18 Aralık 2012

Kuvvetler Ayrı Mı ?


16 Aralık 2012 de Konya’ya giden Başbakan Erdoğan, dün ‘’Konya Ekonomi Ödülleri 2012’’ törenine katıldı. Erdoğan, törende şu dikkat çeken açıklamaları yaptı ;

''Şu anda bile bazı sıkıntıları hala yaşıyoruz. Kendi iktidarımızda bile yaşıyoruz. Ama burada bile maalesef yaşadığımız sıkıntıların ardında sistemin içindeki ne yazık ki yanlışlıklar. Sistem düzenli kurulmamış. Düzgün kurulmadığı içindir ki umulmadık yerde, umulmadık şekilde bakıyorsunuz bürokrasi karşımıza dikiliyor. Bürokratik oligarşi karşınıza çıkıyor.

Umulmadık yerde yargı ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Yasama, yürütme, yargı bu ülkede öncelikle milletin menfaatini düşünmesi lazım. Ardından bu devletin menfaatini düşünmesi lazım. Eğer biz güçlü hale geleceksek böyle güçlü hale geleceğiz. Eğer benim yapacağım yatırımı bir kelimeden dolayı kalkar da 3 ay, 6 ay erteletirsen, bu 1 sene 2 seneye giderse, o zaman bu ülkenin kaybının bedelini, asla ne tarihe hesabını verebilirsiniz ne de bu toprağın altında yatanlara hesabını verebilirsiniz.

En başarılı alanlardan bir tanesi olmasına rağmen hala sağlıkta bunu aşamadık. Niye? Bürokratik oligarşi ve yargı. Ama dışarıdan bakanlar da zannediyor ki  ''Yav işte 326 milletvekiliniz var, 326 milletvekiliyle hala mı bahane?’’ Ama işte bu kuvvetler ayrılığı denen var ya... O önünüze gelip engel olarak dikiliyor. Senin de bir oynama sahan var. Şimdi ana muhalefet partisi genel başkanının tek sığındığı bu zaten.’’

Yukarıda bildirdiğim Erdoğan’ın konuşmasının, bana göre önemli bazı kısımlarının da altını çizerek dikkatinizi çekmek istedim. Şimdi birlikte bu ''kuvetler ayrılığı’’ nedir şöyle bir bakalım.

''Kuvvetler Ayrılığı Prensibi'' nedir ?...

Bu prensibi her bir devlet faaliyetini ayrı bir organa vermek yoluyla devlet işlerinin çeşitli organlar arasında bölüşülmesi olarak basitçe tanımlayabiliriz. Genel geçer ve bu prensibe bağlı olarak kurulmuş bir devlette, seçilmiş iktidarın yapması gereken ana işler ve bu işlerin gerektirdiği faaliyetler temel olarak üçe ayrılmakta.

Bu faaliyetleri ; Plan, Kontrol, Sevk ve İdare şeklinde tasnif edebiliriz. Daha bilinen bir tasnifle ise bu faaliyetler Yasama, Yürütme ve Yargı olarak da ifade edilmekte.

En iyi hükümet edebilme sistemini arayan filozof Aristo, bu tasnif gerekliliğini daha ilk çağlarda tespit eden ilk kişi olmuş ve devlet faaliyetlerini üç bölgeye ayırmış, her bölge faaliyetinin de ayrı bir organ tarafından yapılmasını o günün yöneticilerine tavsiye etmiş.

Ancak o dönemlerde Aristo’nun bu tavsiyesini ciddiye alan olmamış. Yüzyıllar boyunca var olmuş devletlerin çoğunda organların ayrılması yerine, organların bir olduğu bir sistem kullanılagelmiş. İktidarı elinde bulunduranlar, Aristo nun ayrışmasını tavsiye ettiği faaliyetlerin tümünü birden, Aristo’nun tavsiyesinin tam tersi bir duruşla tüm kuvvetleri ellerinde tutarak hükümet etmişler.

Bugünkü ‘’şikayetçi’’ bulduğum ifadesinden Erdoğan’ın da bu şekilde bir yönetim biçimini mi arzuladığını tam olarak henüz bilemiyoruz. Ancak isteği ülkeye bu şekilde hükümet etmek ise, şimdiden bu prensibi ‘’Kuvvetler Birliği Prensibi’’ olarak tanımlamakta fayda var. Zaten bu prensibi ilk dile getiren de, dünya siyasi tarihine bakacak olursak Erdoğan da değil. Bu prensip geçmişte gayet bilinen ve zaten yüzyıllar boyunca uygulanmış ancak günümüzde büyük oranda terk edilmiş bir sistem.

‘’Kuvvetler Ayrılığı Prensibini’’ devletin organize edilmesi amacıyla, iş sahalarının ve organların ayrılması, muayyen işlerin muayyen organlara verilmesi de aslına bakarsanız tek başına yeterli değil. Asıl olan, organlardan ziyade “iradelerin ayrılması” konusu. Yani organların herbirinin kendi sahasında serbest bir irade ile hareket eder olması gerekliliği. İşte ancak bu yapılabildiğinde asıl ve arzu edilen kuvvetler ayrılığı söz konusu olabiliyor.

Aksi takdirde, zaten işleri daha kolay yapabilmek için diktatörlüklerde dahi bir iş bölümü ve organların ayrılması durumu var ve uygulanıyor. Fakat diktatörlüklerde iradeler ayrılmadığı için, böyle ülkelerde kuvvetler ayrılığı söz konusu olamıyor. Zaten bu şekilde yönetilen ülkelerde, bütün devlet teşkilatına hakim olan bir irade merkezi var ve hükümet eden en tepedeki kişiye de muhtelif isim ve ünvanlarla kamufle edilerek diktatör deniyor. Bu şekilde yönetiken ülkelerin ekseriyetinde her alandaki kurumlar ve personel, müdürlerinin şeğlerinin emri ve iradesi önünde eğilmeğe mahkum bir kukla varlıktan başka bir şey olamıyor.

Aristo’dan sonra....

Aristo’dan daha sonraları bu konuya 18.Yüzyılın Tabii Hukuk Mektebi mensuplarından Jon Locke değinmiş. Locke, bu görüşü sırf kendi mantık ve muhakemesi ile değil, İngiltere’de o zaman mevcut olan durumu ve İngiliz siyasi müesseselerin işleyişini de göz önünde tutarak yeniden gündeme getirmiş.

Ancak Locke’un bu konjonktür desteği ile yeniden ortaya attığı ‘’Kuvvetler Ayrılığı Prensibi’’ tıpkı Aristo’nun tavsiye denemesindeki gibi hep teoride kalmış ve halka ulaşamamış.

Locke’dan sonra...

Kuvvetler Ayrılığı Prensibini bugünkü anlamı ile ilk defa ortaya atan ise Montesquieu olmuş. İşi biraz daha sıkı ele alan Montesquieu, çeşitli ülkelerin siyasi kurumlarını inceleyerek işe başlamış. Bu şekilde parça parça yaptığı tespitlerden genel ve toplu sonuçlar çıkarmaya çalışmış.

Çalışmaları sonrasında Montesquieu şu kanaate varmış ; “Bir kuvvet, karşısında kendi cinsinden başka bir kuvvete rastlamadıkça dolu dizgin gider. Zira ezeli bir tecrübe ile sabittir ki, kuvvet sahibi herkes, bunu kötüye kullanmaya meyledebilir ve kuvvetine hudut buluncaya kadar gider. Fazilet bile sınırlanmaya muhtaçtır.”

Montesquieu’nün bu görüşü benimsenmiş ve 1789 tarihli Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nde kullanılarak, “Herhangi bir cemiyette vatandaş hakları teminata bağlanmamış ve kuvvetler ayrılığı temin edilmemiştir; o devletin anayasası yoktur.” şeklinde ifade edilmiş.

İlave bir bilgi olarak vermek gerekirse, ‘’Kuvvetler Ayrılığı Prensibi’’ ilk defa yazılı bir anayasa olarak 1787 tarihli Amerikan Anayasası’nda yer almış. Daha sonraları ise 19. ve 20.Yüzyılda diğer ülkelere de yayılmış.

Atatürk demiş ki ...

Bakın bazı kaynaklarda Atatürk’ün bu konuya dair vaktiyle şöyle bir ifade kullandığı yer alıyor ; "Bu Rousseau yanılıyor, hiç insanın elindeki kuvveti dağıtmak faydasına olur mu?" 

Rousseau ismi sizi şaşırtmasın, aslında yukarıda da anlattığım üzere kuvvetler ayırımı prensibini Aristo ve Locke dan sonra en donanımlı şekliyle ortaya atan kişi "Yasaların Ruhu" adlı kitabıyla Montesquieu, fakat o günlerde Atatürk olur ya insanlık halidir, ya isimleri karıştırdığı ya da bu konuyu yeterince inceleme fırsatı bulamadığı için bu şekilde yanlış bir isim kullanmış olabilir.

Elbette o günün koşulları gereği Atatürk’ün elindeki gücü bırakmasının muktedir kalma adına söz konusu dahi olamayacağı da ayrı bir gerçeklik.

Açıkça söylemek gerekirse bu prensibin varlığı ile her şeyin yolunda olması arasında çok doğru bir orantı söz konusu olamıyor.

Her halukarda ülkenin kendi içinde bulunduğu koşullar ve genel uluslararası koşullar, bazen dönemsel olarak da olsa, liderler açısından ''Kuvvetler Birliği Prensibi’’ ihtiyacını söz konusu edebiliyor.

Bu çerçevede Erdoğan'ın ''Kuvvetler Ayrılığı Prensibi'' ile ilgili şikayetlerine hak vermemek pek de doğru olmayabilir.

Sorular...

Bugüne ve Erdoğan’ın dünkü şikayetine geri dönecek olursak, mevcut koşullar ve iç siyasal dengeler, Türkiye deki mevcut iktidara ‘’Kuvvetler Birliği Prensibini’’ uygulamak durumunu gerekli ve haklı kılacak şartlarda mıdır ?

Konuya Başbakan'ın bir diktatörlük hevesi olarak değil de, ülke menfaatleri açısından yani iyi tarafından bakacak olursak, Erdoğan’ın ülkesine daha iyi hizmet verebilmesi ve daha iyi hükümet edebilmesi adına bu prensibe ihtiyacı gerçekten var mıdır ?

Kuvvetler Ayrılığı Prensibi teoride Yasama, Yürütme, Yargı ayırımını ifade ediyor ancak, hükümetler yani Yürütme, zaten Meclis yani Yasama da çoğunluğu elde edenlerden oluşmuyor mu?

Yasama’nın içinden çıkmış olan bir Yürütme’nin yasamadan bağımsız olması düşünülebilir mi ?

Hem ülkemize hem de diğer ülke demokrasilerine baktığımızda, pratikte yasama ile yürütme ayrı olabiliyor mu ?

Mesela  kabine ile, hükümet partisinin meclisteki grubunun birbirinden bağımsız olduğunu söyleyebilir miyiz ?

Yasama ve Yürütme aslında zaten ayrı değil tam tersine tek değil mi ? 

Yasama ve Yürütme mevcut sistem nedeniyle fiilen TEK iken, Yargı nın bu durumdan etkilenmemesi ne kadar mümkün ?

Bir sistemdeki bütün kuvvetler tek bir nokta tarafından seçiliyorsa, o sistemde kuvvetler ayrımı nasıl olabilir ?

Bir sistemde kuvvetler ayrılığı olması için; kuvvetlerin aynı değil farklı kitleler tarafından seçilmesi gerekmez mi?

Sürekli Başkanlık Sistemini gündeme getiren Ak Parti'nin, başkanlık sisteminin nerdeyse tam da kendisi olan ''Kuvvetler Ayrılığı Prensibine'' taban tabana zıt bu son söylemi, aslında parti olarak niyetlerinin gerçekte başkanlık sistemi değil de ''Partili Cumhurbaşkanlığı'' olduğunun dolaylı bir beyanı mıdır ?

Kim bilir ?...

Erdoğan, konuya dair son şikayetinde devlet iktidarının zaafa uğramaması adına mı bu çıkışta bulunmuştur elbette bunu bilemiyoruz ve niyetini okuyacak halimiz de elbette yok.

Kimbilir, belki Erdoğan ülke adına yapmak istediği iyi şeyleri arzuladığı gibi yapamamaktan şikayetçi ve daha iyi yapabilmek için ‘’Kuvvetler Birliği Prensibini’’ dile getiriyor.

Kimbilir, belki Erdoğan yürütmekte olduğu bazı tarihi davalardan yüzünün akıyla çıkabilmek ve ülke üzerine yıllarca kabus gibi çökmüş çeşitli vesayetlerle mücadele adına bunu dile getiriyor.

Kimbilir belki de kendisinden sonra Türkiye’nin yeniden Başbakanını, Cumhurbaşkanını seçememe sorunu yaşamaması ve hatta koalisyonlara gebe kalmaması için bunu dile getiriyor.

Diktatör olmak adına mı bu ‘’Kuvvetler Birliği Prensibi’’ ni dillendiriyor dersiniz ? Samimiyetle ben bunu hiç sanmıyorum, hatta böyle bir hedefi, dünya üzerinde mevcut diktatörlerin ne hallere geldiklerini neredeyse naklen canlı yayınlarda izlediğimiz günümüzde kendine amaç edineceğini asla sanmıyorum.

Hemen söyleyeyim, diyelim ki Başbakan buna niyetlendi, inanın hiç şansı yok bu konuda Başbakan'ın. Neden mi ?

Çünkü bu toplum bir diktatöre bu saatten sonra asla evet demeyecektir ve buna niyetleneni de sandık zamanı gelince oy vermeye gidip, daha önce verdiği hükümet etme yetkilerini geri almasını bilecektir.

Öyle ya, asıl yetki sandık olduğu sürece bizde yani vatandaşlarda değil mi ?

Özetle...

Biz halk olarak 4-5 yılda bir düzenlenen bir genel seçimle Yürütmeyi seçiyoruz. Seçtiğimiz Yürütme fiilen ayrıca Yasama işlevini de görüyor.

Seçtiğimiz hükümetler hele de tek başına iktidar iseler, zaten  istedikleri yasaları çıkarabiliyorlar, onların istemedikleri ise doğal olarak çıkamıyor.

Yasama ve Yürütme ise Yargıya kendi istediği ve seçtiği kişileri koyabiliyor. Biz de sonra demokrasi için kuvvet ayrılıgından bahsediyoruz.

Sanırım, her ne kadar teoride böyle bir prensip olsa da uygulamada olmayan olamayan bir prensibi konuşuyoruz.

Görünen o ki; Bugün artık Kuvvetler Ayrılığı Prensibi eski klasik anlamından oldukça uzaklaşmış durumda.
Hatta gerçek anlamda ‘’Kuvvetler Ayrılığı Prensibi’ ile yönetilmenin, çoğu zaman devlet iktidarını zaafa uğratmakta olduğu da ifade edilebilir.

Sanırım çoğu zaman söylendiği gibi, ‘’Demokrasi elimizdeki kötü yönetim biçimleri arasında en iyi olanı’’

Hoş Kalın...

18 Aralık 2012
Twitter : @cngzkync

11 Aralık 2012

Yeni Anayasa ''Hayaldi Hala Hayal''


Bundan nerdeyse bir sene önceydi,  15 Aralık 2011’de köşemde ‘’Boyun Borcu’’ başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Şunları söylemiştim ;

’Ak Parti , ‘’ Çıraklık ve Kalfalık ’’ dönemi eserlerine ilaveten, ’’Ustalık Dönemi’’ adını verdiği yeni dönemde ‘’ Yeni ve Sivil Anayasa ’’ ile en kalıcı eseri yapmak ve ülke toplumuna sunmakla yükümlüdür. Yeni Sivil Anayasa ; Ak Parti nin kendisine gösterilen teveccühün boyun borcudur.’’ 
O yazıma bu linkten ulaşabilirsiniz http://www.haberx.com/boyun_borcu(19,w,10424,524).aspx

Yeni Anayasa...

Bildiğiniz üzere TBMM de Yeni Anayasa yapmak üzere bir Anayasa Uzlaşma Komisyonu kurulmuştu ve halen de bu komisyon mevcudiyetini koruyor.

Geçtiğimiz günlerde Daniel Dombey adındaki Financial Times yazarı makalesinde aynen şunları söylemiş ; ‘’Türkiye’de Yeni Anayasa yapımı konusundaki ümitler giderek solmakta’’

Dombey, Ak Partinin gündeme taşıdığı Başkanlık Sistemi tartışmaları hakkında da bazı yorumlarda bulunmuş ve bizzat Ak Parti içindeki bazı milletvekillerinin aslında bu sisteme karşı olduklarını da ifade etmiş.

Dombey’in genel siyasi duruşu vs gibi konuları bir yana bırakarak sadece bu iki tespitinden hareketle son iki tespitinde haksız olmadığını düşünüyorum.

Anayasa Uzlaşma Komisyonu....

Gelin biz yazımın asıl konusu olan Yeni Anayasa’ya dönelim ve sürecin neden halkta umutları solduran bir duruma geldiğine ve hatta bu durumun aslına bakarsanız ne kadar da doğal bir sonuç olduğuna  birlikte bakalım.

Öncelikle Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun önemli bir maddesine ele alalım. Bakın o madde ne diyor.

Madde 6.- Karar Yeter Sayısı

‘’Komisyon, Komisyonu oluşturan bütün siyasi partilerin mutabakatı (görüşbirliği) ile karar alır. Karar alınamayan konular, Komisyonun uygun göreceği zamanda yeniden değerlendirilir. Sürecin tamamlanıp tamamlanmadığı ve nihai metnin (taslak bütününün) tekemmül edip etmediği hususu dahi mutabakat ile belirlenir.’’

Yukarıdaki maddede ‘’mutabakat’’ ile ilgili sözlerin altını özellikle çizdim, isterseniz bunu biraz daha açalım.
Karar yeter sayısı ile ilgili olan bu maddede ifade edilen şu :  Yani herhangi bir karar alınacaksa bu kararın alınmasının şartı komisyon üyesi olan dört partinin her birinin ONAY vermesi ile mümkündür. Parantez içinde de ayrıca belirtildiği üzere ‘’görüşbirliği’’ gerekmektedir.

Şimdi bir diğer maddeye bakalım. Bakın bu madde ne diyor.

Madde 13.- Anayasa taslak metninin değiştirilememesi

‘’Anayasa taslak metni, gerek uzlaşma ve yasama komisyonlarında ve gerekse Genel Kurulda partilerin mutabakatı olmadıkça değiştirilemez; ekleme yapılamaz. Hazırlanan taslak metnin (teklifin) Meclis Başkanlığına verilmesinden sonra bu metin üzerinde mutabakata dayalı değişiklik yapılması halinde Anayasa Uzlaşma Komisyonunun görüşü alınır.’’

Yukarıdaki maddede de aynen diğer paylaştığım maddede ki gibi önemli olan kelime ‘’mutabakat’’.
Şimdi aklınızdan şöyle bir şey geçebilir. Ya Hu kardeşim işte adamlar ‘’mutabakat’’ demiş, ne güzel daha ne istiyorsun, anayasa bu,  tabi ki ‘’mutabakat’’ ile yapılacak.

Eywallah ve amenna...
Mutabakat elbette iyidir idealdir...
Buna kim itiraz edebilir ki ‘’etik’’ ve ‘’teorik’’ açıdan.. ?
Gel gelelim durum ne yazık ki ‘’pratikte’’ hiç de böyle değil...

Anayasa Uzlaşmama Komisyonu...

Bu ‘’mutabakat’’ şartının, yani dört partinin onayı olması şartının komisyonu apaçık kilitlediği ayan beyan ortada duruyor.

Komisyonda yer alan partiler, TBMM de devam eden diğer görüşmelere ve yine devam eden siyasi söylem ve uygulamalara paralel olarak, ellerindeki bu onay şartını apaçık bir şekilde komisyonu dilediklerinde çalıştırmamak üzere kullanıyorlar.

Sıcak bir örnek vermek gerekirse örneğin Ak Parti dokunulmazlıkları gündeme getirdiği ilk anda, buna reaksiyon olarak konuyla ilgili parti olan BDP derhal komisyona katılmamakla tehditte bulunuyor.

Bunun doğal sonucu olarak da komisyon çalışamıyor ve toplumun hayalini kurduğu Yeni Anayasa ne yazık ki bir türlü yapılamıyor.

Şimdi neden halkın umutlarının tükenmekte olduğu fikrine katıldığımı ve bunun da doğal bir sonuç olduğunu düşündüğümü umarım siz de daha net anlamışsınızdır.

Dört parti onay şartı, ‘’uzlaşma’’ komisyonunu adeta daha kurulduğu andan itibaren, ‘’uzlaşmama’’ komisyonuna zaten dönüştürerek başlamış.

Zaten hepimizin malumu olan ve ülke siyasetinin adeta değişmeyen uslubu haline gelen ‘’çatışmalara dayalı siyasi uslup’’ bu onay şartı ile de birleşince, komisyonun çalışması daha baştan itibaren imkansız hale bilerek yada bilmeyerek getirilmiş durumda.

Şimdi burada Ak Parti ye de bir kaç soru sormak gerekir.

*Siz Yeni Sivil Anayasa yı yapacağız diye halka söz vermediniz mi?
*Seçimlerde ülke halkının %50’si size ‘’ok hadi yap’’ diyerek oy vermedi mi?
*Madem inisiyatif alamayacaktınız neden halktan oy istediniz ?
*Anayasa için komisyon kurup işi ona yükleyecek idiyseniz niye dilinize ‘’biz yapacağız’’ ı doladınız ?
*Ak parti olarak niyetiniz aslında Yeni Anayasa yapmamak mı ?
*Yeni bir Anayasa yapmak 2023 hedeflerine kadar iktidarda kalmanıza engel mi?
*Yoksa Mevcut anayasa iktidarda olan için daha mı iyi ?
*Siyasi Partiler ve Seçim yasasını değiştirecektiniz söz vermiştiniz, o ne oldu ?
 Neyse soruları daha fazla uzatmayalım....

Ne yapmalı... ?

Siyaseti yukarıda da bahsettiğim üzere çatışmalara didişmelere dayalı usluplarla yapan bir ülkenin siyasetçilerinin Yeni Anayasa yı uzlaşı halinde belirli bir süre içinde yapmaları oldukça zordur.

Türkiye’nin Sivil ve Yeni Anayasasını tek seferde sil baştan yapması bu siyasi kültür ve ahlak nedeniyle bana göre pek mümkün değil.

Ülkeye daha fazla zaman kaybettirmeden iktidar komisyonu feshetmelidir ve ‘’paketçiliğe’’ devam etmelidir. Yapabildiği kadar anayasa değişiklik paketleri üzerinde çalışmalı meclise sunmalı ve yola durmadan devam etmelidir.

Ben her ne kadar Yeni Sivil Anayasa söz verdiği üzere Ak Partinin ‘’boyun borcu’’ idiyse de paketlerle modifiye edilmiş ve demokratikleştirilmiş anayasaya da razıyım..

Belki de siyasi uslubu didişme temelli olan ülkemiz için en doğrusu da bu...
Ne yazık ki mecburen...
Hoş Kalın...

11 Aralık 2012
Twitter : @cngzkync

6 Aralık 2012

Parti İçi Demokrasi


Ak Parti’nin Diyarbakır İl Başkanı Avukat Halil Advan, geçtiğimiz günlerde bir tespitte bulunmuş ve bu tespitini kamuoyu ile paylaşmıştı.

Advan, açlık grevleri ile ilgili olarak bir süre önce Diyarbakır AK Parti il binasında İHD, Mazlum Der ve Diyarbakır Barosu ile ortak toplantı düzenleyerek bir rapor hazırlamış ve Ak Parti Genel Merkezine göndermişti.  Advan raporunda açlık grevlerinin sona ermesinde Öcalan’ın katkısı olduğunu ifade etmişti.
Advan, istifasının istenmesine yol açan, belki de Başbakan tarafından bardağı taşıran son damla olarak değerlendirilmesine neden olan ve bir gazeteye verdiği son tespitinde ise şunu demişti : ‘’Dindar Kürtler BDP’ye oy veriyor”...

Art arda gelen bu açıklama ve tespitler sonrasında ise, Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara’da parti genel merkezinde yaptığı il başkanları toplantısında "Benim böyle bir il başkanım olamaz" diyerek kendisini eleştirmişti.

Bu eleştiriyi takiben Ak Parti Diyarbakır İl Başkanı Avukat Halil Advan’ın istifası istendi ve bu talep üzerine de Advan istifasını parti yönetimine verdi ve istifasını açıkladı. Advan’ın ardından Diyarbakır İl Kadın Kolları Başkanının da partideki görevinden istifa ettiği söylendi.

Parti İçi Demokrasi...

Aslına bakarsanız bu ve bunun gibi durumların, mevcut Siyasi Partiler ve Seçim Yasası yürürlükte olduğu müddetçe bundan sonra da siyasi partiler içerisinde sıklıkla yaşanacağını söylemek hiç de kehanet olmayacaktır.

Advan’ın açıklama ve son sözlerinin istifa ile sonuçlanmasının ardından, parti içi demokrasilerin ve tabiki Siyasi Partiler ve Seçim Yasası’nın yeniden sorgulanmasının yerinde olacağını düşünüyorum.

Seçim meydanlarında iktidar dahil hemen hemen tüm partilerin bu yasayı değiştirmeyi taahhüt ederek bizlerden oy talep ettiğini de, tıpkı Yeni Anayasa yapacağım diyerek oy talep ettikleri üzere, ne yazıkki hepimizce malum çabuk unutan bir millet olarak belki de yeniden hatırlamamızda fayda var.

Bir musibetten daha bir fayda çıkarmak gerekirse, bu son parti içi hadiseden iktidar ve diğer partilerin bir ders çıkarması ve Siyasi Partiler ve Seçim Yasası nı yeniden düzenleme konusunda girişimlerde bulunmalarında demokrasi ve dolayısıyla da toplum yararına fayda olacağını düşünüyorum.

Parti liderlerinin iki dudakları arasından çıkacak kelamlarla var olabilen yada olamayan bir siyasetçi olmak kimbilir ne kadar da zor ve onur kırıcıdır.

Mevcut yasaların devam etmesi durumunda, parti liderinin siyasi fikrine aykırı fikir beyan etmenin karşılığının partiden ‘’şutlanmak’’ yada ‘’istifaya zorlanmak’’ olacağı aşikar.

Mevcut yasaların devam etmesi durumunda, TBMM de bundan sonra da iradesi elinden alınmış, parti liderine biat etmek durumunda olan, adeta salla başını al maaşını, siyasi ikbali liderinin iki dudağı arasından çıkacak sözlere bağlı ve bu durumlar nedeniyle de adeta ‘’ezik’’ vekillerin çoğunlukta olacağı da aşikar.

Bugüne kadar bu yasaların değiştirilmesi ile ilgili çeşitli kuruluş ve ehliyetli kişiler tarafından bir çok çalışma yapıldı ve hali hazırda yeterince taslak da mevcut.

Hali hazırda TBMM de vekillik yapan muhterem ve muhtereme milletvekillerimiz bu yasanın liderlerinden gelecek ‘’talimatla’’ değişeceğini düşünüyorlarsa daha çok beklerler...

Belki de hallerinden memnunlar...

Hoş Kalın...

06 Aralık 2012
Twitter : @cngzkync