı iddialarına rağmen, gelen anketler AKP’den HDP’ye ciddi oranda bir Kürt seçmen geçişine işaret edince, yapacakları şey AKP açısından gayet basitti.

Egemen Kürt Siyasi Hareketinin yani HDP’nin dikkat çekici ve barajı yıkıp geçen oransal oy yükselişini engellemek için, HDP’ye kaptırdıklarını düşündükleri oyalamadan ibaret ve uzunca süredir derin dondurucuda duran Çözüm Süreci’ni geri sarmaya karar verdiler.

İlk çıkışı Erdoğan’dan gelen ‘’Ne Kürt Sorunu ya, Kürt Sorunu diye birşey yoktur’’ çıkışıyla gördü toplum ve tabi Kürtler.

AKP içindeki fayları bir nebze daha belirginleştiren bu çıkış her ne kadar Erdoğan’ın bulunduğu coğrafyaya göre farklılık göstrerek ‘’Benim Kürt vatandaşımla sorunum yoktur Kürtlerin çözüm bekleyen sorunları vardır’’’ mealinde ifadelerle bir şekilde tolere edilmeye çalışılsa da amaç hasıl olmaya başlamıştı.

AKP yine her seçim döneminde yaptığı üzere daha milliyetçi söylemlere sarılmaya başlamış ancak bu sefer söylemde kalmayıp Çözüm Sürecini de akıl verenlerin stratejileri gereği devreden tamamen çıkarmaya karar vermişti.

Evet yanlış duymadınız, bakmayın bundan sonra AKP’nin süreç müreç kelamlarına, derin dondurucuda artık o süreç.

Bu noktada HDP’nin, masayı aslında fiilen terk etmiş olan AKP ile bir çözüm bulma arayışının devamında da pek bir mana kalmış görünmüyor.

Türkiye’de bu meselelerin çözümü için artık 7 Haziran seçim sonuçlarını beklemek gerekiyor, yani yeni kurulacak hükümeti.

Bu kurulacak yeni hükümetin de bugünkü anket, araştırma vs ler ışığında bir koalisyon hükümeti olma olasılığı giderek kuvvetleniyor.

Devam edelim...

AKP’nin kendisini terk eden Kürt seçmenlere resti anlamındaki bu kararın altı Erdoğan’ın ‘’İzleme Heyeti’’ konusundaki ‘’olumlamaması’’ ile doldurulmaya devam etti.

AKP deli cesareti denilebilecek ve açıkça gemileri yakmış şekilde Erdoğan’ın kendi tabanını pekiştirmeye, MHP’den oy devşirmeye ve kendi ‘’Milli Görüşçü’’ tabanını da korumaya yönelik sözlerinin peşinden hızla sürüklenmeye başladı.

AKP bugün bahsettiğim noktaya gelmeden önce ülkenin başka kulvarlarında ise bazı çok önemli gelişmeler yaşanmıştı.

Düne kadar ‘’düşman’’ olarak tanımlanan ve haklı-haksız, kuru-yaş demeden bodoslama dalınarak, neredeyse tarumar edilen TSK ile ‘’yakınlaşmalar’’ ve hükümet ile ordu arasında beklenmeyen şekilde sıcak rüzgarlar esmeye başlamıştı.

Elbette burada hükümetler ordusu ile kavgalı olmaları gerekir falan diyor değiliz, ancak 180 derecelik dönüşler ve bu kaynaşmaların AKP-Cemaat kavgaları sonrasında olması dikkat çekici bir husustur.

Bazı önemli virajları kronolojiye bağlı kalmaksızın hatırlamaya çalışalım....

2013 yılının Aralık ayında Erdoğan'ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Gülen cemaatini ima ederek orduya kumpas kurulduğunu idddia etmişti.

2014 yılının Mart ayında, adeta tarumar edilen TSK’nın önemli bir tutuklusu olan Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ iktidara yakın gazetecilerce cezaevinde ziyaret edilmeye başlanmıştı.

O günlerin manşet ifadeleriyle ‘’asırlık’’ olarak nitelendirilen 28 Şubat, Ergenekon, Balyoz, Ayışığı vs gibi davalardan tahliyeler peşi sıra gelmeye başlamış, birçoğunda tutuklu sanık kalmamıştı.

Bazı davalar ya yeniden görülmek üzere ya kapatılmış ya da Kozmik Oda davasında olduğu gibi ki bu bence tüm askeri vesayete yönelik davalar içerisinde en önemli davaydı, takipsizlikle sonuçlanmıştı.

IŞİD’in Kobane saldırılarını protesto amacıyla yapılan eylemlerde onlarca faili meçhul cinayet işlenmiş, suçlu olduğu ifade edilen ancak sonradan olaylarla ilgisi olmadığı ortaya çıkan insanlar, Bingöl örneğindeki gibi ya tutuklanmış ya da bizzat devlet eliyle ne yazık ki öldürülmüştü.

Tuhaf şekilde tüm provokasyonlara dikkat çağrılarına rağmen olay bazında ve dönemsel de olsa şiddetin yükselmesi önlenememişti.

Adeta birilerince kontrollü bir gerilim ve kontrol edilebilir bir şiddet ülkede varlığını sürdürmekte hiç bir zorlukla karşılaşmamıştı.

Cizre’de çocuklar başlarından vurularak acımasızca katledilmiş, bazılarının emniyet güçlerince vurulduğu belirlenmiş, bazı ölümlerin failleri ise yine meçhul hanesine yazılmıştı.

Oysa bu hükümet daha birkaç sene öncesine kadar, hükümetimiz döneminde hiçbir faili meçhul olmamıştır sözünü dilinden düşürmemiş bir hükümetti.

18 Mart Çanakkale anmaları için gittiği Harp Akademilerinde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına hiçbir zaman razı olmadım" demişti.

Arada gerçekleşmiş birçok başka hadiseyi yazarak yazımızı uzatmayalım, zaten biraz uzun oldu, kusura bakmazsınız artık.

Ağrı’da yaşananlara kısaca değinerek toparlayalım....

Benim dikkatimi çeken noktalar ve oluşan sorular,

1-) Operasyon devam ederken Erdoğan’ın operasyon hakkında Sakarya mitinginde topluluğa operasyon bilgisi vermesi ve bunun AKP için siyasi sonuçları.
2-) Şu an için herhangi bir resmi sıfatı ve konuya dair görevi olmayan, Efkan Ala’nın operasyon hakkında detaylı bilgi vermesinin anlamı ve siyasi sonuçları.
3-) Ağrı Valisi’nin herhangi bir resmi sıfatı olmadan ilk teknik açıklamayı yapan Efkan Ala’nın eski müsteşarı olmasının Ala’nın yaptığı açıklama ile bir ilgi ve bağının olup olmadığı ve bu durumun toplumda yarattığı soru işaretleri.
4-) Olayda 1 PKK’li ve eski BDP İlçe Başkanı olan 1 Sivil vatandaş ölmesine rağmen, Genel Kurmay tarafından erkenden yapılan açıklamada 5 PKK’linin öldürüldüğünün söylenmesi, bunun yanlışlıkla mı yoksa bir maksat gözetilerek mi yapıldığına dair oluşan sorular.
5-) Genel Kurmay’ın yaralı askerlerimize yardım eden vatandaşlara, Demirtaş’ın öncesinde yaptığı halk askere yardım etti açıklamasını doğrulayarak teşekkürüne rağmen Erdoğan’ın Genel Kurmay’ı yalanlamasının yarattığı sorular.

Tüm bu anlattıklarımın baraj ile ilgisi nedir diye sorabilirsiniz.

Ben de size şu soruları sorayım ve yazıyı bitirelim.

1-) Provokasyon olup olmadığı bilinemeyen, şiddetin tırmandığı ve üstelik seçime gidilen ortamlarda halkın genel tercihi istikrar ve güvenlik adına hükümetten yanalık mı gösterir yoksa henüz şans vermediği muhalefetten yana mı ?
2-) PKK ile TSK arasındaki bir çatışma toplumda aşırı milliyetçi duyguları mı körükler yoksa demokrat duruşları mı ?
3-) Olası bir şehit asker haberlerinin gelmesi hangi siyasi partilerin lehine bir algı durumu ve sandıkta oy eğilimi yaratır.
4-) Çözüm Süreci ile ilgili olarak, masadan kalkan tarafın halka dönüp ‘’bak gördün mü onlar bozdu süreci’’ demesine, çok ölümlü bir PKK-TSK çatışması nası etki yapar ?
5-) Cumhuriyet’te Erdem Gül’ün haberine göre, Güneydoğu’da milletvekili adayları listesindeki yerini beğenmeyerek istifa eden AKP’lilere parti yönetiminden böyle bir mesaj iletilmiş midir ? Bu kadar eminliğin sebebi nedir ?
“İstifanızı geri alın. HDP’nin % 10 barajını aşamayacağına EMİNİZ. Diyarbakır’da 11 milletvekilinden 8-9’unu, Batman’da 4 vekilden belki tamamını, Güneydoğu’daki diğer illerde de milletvekillerinin % 90’ını biz alacağız
6-) Operasyon emrinin Valilikten olduğu söylenerek adeta ‘’günah keçisi’’ olarak Ağrı Valisi ilan edildi. Peki bu tip operasyonların emri sizce de Vali’nin bağlı olduğu diğer üst makamlardan değil midir ? Başka türlü olması hukuki işleyiş ve sorumluluk silsilesi açısından mümkün müdür ?

Welhasılıkelam...

HDP’nin barajı geçme ihtimalinin her geçen gün daha da kuvvetlenmesi, bir yerlerde birilerini çok fazla rahatsız etmiş durumda.

Herhangi bir kişiyi, kurumu veya görevlisini bu tür olaylarda direk suçlamak fazla önyargılı ve haksız bir tavır olabilir.

Bu yazıyı birilerini suçlamak için de yazmadık hoş, lakin Türkiye gibi geçmişi karanlık dehlizlerle dolu bir ülkede insan herşeyi sorgulamaktan kendini geri alamıyor.

Belirttiğim hadiseler ve sorular ışığında takdir, tahmin ve yorumlar size ait.

Benim kişisel kanaatim odur ki;

Ağrı Diyadin’de, büyük olasılıkla kim olduklarını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz ‘’birileri’’ , 1980 darbesinin Kürt Siyasi Hareketlerini önleme amaçlı ürünü olan barajı işe yarar kılmak için, kurnazca sandıkları bir hamlede bulunmuşlardır.

Ancak HDP’yi baraj altında bırakma amaçlı bir tuzak olma olasılığı yüksek görünen bu son hadise, o ‘’birilerinin’’ ellerinde patlamış ve arzu ettikleri amaca ulaşamamıştır.

Olan maalesef askeriyle siviliyle her zamanki gibi ülkemiz insanların canlarına olmuştur.

Bu türden yöntemlere yeniden başvuracakları yönündeki korkuma rağmen, umuyorum ve diliyorum ki canlar üzerinden siyasal kazançlar sağlamaya yönelik bu tür eski ve ilkel yöntemlere ‘’birileri’’ yeniden başvurmazlar.

Hoş Kalın

3 Nisan 2015

Faylar ve Muhtemel AKP Depremi -3-




AKP’nin içindeki hareketli faylara bakmaya devamen....

Arınç konusu...

AKP’nin yönetim kadrolarının liderleri dahil ‘’abi’’ dediği biri Arınç...
Bu ‘’abi’’ ifadesi öyle laf olsun diye Arınç’a atfedilmiş bir ünvan değil elbette...

Arınç için, hem yaş itibariyle birçok AKP yöneticisinden büyük olduğu için, hem de AKP’nin demokrat ve özgürlükçü soslu ancak temelde Siyasal İslamcı ideolojisinin önde gelen ideologlarından biri olduğu için de bu ‘’abi’’ ünvanı hak ediyor diyebiliriz...

AKP’nin kuruluşunda da, şu an için AKP saflarından bilinçli ve sistematik şekilde partinin lideri tarafından ince dizayn bir süreçle uzaklaştırılmış ve AKP ile bağları kesilmiş diğer birçok kurucu gibi azımsanamayacak emeği olanlardan biri Arınç....

Bir başka açıdan bakacak olursak, Arınç aynı zamanda bugünlerde Havuz Medyası olarak tanımlanan koşulsuz AKP destekçisi medyanın da, partinin medyadan sorumlu ismi olarak temellerini atan ve gelişmesine önemli katkıları olan biridir....

AKP destekçisi medyanın bugün itibariyle geldiği noktadan Arınç’ın ne derece memnun olduğu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, özellikle AKP destekçesi medyadaki hemen tüm kadroların Arınç’ın bilgisi ve yönlendirmeleri dahilinde oluştuğunu söylemek gerçek dışı olmayacaktır...

Sadece medya teşkilatlanması değil, AKP’nin parti teşkilatlanmalarının ve hatta milletvekili olarak aday gösterileceklerin belirlenmesinde de bugüne kadar Arınç’ın söz sahibi olduğunu hatırlatmamıza gerek yoktur sanırım...

Sadece bu saydıklarım mı Arınç’ı AKP’de önemli kılıyor diye soracak olursak, cevap elbette hayır olacaktır.

Mesela bir örnek daha vermek gerekirse ; AKP’nin ‘’aldatıldık, safmışık’’ gibi açıklamalarıyla kendini ‘’mağdur’’ ve‘’masum’’ göstermeye çalıştığı ve bugünlerdeki ‘’paralel’’ tanımlamasıyla malum MGK Kırmızı Kitabına aldırıp ‘’düşman’’ olarak belirlediği, lakin daha düne kadar yağan yağmurda yolları beraber yürüdükleri ‘’cemaat’’ ile belki de en direkt bağlantı noktasını yine aynı kişi, yani Arınç oluşturmaktaydı...

Her ne kadar Arınç’ın kendi ifade ettiği ‘’özgül ağırlığı’’ bugüne değin sadece sözde kalmışsa da, Arınç’ın yukarıda aktarmaya çalıştığım bir kaç özelliği nedeniyle AKP içinde gerçekten bir ‘’özgül ağırlığı’’ olduğu atlanılmaması gereken bir durum...

Evet... Arınç bugüne kadar birçok defa AKP’ye ve hatta partinin liderine yönelik bazı öz eleştirilerde bulunmuş ancak hemen her defasında da ne hikmetse ‘’geri adımlar’’ atan kişi durumunda da kalmıştır...
Ancak Arınç her dikkat çeken çıkışında, kimi zaman gereken yerlere bir tür ayar vermiş, kimi zaman da parti içinde yükselen aykırı seslerin gazını alan bir emniyet sübabı olmuştur....

İşte bu durumların hepsi, ‘’geri adımlar’’ attığı sıkça söz konusu olsa da aslında Arınç’ın AKP içindeki önemini ve klasik tabirle bir ‘’ağır topu’’ olduğunu gösteren açık işaretlerdir.

Arınç’ın birşeylere canının sıkkın olduğunu ve artık bir tür patlama noktasında olduğunu en son ‘’İzleme Heyeti’’ konulu tartışmalarda, direkt Erdoğan’ın bu konudaki açıklamalarını hedefe alan çıkışıyla görmüştük...

Bu açıklama sonrasında, AKP’nin koşulsuz biatçı Tayyibistleri tarafından hemen her Erdoğan’a muhalif ifadenin arkasından gelen, kim eleştirmiş veya kim muhalif ifadede bulunmuş olursa olsun artık klasik bir reaksiyon haline gelen kişinin hedefe konulma ve aforoz edilme çabalarını da yaşadık...

Bunu sadece sosyal medya mecralarından güdümlü besleme laf ebesi trolleri vasıtası ile yapmadı Tayyibistler, hepinizin malumu Ankara Belediye Başkanı Gökçek de sahaya sürüldü ve Arınç’a linç kampanyasının önderliğine oturtuldu...

Şu husus dikkatinizden kaçmasın, yukarıdaki ifadelerimde Gökçek için ‘’sahaya çıktı’’ demedim ‘’sahaya sürüldü’’ dedim. Yine yukarıda ‘’linç kampanyasının önderliğine oturdu’’ demedim, ‘’önderliğine oturtuldu’’ dedim...

Kozmik Oda davasının başlamasına neden olan hadisenin Arınç’a bir suikast iddiası olduğunu da hatırlayalım. Arınç ismi AKP içinde sıradan bir isim olsaydı böyle bir iddia da söz konusu olmazdı herhalde değil mi ?
Peki ya ‘’İzleme Heyeti’’ konusundaki çıkışının ardından gelen Arınç’ın BBC Türkçe’ye verdiği röportajda geçen ifadelerine ne demeli ?

ArınçBBC Türkçe’ye verdiği röportajda hem ‘’İzleme Heyeti’’ ve Çözüm Süreci’ne yönelik daha önce yaptığı açıklamalarını yeniden vurgulamış, hem ‘’Başkanlık Sistemi’’ hakkındaki yorumlarında Erdoğan’ın ‘’Bal gibi olur’’ dediği ‘’Türk Tipi Başkanlık’’ ifadelerine, ‘’Montaj usulü başkanlık sistemi olmaz’’ diyerek yanıt vermiş, hem de bence en önemlisi diyebileceğim şu ifadeleri kullanmış ;

‘’Yani biz bütün bu eleştirilerimizde ‘Kral çıplak’ filan demedik daha. Belki öyle günler gelecek ki ‘Kral çıplak’ denecek’’

Şimdi... AKP içindeki fay hatlarına dair Arınç bahsini bitirirken ve AKP içindeki diğer faylara bir sonraki yazımızda devam edeceğimi de belirterek, şu soruyu soralım ve bugünkü yazımızı bitirelim...

Her ne kadar Arınç hem AKP’nin 3 dönem kuralı gereği hem de kendi beyanları ışığında aktif siyasetten uzaklaşacak olsa da, böylesine etkin bir ismin AKP’nin içinde şu an en belirgin olan SARAY-HÜKÜMET adını verebileceğimiz iki ana faydan birine tüm bu siyasi bilgi, tecrübe ve birikimlerini kanalize etmeyeceğini söyleyebilir miyiz ?



Hoş Kalın

Twitter : @cngzkync