26 Temmuz 2012

Günaydın Sevgili Ülkem



Bak bi...
Suriye’de de Kürtler varmış duydunuz mu?
Bak hele bak... bazı yerleri ele geçirmişler falan...
Özgürlüklerini, kimliklerini, vatandaşlık haklarını ve tabi ki insanlık haklarını falan istiyorlarmış..

Wışşş...
Ya Hu ! Onlar Türkiye’den giden Türkmenlerdir, çölden geçerken bastıkları kuru otların kırılması sonucu çıkan Kart-Kürt sesi sonucu öyle sanmışızdır. Yokturlar YOK !
Ya Hu ! Ne güzel Suriye politikamızı da kenardan kenardan, ama içindeymişcesine aslanlar gibi uzaktan kükreyerek sürdürüyorduk ...
‘’Misliyle karşılık veririz’’..
‘’Buna müsade etmeyiz’’...
‘’Bu kabul edilemez’’...
‘’Gazabımız kötüdür’’...
‘’Sıcak bakmayız’’...
‘’Tasvip etmeyiz’’...
''Eywallah demeyiz''...
atem tutem men seni hamura katem men seni..... gibi gibi gibi...!

Gün Aydın Olsun...
Hani Suriye hakkında ‘’etkin dış politikamız’’ falan diyorduk ya, o artık dış değil, iç mesele oldu haberiniz olsun. Suriye konusu, Suriye’deki Kürtlerin varlığı ve insani hak arayışları nedeniyle, artık bir ‘’dış politik’’ konu olmaktan ziyade, Türkiye için bir ‘’iç politik’’ konudur.
Hani Suriye’de Kürtler şurayı ele geçirdi burayı ele geçirdi haberleri sonrası çıldıran öfkelenen, kabullenmekte zorlananlar ve açıkça Kürt varlığından rahatsızlanığ zoruna giden bir kısım ırkçı var ya, onlara şöyle en şıkından,  aydınlığından bir günaydın olsun.
Hani Suriye Kürtlerinin sorunun başından beri olaylara müdahil olmayan ama Suriyeli Kürt lider Meşal Temmo’nun katli sonrası ufak ufak sessiz duruşunu bozan Kürtleri ancak fark edip sadece tekerrüren ‘’istemezuk’’ babından nakaratlar yapan, bu duruma bilgisiz ve hazırlıksız yakalanan siyasiler var ya, onlara da şöyle en janjanlısından bir günaydın olsun.

Ne Sanıyordunuz ?...
Kimlik dahi verilmemiş Suriye Kürtlerinin kimliklerinden ‘’sittinsenelik’’ bir zaman dilimini kapsayacak şekilde vazgeçtiklerini mi sanıyordunuz ?..
İnsani temel haklarından yoksun Suriye Kürtlerinin bu haklarını gün gelip aramayacaklarını mı sanıyordunuz ?
O insanların on yıllardır süren zulüme eywallah edeceklerini mi sanıyordunuz ?
Suriye Kürtlerinin de Türkiye’deki Kürtlere on yıllarca ve haksızca dendiği gibi, ''terörist'', ''terör örgütü mensubu'' diyerek, haklarına kavuşmalarının engellenebileceğini mi sanıyorsunuz ?
Hala böyle sanıyorsanız ALDANIRSINIZ.. hem de çok !

Aklın Gereği....
Unutmayın ki siz onları tehdit olarak gördükçe, dışladıkça ve uzak durdukça, Suriye ve Irak Kürtleri daha da yakınlaşacaklardır birbirlerine...
Unutmayın ki bu coğrafyada, sizin dünyada kendinizden başka dostunuz yok cümlesini ifade ederken gözden kaçırdığınız tek samimi dostunuz Kürtlerdir.
Unutmayın ki artık akıllı olmak ve coğrafyamızda yaşayan Suriyeli, Iraklı hatta İranlı, tüm Kürtlerle stratejik, politik ve ekonomik müttefik olmak durumundayız.
Türk ve Kürt halklarının arasına giren eski devlet mahsulu kara kedi terör örgütünü ancak bu işbirliği ve müttefiklik anlayışı ile başımızdan savabiliriz.
Nasıl ki Türkiye ile ekonomik anlamda entegre olmuş bir Irak Kürdistan’ının bize zararı yok bilakis katkısı vardır, Suriye de söz konusu olabilecek bir Suriye Kürdistan’ının Türkiye’ye zararı yok faydası vardır. Keşke Suriye de de Irak taki gibi bir Kürdistan kurulsa.
Artık dünyadaki savaşların maksatlarının, yeni topraklara sahip olmak değil, enerji ve ürettiğini satabileceği yeni pazarlara sahip olmak üzerine kurgulu olduğunu görmüyor musunuz ?
Suriye’nin kuzeyinde bir Suriye Kürdistan’ı kurulur yada kurulmaz bunu süreç göstercek ama bana kalırsa Türkiye, Suriye Kürtlerine mesafeli duracağına tam tersine onlara sahip çıkmalı, destek olmalı ve Türkiye ile ekonomik anlamda entegre bir bölge yaratılmasına çaba sarf etmelidir.
Umarım bu sefer bölgede treni kaçırmayız da, ta baştan bu tarihi pozisyonu hiç değilse bu sefer alabilmeyi ülke olarak başarırız.
Bir çift söz de canım ülkemde maalesef aynı havayı solumak zorunda olduğum Türk ve Kürt faşistlere...
Sizin zorunuza gitsede, Suriye Kürtlerinin de bir şekilde statü ve insani haklarını geri alma vakti gelmiş görünüyor...
Kardeştiniz ya hani...
Kardeşleriniz için SEVİNİN ŞİMDİ !

26 Temmuz 2012
Twitter : @cngzkync

25 Temmuz 2012

Tam Turşu Vakti


Akşam Gazetesi haberine göre Ak Partili bir grup milletvekili Yerel Yönetim Reformu konusunu tartışmaya açmak üzereymiş...
Habere göre, valilerin yetkilerinin azaltılması söz konusuymuş. Ayrıca il genel meclisi ve ilçe belediyelerinin kaldırılması ve her ilin sadece tek bir belediye başkanı ve tek bir yerel meclisle temsil edilmesi gibi konular da tartışmaya açılacakmış..
Eyvah ki eyvah.. yine birileri bu Ak Parti memleketi bölecek telaşına kapılacak desenize...
Bu konuya paralel bir yazıyı 26 Mart 2012 de kaleme alarak ''Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'' na dikkat çekmiş, ve bu konunun adeta iktidar ve BDP arasında ''turşuya'' döndürüldüğünü ifade etmiştim.
Şimdi tam da Suriye Kürtlerinin var olma mücadelesine başladıkları, Irak Kürdistan yönetimi ile Türkiye ilişkilerinin terör örgütüne karşı işbirliği noktasında gayet iyi bir süreçte olduğu bir dönem.
İşte bu nedenle tam turşu vaktidir.
Yerel yönetimlerle ilgili Türkiye artık ''Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı'' başlığında sahadan kaçmamalı, korkmamalı ve ön yargılarından sıyrılarak gerekli reformlarını hızla yapmalıdır. 
Biraz yaz tembelliği ve üzerine de Ramazan mahmurluğu sanırım, tekrar uzun uzun yazmaya gerek yok diyerek daha önceki bir yazımdan copy-paste yaptım.

Turşu nasıl bir turşu da ben şimdi tam vaktidir diyorum. Neden mi ? Lütfen aşağıdaki eski yazıma bir göz gezdirin. 


 

------------###------------
ÖZERKLİK TURŞUSU 
Çağdaş ve demokratik değerler açısından bizden genel anlamda ileri olduğu kabul edilen AB (Avrupa Birliği) ye dahil olabilmek için yıllardır boğuşup dururuz.
AB ye girmeli mi girmemeli mi konusunu ayrı ve daha kapsamlı bir tartışma konusu olarak, bir kenarda saklı tutmak koşuluyla ''Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'' konusuna değinelim.
Türkiye bu şartı 1988'de imzalamış ve 1992'de Bakanlar Kurulu tarafından onaylamış, daha sonrasında ise 1 Nisan 1993 tarihinde yasal olarak yürürlüğe sokmuş. Burada hemen belirtmek gerekir ki Türkiye o şartın bazı maddelerine imza atmamış ve bazı çekinceler olduğunu düşünerek ''Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'' na bir nevi şart da koymuş.
Bizim de on yıllardır üyesi olmak için çırpındığımız AB'deki tüm ülkelerde, halkın yönetime daha doğrudan katılmasını sağlayan ve halka en yakın birimler olan yerel yönetimler, geliştirilmesi ve daha özerk kılınması gereken kuruluşlar olarak görülür.
Bu yüzden AB nin ortaya çıkardığı ilkelerin, bu kuruluşları yönetimin temel taşı yapmayı amaçlayan ilkeler olduğu bilinir. ''Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'' da, temelde yerel yönetimleri daha ''özerk'' kılmayı amaçlayan ülkemizin de imzaladığı bir sözlesme olarak, bizim yerel yönetimlerimizi de elbette doğrudan ilgilendirmektedir.
İşlevsel açıdan en önemli birim olan belediyelerin gelişmesi için daha ''özerk'' yapılara kavuşturulmasının oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
BDP nin siyasi söylemlerinden biri de ''özerklik'' konusudur. Aslına bakarsanız BDP nin kendine yeni argüman olarak ''özerklik'' konusunu belirlemesi bence hiç de tesadüfi değildir.
BDP açıkça bu durumu kendi lehine bir söylem haline getirmekte ve AB ye şartlı imza ettiğimiz ve uygulamaya geçiremediğimiz ''Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'' nı bir anlamda kullanarak, hem kendine yeni bir siyasi söylem yaratmakta, hem de zaten sık sık gerilen AK Parti - AB ilişkilerine olumsuz katkıda bulunmaktadır. Siyaseten baktığımızda BDP nin bu stratejisi, muhalefetteki bir siyasi parti olması nedeniyle bile oldukça doğaldır.
Buradan hareketle, bugünlerde Kürt Sorunu ile ilgili yeni stratejilerden bahsediliyorken, ''Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'' konusunda Türkiye nin ilerleme kaydetmesinin oldukça önemli olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
Peki bu konuda ilerleme kaydetmek zor mudur ? Hayır hiç de zor değildir, şartın onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanun maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, Bakanlar Kurulu kararıyla bütün çekincelerin kaldırılması mümkündür.

Sorunu herhangi bir siyasi partinin tekelinden kurtarmak ve ayrıca AB standartlarında bir ülke olmak ise hedef, bu hedefler için gerekeni eksiksiz yapmak gerekir. Yok eğer hedef bu değilse, o halde on yıllardır ne işimiz var AB kapılarında ?
Zaten imza ettiğimiz bir anlaşmanın bile Kürt Sorunu nun çözümünde aleyhte bir psikoloji ve ortam yaratılması ve aslından farklı bir mecraya çekilerek dillendirilmesine neden dur denilmiyor ?
Bu ne perhiz bu ne ''özerklik turşusu'' ?
(26 Mart 2012)
-------------------###--------------------
Türkiye'nin İmzalamadığı Maddeler:
Yerel makamları doğrudan ilgilendirilen planlama ve karar süreçlerinde kendilerine danışılması (Madde 4, Paragraf 6)
Yerel yönetimlerin iç örgütlenmelerin kendilerince belirlenmesi (Madde 6,Paragraf 1),
Yerel olarak seçilmis kisilerin görevleriyle bağdasmayacak islev ve faaliyetlerinin kanun ve temel hukuk ilkelerine göre belirlenmesi (Madde 7,Paragraf 3),
Vesayet denetimine ancak,vesayetle korunmak istenen yararlarla orantılı olması durumunda izin verilmesi (Madde 8, Paragraf 3)
Yerel yönetimlere kaynak sağlanmasında hizmet maliyetlerindeki artısların mümkün olduğunca hesaba katılması (Madde 9, Paragraf 4)
Yeniden dağıtılacak mali kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda, yerel yönetimlere önceden danısılması (Madde 9,Paragraf 6)
Yapılacak mali yardımların, yerel yönetimlerin kendi politikalarını uygulama konusundaki temel özgürlüklerini mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırmaması (Madde 9, Paragraf 7)
Yerel yönetimlerin haklarını savunabilmeleri için uluslararası yerel yönetim birimleriyle isbirliği yapabilmeleri, uluslararası birliklere katılabilmeleri (Madde 10, Paragraf 2 ve 3),
Yerel yönetimlerin iç hukukta kendilerine tanınmıs olan yetkileri serbestçe savunabilmek için yargı yoluna basvurabilmeleri (madde 11),
Kaynak: Çağdas Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1, Ocak, s.3-13 (Enis Yeter, 1996:10-11)
25 Temmuz 2012
Twitter : @cngzkync

20 Temmuz 2012

Hırka-i Şerif



İslam’ın son Peygamberi Hazreti Muhammed'in Veysel Karani'ye hediye bıraktığı söylenen hırkaya Hırka-i Şerif denir. Hırka-i Şerif sadece peygamberin hırkasının adı olarak değil bugün Fatih ilçesinde, aynı zamanda bir semt/mahalle adı olarak da kullanılmaktadır. 

Semtte yer alan ve benim de o zamanki eğitim sitemine göre 5 yıllık ilkokul eğitimimi aldığım ilköğretim okulunun adı da Hırka-i Şerif ‘tir.


Tabii ki hepinizin bildiği üzere son İslam peygamberinin hırkasının bulunduğu bir de cami vardır bu semtte ve adı Hırka-i Şerif Camii dir.
Fevzipaşa Caddesi ile Vatan Caddesini birbirine direk bağlayan caddelerden biri olan Akşemsettin Caddesinin iniş istikametinde sağ tarafta yer alan semtin de adıdır Hırka-i Şerif.
Aynı şekilde Vatan Caddesinde yer alan İstanbul Emniyet Müdürlüğünü solunuza  alıp Vatan Caddesine sırtınızı verdiğinizde de Akşemsettin Caddesindesinizdir ve o yol sizi dosdoğru  Hırka-i Şerif ’e götürecektir.
Akşemsettin Caddesinden yokuş aşağı inişte bir meydan ve yol kavşağı vardır, yanlış hatırlamıyor isem 6 yolun birleştiği bir kavşaktır ve tam orta yerinde de Koyunbaba diye anılan bir türbe bulunur.
Bazılarınız hatırlarlar, eskiden türbe ziyaretlerinde cehalet bugünlerden çok daha ilerdeydi, Koyunbaba türbesinin önünde insanların içine mum yakmaları için hazırlanmış küçük evcik şeklinde metal kabinler vardı. Gerçi hala bazı semtlerdeki türbelerde çul çaput bağlama gibi cahillikler devam ediyor ama kesinlikle eskiye oranla bu konularda ‘’batıl’’dan oldukça uzaklaştık diyebilirim.

Koyunbaba Türbesinin hemen arkasında bugunlerde düzenli bir şekle bürünen ama benim Hırkai- Şerif  İlkokuluna gittiğim yıllarda, eğiminden dolayı ‘’yamuk ‘’ adıyla andığımız bir park yeralır. Ya hu o ‘’yamuk’’ öyle taşlık ve cidden öyle yamuktu ki, ister istemez top oynarken sürekli düşer ve dizlerimizi oramızı buramızı yaralardık. Şimdi yazımı yazarken şöyle bir dizlerime açıp baktım da evet hala izlerini taşıyorum.
Hırka-i Şerif İlkokulu ile Koyunbaba türbesi karşılıklı konumlanmış şekilde yer alırlar meydanda, haydi okuldan türbeye doğru baktığınızı farzedin bir an, işte şimdi hemen solunuzdan gecen cadde üzerinde, ki zaten o caddeye adını da vermiş olan Eski Altay Camii yer alır. Bana bu cami diğer camilerden nedense hep ilginç ve farklı gelmiş bir camidir, avlusunda ve arka bahçesinde köşe kapmaca, saklambaç oynamışlığım hatırı sayılır sayıda çoktur.
Önemli bir şey gibi aktardım ama gerçekten önemlidir bu, gidin şu anda orada oyun falan oynayamazsınız, yasaktır tellerle çevrilmiştir. İlginç gelmesi ve farklı bulmam belki de avlusunda bahçesinde çok hatıram olmasındandır kim bilir.
Ya Hu hele yazın sıcağında kan ter içinde kalıp, sonra caminin avlusunda gölgelik yere denk gelen o tarihi şadırvanda, serinlemek için elimizi yüzümüzü yıkarken aldığımız keyfi inanın kelimelerle anlatamam. Bazen cami görevlisi bize kızardı ve izin vermezdi, ama o engeli de ‘’abi walla namaz kılıcaz onun için abdest almamız lazım’’ der ikna ederdik. O yıllarda örneğin o şadırvandan gelen suyu bizler içerdik, hem de kana kana.
Az önce navigasyon cihazı modunda size tarifini verdiğim Koyunbaba meydanına dönelim, şimdi sırtınızı Koyunbaba türbesine verin ve okula dogru çevirin yüzünüzü, okulun sagından ve solundan giden iki cadde göreceksiniz. İki yol da sizi Hırka-i Şerif Camiine götürecek olan yoldur. 

 Aşağı yoldan giderseniz, düz yol gitmiş olursunuz ancak camiye vardığınızda uzun ve dik merdivenleri tırmanmanız gerekecektir.
Sağdaki yolu kullandığınızda ise Hırka-i Şerif ilköğretim okulu ve Eski Altay Camii arasındaki tatlı eğimli, sizi alt yoldaki merdivenler kadar fazla yormayacak bir yokuşu yürüyebilir ve Hırka-i Şerif camiine direk avludan herhangi bir merdiven tırmanmanıza gerek olmadan varabilirsiniz. Size anlatırken ben de bir an yürüdüm o yolu ve düşüncemde tam camiye girecekken bir an camiye paralel üst yol da, Hırka-i Şerif Camiine sırtını dayayayıp kurulan Ramazan pazarı geldi aklıma.
O Ramazan pazarında edindiğim ‘’dönemsel’’ pazar esnaflığı tecrübem geldi aklıma, ilkokul 3, 4 ve 5 inci sınıflarda okurken Ramazan aylarında iftardan sonra hareketlenen o pazarda ilkokul arkadaşım Ufuk ile birlikte cam şişelerde soğuk ayran satar harçlık çıkarırdık kendimize. Ufuk sonradan Deniz Subayı oldu, birbirimizin izini yıllardır kaybettik, umarım Siliviri de malum dava nedeniyle mecburi istirahatte olanlardan değildir.
Mahallemizdeki yogurtçu Şükrü’den yoğurt alır, kovada ayranı sıhhi koşullarda el değerek hazırlar ve bakkaldan depozitini vererek aldığımız kullanılmış boş cam şişelere doldurur satmaya giderdik.
Sakın endişe etmeyin, az önceki satırları okurken bazılarınız hazırladığımız ayranı kullanılmış şişelere direk doldurduğumuzu sanabilir, elbette hayır, o şişeleri cidden sıcak suda pırıl pırıl tertemiz yıkardık ve sonra ayran doldurma işlemini hiç otomatik ve Hacı Şakir sabunla yıkanmış ellerimizi değdirerek itina ile yapardık.
Hazır bu pazarda ayran satma girişimciliğimizden bahsetmişken elbette Ramazan ayı boyunca gündüzleri de kendimize harçlık çıkaracak bir iş edinmiştik.
Okulda sabahçı olduğumuz yıllarda, öğlenden sonraları iftara kadar, öğlenci olduğumuz dönemlerde de sabahtan öğlen okul başlayana kadar, denk getirebildiğimiz zamanlarda da camiye Hırka-i Şerif ‘i ziyaret etmek için gelenlere naylon poşet satardık.
Sloganımız şuydu: ‘’abiler ablalar ayakkabılara poşet.. camimizi kirletmeyelim.. ayakkabıya terliğe poşet alalım’’
İyi işti inanın... sattığımız poşetleri çıkışta yeniden toplar ‘’geri dönüşümlü’’ bir şekilde yeniden satardık bir ay boyunca. Taa o zamanlardan çevreci bir tarafımız varmış demek ki.
Vaktiniz var ise mutlaka gidin ve o atmosferi bence bir tadın, hele de şimdilerde ziyaret alanı daha bir düzenli hale getirilmiş sanırım.
Kutsal emenatler kapsamında degerlendirilen ve Hz.Muhammed’e ait olduğu söylenen bu hırkayı, camiyi ziyaret edip görmek pratikte bazılarınıza çok anlamlı gelmeyebilir. Ancak inanın tüm samimiyetimle söylüyorum, çok farklı bir durum bu. Ben kaç sefer ziyaret ettiysem, yalan yok önünden gecerken gözyaşlarıma hakim olamamışımdır.
Neden mi ? Bilmiyorum...
Halbuki alt tarafı bir hırka değil mi ?
Hırka-i Şerif bugün ziyarete açılınca oralara zihnen bir gidip gelme duygusu oluştu içimde, sizlerle de paylaşayım dedim.


20 Temmuz 2012
Twitter : @cngzkync

16 Temmuz 2012

Ortak Akılsızlığa Devam

BDP’den bir miting talebi ve yine bir takım haklı yada haksız gerekçelerle Diyarbakır Valiliği’nin ‘’yasak’’ kararı.

Miting tarihi de o güne denk gelen hassas olaylar nedeniyle tartışılabilir bir tarih, Valiliğin yasaklama kararı da özgürlük ve demokrasi adına tartışılabilir bir karar.

Ne BDP miting tarihi seçerken gerekli hassasiyeti mevcut ülke koşullarını göz önünde bulundurarak gösterdi, ne de Diyarnakır Valiliği getireceği yasaklamanın doğuracağı gerginlik ve sonuçları iyi hesab etti.

Ya Hu ! Biz değilmiydik daha düne kadar Suriye yönetimine, vatandaşlarına miting ve protesto haklarını tanıma çağrısı yapan demokrat model ülke ?

Mitingin sonuçları geçen Newroz sonrasında yaşananlardan çok mu farklıydı ? Hayır değildi. Bu miting sonrasında da ‘’Çok şükür can kaybı olmadan atladıldı’’ diyecek kadar minnetar kaldık.

Artık neredeyse ''maalesef'’ alıştık diyebileceğimiz o bildik manzaralar yine gerçekleşti. Polisimiz Valilik kararı gereği Diyarbakır’da miting yapmak isteyen kalabalıkları görevi ve verilen emir gereği engellemek, halk ise demokratik bir hakkı kullanmak üzere mitingi yapmak istedi ve gergin anlar ‘’doğal’’ olarak yaşanmaya başladı. Biber gazları, tazyikli sular vs maalesef yine havalarda uçtu.

Kim ne derse desin, demokratik bir seçimle halk tarafından seçilerek göreve getirilmiş bazı BDP milletvekilleri kötü muamelelere ve maalesef yer yer orantısız güç kullanıma maruz kaldılar ve yaralandılar.

Bölgeden sosyal medya aracılığıyla bizlere ulaşan görüntüler vicdan sahibi ve demokrat her insanın kanına dokunmadı mı ? Eminim dokunmuştur.

Sonuç itibariyle ne oldu ? Kim ne kazandı ?

Evet belki devletin polis kuvveti tabii ki halk karşısında ‘’güçün’’ kendisinde olduğunu bir kez daha vurgulama fırsatı buldu. Zaten her koşulda, halkın verdiği vergilerle kurulmuş, silahlı ve donanımlı polis teşkilatının siviller karşısında daha güçlü olduğunu bilmeyenimiz var mıydı ki ? Bu vurguya gerek var mıydı ki ? Yoktu ! Hele de ülkenin içinde bulunduğu durum nedeniyle hiç yoktu.

BDP miting tarihinde ısrar etti ve mitingi gerçekleştirdi. Peki bu ısrara gerek var mıydı ? Hayır bu ısrara da, bu ortamda hiç gerek yoktu !

Polisi halkla karşı karşıya getiren sonuçları iyi hesaplanmamış ‘’yasaklar’’ ve bölge koşullarının da polisin psikolojisine getirdiği gerginliğin etkisiyle, polis yine gücünü orantısız kullandı, kullanmak durumunda kaldı, kullanmak durumunda bırakıldı.

Öncelikle bölge halkı ve ülkedeki bir çok Kürt vatandaşımız nezdinde eksi puan alıp, biraz daha sevgi erozyonuna uğradı. Buna gerek var mıydı ? Elbette yoktu !

Polise ve dolayısıyla devleti idare edenlere karşı öfke birikimine ortam sağlayan bu yasaklardan ne zaman kurtulabileceğiz ? Güvenlik güçleriyle Kürt halkını zaman zaman karşı karşıya getiren bu siyasetten BDP ne zaman kurtulacak ?

Bu karşılıklı inatlaşma ve uzlaşısızlıktan kim ne kazandı ? Hiç kimse bir şey kazanmadı, herkes kaybetti !

Yukarıda ’’doğal’’ derken tırnak içine aldım o kelimeyi, çünkü böyle olacağı önceden az çok belli ve dolayısıyla da doğaldı. .

Neden ‘’doğal’’... ?

Doğal çünkü olaylar öncesinden sonuna değin, birey, toplum ve idare olarak,  bir mitingin Ortak Akıl ile yapılabilmesini sağlayacak huzur ve barış ortamını hiç birimiz gerektiği gibi yine oluşturamadık. Yine birbirimizi anlayamadık.

Olaylarda şu yada bu daha çok suçlu, gibi detaylara girmenin de sonuçlar açısından pek bir anlamı yine yok diye düşünüyorum.

Miting ve gösteri haklarının birtakım yasakçı metodlarla halk nezdinde de çoğunlukla böyle algılandığı üzere ‘’engellenmesini’’ geçen Newroz günü olayları hakkında yazdığım yazımda da bahsettiğim üzere yine anlamsız buluyorum.

Böyle yapılacağına ve karşılıklı inatlaşmalarla toplum her seferinde gerileceğine, karşılıklı ‘’ortak akıl ‘’ kullanılarak bu tip hadiselere engel olunsa çok daha iyi olmaz mı  ?

Savaşa ve ölümlere çanak tutan zihniyete inat, asla vazgeçmememiz gereken BARIŞ dili o gün yine kendisinden bir şeyler kaybetti.

Yeter artık... ‘’ortak akılsızlık’’ yapmayalım !



16 Temmuz 2012

Twitter : @cngzkync

11 Temmuz 2012

Utam İnsanoğlu UTAN !



11 Temmuz 1995 - Srebrenitsa
Katillerin asla yorulmadan insan katlettiği bir gündü o gün...
Makineli tüfeklerin, havada uçan ve hedefi  insan olan mermilerin bile yorulduğu ancak vicdansız katillerin yorulmadan insanlığı katlettiği bir gündü o gün....
8372 Boşnak Erkeğin hunharca  anasından babasından çocuklarından koparıp alındığı ve yok edildiği gündü o gün...
1 Mart 1992 de, Avrupa’nın göbeğinde ve tüm dünyanın gözleri önünde sonuçları itibariyle Otuzbeşbin’i çocuk, 312.000 insanın öldüğü ve Ellibin Bosnalı kadının tecavüze uğradığı, binlerce kayıp Bosnalının bugün dahi henüz bulunamadığı, Bosna savaşının en kanlı günüydü o gün....
Bosna Savaşı’nın sonlarına doğru Müslümanların birçok cephede zafer kazandığı bir sırada öne çıkarılan Dayton Barış müzakereleriyle savaşın sona ereceğini gören Sırplar'ın, avantaj elde etmek için iki stratejik kent olan ve ellerinden silahları önceden alınmış, Gorajde ve Srebrenitsa’yı ele geçirmek maksadıyla bu iki kente saldırdığı gündü o gün....
BM tarafından güvenli bölge olarak ilan edildikten iki yıl sonra 1995 yılının Temmuz ayının onbirinci gününde, Srebrenitsa’nın toplu katliam kurbanı olduğu gündü o gün....
Binlerce Müslüman Bosnalı çocuğun Sırplar tarafından boğazlanmış babalarının, dedelerinin, amcalarının ve kardeşlerinin hikayesi ile büyümesine neden olacak gündü o gün....
Dört yaşında bir Boşnak çocuğun, öldürülmeden bir kaç saat önce annesine ‘’çocukları küçük kurşunlarla öldürürler değil mi anne’’ diye sorduğu gündü o gün..
İnsanlığın tüm pisliğinin Srebrenitsa’ya aktığı gündü o gün...
Dünyadaki Müslümanların kılacağı en uzun cenaze namazının başlayacağı gündü o gün...
İnsan haklarının ayaklar altına alındığı ve masumların katledildiği bir soykırımın yapıldığı gündü o gün...

11 Temmuz 2012 - Srebrenitsa

Bugün 17 yıl aradan sonra cenazelerine ancak ulaşılan 520 Srebrenitsa’lı soykırım kurbanının cenazelerinin kılındığı gündü...
Bugün Aliya İzzet Begoviç’in ‘’Allah’a and olsun ki; köle olmayacağız’’ sözlerini yeniden hatırladığımız gündü...
Bugün İbrahim Suresi 42.Ayet’deki ‘’Zalimlerin yaptıklarından Allah’ı habersiz sanma. Allah onların hesabını gözlerin donup kalacağı bir güne erteliyor’’ ifadesini hatırladığımız gündü..
Bugün Srebrenitsa'da inafsızca katledilen insanların, Enfal hareketiyle katledilen insanlardan, Madımak’ta, Uludere’de, Sivas’ta, Gazze’de, Halepçe’de, Başbağlar’da ve diğer bölgelerde katledilen ve dini dili ırkı ne olursa olsun, tüm o masumlardan farklı insanlar olmadıklarını hissettiğimizi umduğum gündü...
Bugün Srebrenitsa’lı Boşnaklarla bir kez daha helalleştiğim gündü...
Bugün dünyanın gözleri önünde yapılan Srebrenitsa ve diğer tüm katliamlar adına ‘’utan insanoğlu utan’’ diye haykırdığım gündü....


11 Temmuz 2012
Twitter @cngzkync

4 Temmuz 2012

Zana Öcüdür Öcü



Aman ha !...
Leyla Zana da kimmiş ?.
O kim oluyorda kalkıp barıştan, diyalogdan, silahsız çözümlerden bahsediyor ?
Üstelik o bir kadın ve bu da yetmezmiş gibi aynı zamanda bir Kürt iyi mi ?
Unutmadan ekleyelim, bir de yıllardır silahlı mücadeleyi desteklediği söylenirken, şimdi de kalkıp silahsız mücadeleden yana tavır koymaz mı ? Akıllara zarar bir durum bu, nasıl olur ?!
Allah muhafaza eylesin, ya bu ülkeye ‘’BARIŞ’’ denilen şey, bir Kürt kadının, kardeş kavgasına sevgili dost, Vahdettin İnce’nin de bir yazısında sözünü ettiği gibi, Kürt geleneklerine göre adeta ‘’beyaz tülbetini’’ başını açıp orta yere bırakarak, ’utanın ve artık barışın, kardeş kavgasını bitirin, hodri meydan ahali’’ manasındaki o cesur duruşu sonucu gelirse ?
Olacak iş mi bu şimdi ? Aman ha aman... !
Sakın onun eliyle ve girişimleriyle barış falan gelmesin bu ülkeye.
Barış gelmemeli değil mi Türk ve Kürt faşistler ?
Barış gelmemeli değil mi, insan kanından beslenen, analarımızı ağlatan  vicdansız yarasalar ?
Size soruyorum söyleyin söyleyin... Elbette gelmemeli deyin, rastgele kurşunlar sıkın barışa, vurun kırın öldürün bizi.
Öldürün, bizi öldürmeye devam edin ki gelmesin ‘’BARIŞ’’ denilen o lanet şey !

Ya Barış Gelirse...
Savaş baronları ne yapar sonra ? Taş mı yesinler ? Aç mı kalsın bu insansılar ?
BDP ne yapsın ? Barış dilini bir türlü siyasetine oturtamayıp şimdi iyice taca çıkmışken, hepten Kürt siyaseti dışında mı kalsın ?
MHP ne yapsın ? Bahçeli ne yapsın ? Barış olursa ülkede, hangi yeni söylem ve politikalarıyla halktan destek bulsun ve oy toplasın ki partisi ve kendisi varlığını sürdürebilsin ? On yıllardır önlerinde onlar için pek de güzel, kullanıma hazır bir siyasi arguman varken, kalkıp yeni argumanlar mı bulsun ?
Terör Örgütü ne yapsın ? Sözde temsil ettiğini söylediği Kürt halkının, eksik kalan bazı hakları da tastamam olur ve barış sağlanırsa, hangi argumanla Türküyle Kürdüyle ve diğer halklara mensup olanlarıyla insanımızı öldürsün ?
Hangi gerekçeler ile bir kısım Kürt vatandaşlarımızı kandırıp gençlerini dağa çıkarsın ? Nasıl varlığını sürdürsün bu bahanelerle ve kaçakçılık, uyuşturucu ticareti, insan tacirliği, adam kaçırma ve taşeron faaliyetlerinde bulunsun ?
Ergenekon adı verilen derin yapılanmalar ne yapsın ? İktidar, rant ve sonuç itibariyle total gücü ele geçirmek adına hangi taşeronlarla iş bitirsin bu derin hainler ?
Bazı gazetelerde köşe tutup, slogan ve klişe ısmarlama yazılarla var olmuş, dili sözde öz ama gerçekte çamurdan ibaret yazarlar ne yapsın ?
Yıllarca ‘’yobaz, gerici’’ vs diyerek küçümsedikleri aşağıladıkları siyasi partinin, kendilerinin yanından bile geçemeyeceği bazı reformları, eksikler kalsa da yapması ve eksik olanları da tamamlama ihtimallerinin belirmesinden rahatsız olan, o zavallılar ne yapsın ?
Barışa katkı sunacak bir dilleri olmayan, hamasetten beslenen, miadı çoktan dolmuş,  ‘’Zana’ks’’ gibi basit kelime oyunlarıyla ‘’barış’’ diyen insanları yekten yaftalayan, vicdandan yoksun o önyargılılar ne yapsın ?
Aman rahatsız olmasın onlar, çare çok basit... Engellenmelidir, önemsizleştirilmelidir, uzak tutulmalıdır Leyla Zana ve bundan sonra da onun gibi duruşlar sergileyebilecek, barış deme ihtimali olan tüm siyasi aktörler.
Savaş devam etmelidir olanca hızıyla..
Ölmeliyiz ölebildiğimiz kadar....
Leyla Zana kim miydi ? Boşverin şimdi onu ...
Zana olsa olsa... Öcüdür Öcü !

04 Temmuz 2012
Twitter @cngzkync

3 Temmuz 2012

Barışa Kurşun



Bir önceki yazımda...
‘’Barış demek çözüm demek, ne kadar da zormuş ülkemde’’ diyerek bu hakikate dikkat çekmiştim.
Daha bir gün ya geçti ya geçmemişti ki, terör yine bir canımızı aldı.
Bu sefer de barışa, günlerdir Feqiye Teyran, Van Denizi Su Sporları Festivali, Van Kedisi Güzellik Yarışmaları gibi etkinliklerle depremin izlerini yok etmeye çalışan depremzede Van’da sıkıldı o hain kurşun.
Kendi ailesi de bir depremzede olan, tahsilini yaparken iktisat okumuş ancak bu meslekte kendine belki de bir geçim imkanı bulamadığı için polisliği seçmiş, Erciş’li gencecik biriydi Murat Dilmaç. Görev yeri aslında İstanbul’du ve Van değildi, ancak ailesinin de yaşadığı Van’daki konteyner kente tayinini istemişti. O gece ailesinin de depremzede olması nedeniyle yaşamak durumunda olduğu konteyner kentte nöbetçiydi.
Barış dilinin öne çıkmasından, silahların susmasından ve çözümden yana söylemlerin bu günlerde çokça duyuluyor olmasından, elbette birileri rahatsız olacaktı ve olmuştu. Savaş baronları bu durumu hazmedebilirler miydi ? Kabullenebilirler miydi ? Tabii ki hayır. Kandan nemalananların her zaman ki gibi yapacakları malumdu ve beklenen şey ne yazık ki yine oldu. Bir can daha gitti. Onlar için ölenin öldürülenin milliyeti, inancı ve dilinin zerre kadar önemi yoktu ki. Kirli ve kanlı savaşları devam etmeliydi.
Murat Dilmaç’a Yaradandan rahmet dilerken acılı ailesine de sabır ve başsağlığı diliyorum. Tıpkı bu kirli savaşta her cenahtan milliyetinin, inancının, dilinin önemi olmadan öldürülen Anadolu’nun tüm vatan evlatları gibi onun da mekanı cennet olsun. Acı hepimizin acısıdır.
Analar, babalar, kardeşler, Anadolu topraklarında barış ve huzur içinde bir arada yaşamak isteyen halklarının tüm yiğitleri, hepimizin başı bir kez daha sağ olsun.
Barış dilini küçümseyenler...
Ve siz barış diyen dilleri, savaş bitsin, silahlar sussun diyenleri önemsizleştirip itibarsızlaştırmaya çalışan ön yargılı ahmaklar.. Artık bu güne bakın geçmişi unutun savaş tamtamcılığından vazgeçin.
Açın gözlerinizi kulaklarınızı kalplerinizi artık. Duyun ! Görün ! Anlayın !
Ölüyoruz Ya Hu Ölüyoruz ... Hepimiz Ölüyoruz... !

Yeter Öldüğümüz YETER ! ...

03 Temmuz 2012
Twitter @cngzkync

1 Temmuz 2012

Helal Sana Zana



Ne kadar da zormuş...
Barış demek çözüm demek, ne kadar da zormuş ülkemde.
Terörün her boyutuyla kahrını çekmiş bir kadın Kürt siyasetçisi Leyla Zana, çıkmış tüm olan bitenlerin ve yaşanmışlıkların üzerine bir nevi sünger çekmiş  ve  ‘’barış’’ demiştir, ‘’çözüm’’ demiştir.  
Kürt Sorunu ve ayrıca bu sorunun bir sonucu olarak ortaya çıkan Terör Sorunu nu, iktidar gücünü elinde bulunduran Recep Tayyip Erdoğan çözer demiştir. Leyla Zana iktidarı elinde bulunduran, Ak Partinin Genel Başkanının ve ülkenin Başbakanının samimiyetine güvenmiş ve yüz yüze görüşüp meselelere çözüm bulmak adına konuşmak istemiştir.  Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bu talebe olumlu yanıt vermiştir.

Daha ne istiyorsunuz ?
Leyla Zana, tek başına terör örgütü, savaş lobisi, gibi kesimleri karşısına almıış, Türk ve Kürt faşistlerin karşısına geçmiş, bu cesareti  gösterebilmiştir.
Artık Kürtler elini taşın altına koysun derken, Kürtlerin neredeyse tüm vücütlarının, onyıllardır aslında taşın altında olduğunu, en çok zarar gören ülke halkı olduğunu hesab etmeden konuşanlar şimdi neredesiniz ?
Leyla Zana, adeta kendisini  ateşin ortasına atmış bir Kürt Kadın siyasetçisidir. Diyalog kapılarının ardına kadar açık olması ve öyle kalması için, sorunların Kürt tarafı adına çözülmesi için, işte sizin de istediğiniz gibi yiğitçe elini taşın altına koymuştur. Hem de bir kadın olarak, hem de tek başına koymuştur. Leyla Zana’ya bu çıkışı noktasında sahip çıkılmalıdır yalnız bırakılmamalıdır.

Türk ve Kürt Faşistler...
Barış dilinden elbette rahatsız olacaklar vardır, onlar bu ülkede sorunların çözülmesinin önündeki en büyük engeli teşkil eden Türk ve Kürt Faşistlerdir. Ülkemin Türk ve Kürt Faşistleri’nin bu girişimi ve görüşmeyi küçümseyip önemsizleştirmeye çalışmaları elbette son derce doğaldır.
Siyasetleri, analizleri, söylemleri  ve varlıkları ‘’terör’’ ün varlığına bağlı olan ahmaklar elbette bu tip barışa yönelik çaba ve görüşmeleri küçümseyecek ve itibarsızlaştırmaya çalışacaklardır.

BDP Rahatsız...
Sözde Kürt halkının temsilcisi olduğunu iddia eden BDP nin Leyla Zana’nın bu çıkışından rahatsızlığı da son derece doğaldır. Neden mi doğaldır ? Doğaldır çünkü Leyla Zana’nın bu çıkışı Kürt Siyasetinde BDP yi an itibariyle taça çıkarmıştır. Tekrar sahaya dönmek için BDP ‘’barış’’ dilinin ve Zana’nın arkasında durmalıdır.
Çok zor bir ihtimal olarak görsemde, MHP nin de BDP nin şu anda yaptığı bu hataya düşmemesini diliyorum. Umarım MHP Leyla Zana gibilerine ön yargılarından sıyrılarak sahip çıkar destek olur. Hiç de zor değil, MHP isterse bunu yapabilir.

İtibarsızlaştırmaya Çalışanlar var...
Akıllı olun akıllı, Leyla Zana gibi ‘’barış’’ demeye başlayanları ve yıllardır ‘’barış’’ diyen diğerlerini, yok sayarak, küçümseyerek, önemsizleştirmeye çalışarak ancak savaşın devamına katkı verirsiniz. Bu kafayla giderseniz ancak savaş lobilerine hizmet eder ve bu ülkenin dibini dinamitlemeye devam edersiniz. Vazgeçin bu tavırdan bu yoldan.. YETER ÖLDÜĞÜMÜZ !

Bol keseden laflayıp ahkam kesenler,  neredesiniz ?
Haydi madem samimiyetle Kürtler taşın altına elini koysun demiştiniz, iste kondu, şimdi kalkın da Leyla Zana ya destek olunuz. Barış diyen çözüm diyen bu Kürt kadınına sahip çıkınız yalnız bırakmayınız. Haydi Hodri Meydan ‘’barış severler’’..

Turnusol...
Neresinden bakarsanız bakın, Zana-Erdoğan görüşmesi toplumun tüm katmanlarında ‘’savaş’’ veya ‘’barış’’ yanlılarını birbirinden ayıracak nitelikte bir turnusol olmuştur.  Unutmayalım ki yanan ateşe bir damla su olmak ve ‘’barışın renginde’’  kalmak hepimiz için insanlık onurudur.
Bu ve buna benzer diyalogların artması, barış ve çözüm adına görüşmelere  muhatap olan tarafların samimiyetlerinin devamını diliyorum. Sayın Leyla Zana size bu çıkışınız nedeniyle ‘’Helal Olsun’’ derken, bu duruşunuzun samimi ve kalıcı olmasını gönülden temenni ediyorum.
Ne demişler...?
İnsanlar konuşa konuşa....

01 Temmuz 2012
Twitter @cngzkync