5 Temmuz 2015

Cerablus Fırsatı

Bir önceki yazıma, YPG/J güçleri Sirin beldesini de özgürleştirebilirse, Cerablus’un Türkiye ve Rojava ilişkilerinin onarılmasında yeni ve iyi bir fırsat doğurabileceği kanaatini taşıyorum...

Diyerek son vermiştim... O noktadan devam edelim.

Türkiye silahlı kuvvetlerinin IŞİD denetimindeki Cerablus’un hemen karşısına askeri yığınak yaptığı şu günlerde,

YPG/J’nin daha çok Rojava bölgesindeki (Kobane-Cizire hattı) hakimiyetini korumaya yönelik bir tavrı öncellemesinin IŞİD ile mücadelede daha yerinde olacağı kanaatimi koruyorum.

Koalisyon güçleriyle birlikte görünen, koalisyon anlaşmalarına devlet olarak imza atan Türkiye’nin ve diğer taraftan PYD yönetiminin ortak hedefi gerçekten IŞİD’in geriletilmesi ve IŞİD ile mücadele etmek ise,

Şu anda halen devam etmekte olan, Rakka-Kobane-Cerablus üçgeninde stratejik bir bolge olan Sirîn beldesine yönelik YPG/J operasyonunun başarıyla sonuçlandırılması mümkün olursa, bir sonraki hamlede ;

Türkiye ve PYD’nin Cerablus’taki IŞİD hakimiyetine son verilmesi için mevcut önyargılardan arınarak bu sefer birlikte hareket etmesi, hem Rojava halkları hem de Türkiye halkları için elzemdir.

Türkiye’nin Cerablus’taki IŞİD hakimiyetine son vermek adına Rojava yönetimi ile işbirliği başlatmasının,

Türkiye üzerindeki ‘’IŞİD destekçisi ülke’’ algısına son vermek için de iyi bir fırsat olduğu kanaatindeyim...

Türkiye’nin müflis Suriye politikalarını yenilemesi ve Rojava halkları ile Türkiye devletinin kardeşlik ve akrabalık temellerinde,

Yeniden barışçıl ilişkiler başlatması için Cerablus üzerinden kurulacak bir işbirliği, bölge halkları yararına iyi bir hamle ve yeni bir başlangıç olabilir...

Türkiye devletinin basitçe ‘’kırmızı çizgiler’’ şeklinde tanımlanan, ancak temelde Kürdofobik olduğu bariz devlet aklının,

Buna işaret eden zihin yapısının, bahsettiğim şekilde bir işbirliğine kendini nasıl dönüştüreceğini elbette sorgulamıyor değilim...

Bu tip bir işbirliği zeminin, öncelikle Türkiye devleti ve PYD yönetimi arasında gerçekleştirilecek birtakım görüşme ve istişareler ile sağlanabileceği muhakkak...

Böyle bir değişimin mümkün olabileceğini gösteren bazı sinyaller de gelmiyor değil...

PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in geçen gün gelen şu açıklamasını bu anlamda oldukça kıymetli buluyorum... Müslim şöyle diyor ;

“Bizi denemek istiyorlarsa oturalım, konuşalım. Baksınlar alınan kararı uygular mıyız uygulamaz mıyız?''

Müslim’in bu ılımlı ifadelerinden benim anladığım, PYD yönetimi Türkiye’den bir görüşme zemini yaratılmasını bekliyor.

Müslim'in PKK ve PYD ilişkisine dair açıklamaları ise Türkiye tarafının diline doladığı bazı önyargı ve endişelerini gidermeye yönelik oldukça önemli vurgular içeriyor... Şöyle diyor ;

''Evet PKK ile ilişkimiz var ama PKK’nın dışındaki tüm Kürt örgütleriyle de ilişkimiz var''...

Türkiye tarafının bir başka kırmızı çigisi olan Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulması konusuna ise Müslim şu açık ve net ifadeleri kullanarak bir anlamda teminat veriyor ve şunu söylüyor :

‘’Kürt devleti kurma projemiz yok"

Türkiye’nin bu endişesine dair, ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass ise bundan 10 gün kadar önce verdiği bir mülkatta,

‘’Suriye'de bağımsız bir Kürt devleti niyetimiz yok’’ demişti...

Bir yandan medyada TSK’nın Suriye’ye müdahalesinin an meselesi olduğu konuşulurken diğer yandan da bu yukarıda bahsettiğim olumlu açıklamaların varlığı tabii ki bir tezat durumu yaratıyor...

Bir kısım medyanın manşetlerden yürüttüğü savaş çığırtkanlığının çirkinliği ise ayrı bir tartışma konusu elbette...

Herşeye rağmen barışçıl umutları yeşertmek ve korumak gerektiğini vurgulayarak devam edeyim...

Yukarıdaki bazı açıklamaların dışında, hükümet yetkililerine yakın kaynakların, ismini vermedikleri bir hükümet yetkilisinin ağzından aktardıkları bilgilere göre de, devlet/hükümet ile PYD arasında mesajlar gidip gelmekte ve diyalog kanalları açık...

Diyaloğun kamuoyuna yansıtılmadan devam ediyor olması da alsında Cerablus konulu son gelişmeler üzerinden iyi niyetli bir işbirliğinin başlayabilmesi adına umut verici...

ABD Büyükelçisi John Bass ise birkaç gün önce büyükelçilikte verilen resepsiyonda şunları demişti ;

"Suriye'de sınır bölgesini kim kontrol ediyorsa DAEŞ'le mücadele etmeli ve DAEŞ'in o bölgeyi kontrol etmesini engellemeli"

Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere ABD, Türkiye’nin IŞİD’le mücadeleyi öncellemesini istiyor ve bu noktada Türkiye, ABD ile bu konuda ister istemez hemfikir olmak durumunda...

Türkiye ile PYD yönetiminin Türkiye tarafından gerginleştirilen ilişkilerinin yumuşaması ve gerekli diyalog zemininin oluşturulması için,

Suriye’ye müdahale tartışmalarının devam ettiği sırada bir başka öneri de geçtiğimiz günlerde HDP’den gelmişti...

HDP Eş genel Başkanı Demirtaş şunları söylemişti ;

"Orada yaşayan insanlar Türkiye'nin düşmanı değil, kardeşlerimizdir. Oradaki asıl tehdit IŞİD barbarlığıdır. Biz HDP olarak barış konusunda atılacak her türlü siyasi, diplomatik girişimde görev almaya hazırız. Biz oraya tabur, tugay, tank, top göndermeyelim. Siyasetçi gönderelim"

Tüm bu olumlu söylem ve çabaların Cerablus üzerinde odaklanan son gelişmelerle birlikte bir savaş beklentsinin aksine,

Barışçıl çözümler için bir fırsata dönüşmesi bana çok da zor ve uzak görünmüyor...

Eğer Türkiye devletinin Suriye politikası IŞİD’e Cerablus’da yeni bir koruma kalkanı oluşturmak değilse,

Eğer Türkiye devletinin Cerablus’a yaptığı askeri yığınak ve medya üzerinden savurduğu savaş tehdidinin asıl gerekçesi, Türkiye’nin IŞİD ile kalan son sınır bağlantısını muhafaza etmek değilse,

Ve eğer Türkiye koalisyon ortaklığında verdiği IŞİD ile mücadele taahhütlere sadık ise, buyrun Cerablus’u bir fırsata dönüştürün ve gereğini yapın...

Ümidi muhafaza ederek,

Halklar için hayırlısı olsun diyelim...

Hoş Kalın

4 Temmuz 2015

Rojava'da Son Durum -2-

Devamen...

YPG/J’nin IŞİD’in Suriye’de ilan ettiği başkent Rakka’ya yönelmesi ile ilgili kişisel kanaatimi ve sorularımı bir önceki yazıda belirtmişken,

Gelin biraz da IŞİD’in savaş stratejisine, nasıl ilerlediğine ve yayıldığına bazı kaynaklardan faydalanarak bakmaya ve anlamaya çalışalım...

Sonrasında IŞİD’in son Kobane saldırısının hangi amaçla yapılmış olabileceğini anlamamızın da kolaylaşacağını düşünüyorum.

IŞİD’in Savaş Tekniği...

Bu ara başlığa toplamda IŞİD’in genleşme veya savaş stratejisi de diyebiliriz...

IŞİD’in kendi yayın organlarından olan Dabık’ın Kasım 2014 sayısında örgütün stratejisi ‘’kalma’’ ve ‘’genişleme’’ olarak belirtilmiş...

Bunu şöyle yapıyorlar ;

Öncelikle kent merkezlerine yakın küçük köylere, bomba yüklü araçlarla genellikle iki ayrı noktadan saldırı düzenlenilerek giriş harekatı veya bir başka tanımla kapı açma operasyonu yapılıyor,

Bombalı araçların çoğunun IŞİD saldırısından kaçan IRAK ordusundan ele geçirilen ABD yapımı Humvee denilen araçlardan oluşması ise ayrı bir trajik gerçeklik...

Bombalı araç saldırısı sonrasında, bu küçük ve nispeten savunmasız köylere üzerlerinde intihar bombacısı yeleği olan öncü savaşçılar giriyorlar,

Bu öncülerin hemen arkasından da hafif silahlarla donatılmış savaşçılar, çoğu artık sembolleşmiş Toyota marka Pick Up tipi araçlar eşliğinde yerleşim birimine girerek istilayı gerçekleştiriyorlar.

Bir kent birimine, yani köylerden daha büyük yerleşim merkezlerine bir saldırı yapılacaksa, çevre köylere yapılan direk operasyondan farlı olarak, öncelikle bir içeri ‘’sızma’’ harekatı gerçekleştiriliyor.

Böylelikle çevre yerleşim birimlerine yapılan işgaller bu sızma harekatı ile birleştirilerek büyük hedefe ulaşılıyor.

Kısa adı ISW olan, Savaş Çalışmaları Enstitüsü buna Kemer Stratejisi adını veriyor...

Bu stratejiye göre, önce geniş şehir merkezlerini çevreleyen kasaba ve köyler alınıyor, yollar kapatılıyor ve bir kuşatma kemeri yaratılıyor.

Sonra kemer daraltılıyor ve hedefteki yerleşim birimi ele geçiriliyor.

IŞİD’in, başkent ilan ettiği Suriye kenti Rakka ve Irak'ın ikinci büyük kenti Musul da, bu savaş stratejisini hayata geçirerek başarı sağladığını,

Ele geçirdiği yerlerde kalmayı sürdürürek diğer bölgelere doğru etki alanını hızla ve rahatça genişlettiğini görebiliriz.

Yukarıda da bahsettiğim gibi, zaten bu eylem biçimi yani ‘’kalma’’ ve ‘’genişleme’’ örgüte yakın yayın organı Dabık’ın Kasım 2014 sayısında örgütün savaş stratejisi olarak belirtilmiş...

Geçtiğimiz Mayıs ayında Irak’ın Anbar Eyaleti'nin önemli bir yerleşim birimi olan Ramadi kentini ve yine stratejik ve tariihi bir kasaba olan Palmira'yı da bu yöntemle ele geçirip bölgeye yerleştiğini de söyleyebiliriz.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Savaş Çalışmaları Enstitüsü'ne (ISW) göre IŞİD’in nihai amacı küresel hakimiyet olarak görülmekte.

ISW’e göre IŞİD, dünyayı üç ayrı coğrafik halkaya ayırmış durumda.

Buna göre iç halka Irak ve Suriye, bunun hemen dışındaki halka Ortadoğu ve Kuzey Afrika, en dış halka ise ABD, Asya ve Avrupa’yı kapsıyor....

ISW’e göre her bir halkada, geleneksel savaş, gerilla savaşı ve terör saldırıları olmak üzere farklı askeri stratejiler kullanılıyor.

En iç halka olan Suriye ve Irak ise bu üç farklı stratejinin tamamının birden kullanıldığı en kaotik ve kanlı bölgeyi oluşturuyor.

IŞİD’in stratejisini böylece kısaca özetledikten sonra IŞİD’in Kobane saldırısını değerlendirmek sanırım şimdi daha kolay olacaktır...

O halde şimdi sorumuzu soralım ve cevap arayalım...

IŞİD Kobane’ye Neden Saldırdı...

IŞİD’in genel stratejisine yukarıdaki satırlarda çeşitli kaynaklardan faydalanarak baktıktan sonra, IŞİD’in son kanlı Kobane saldırısının herzamanki sadırılarından farklı bir amaç taşıdığını söyleyebilirim.

Bunun en açık delilleri olarak ise size,

IŞİD’in Kobane saldırısının silahlı birimlere yönelik değil silahsız sivillere yönelik bir saldırı olmasını,

Sadece 60 kişilik küçük bir güç ile bir tür vur kaç eylemi olmasını,

Saldırıyı yapan grubun arkasında bir destek gücü bulunmamasını gösterebilir ve dolayısıyla saldırı amacın esasen Kobane’yi almak olmadığını söyleyebilirim.

Asıl amacın ne olduğuna dair birkaç farklı neden belirtmek mümkün olmakla birlikte ben IŞİD’in Kobane saldırısının arkasındaki en önemli nedenin,

IŞİD’in Kobane, Şengal, Ayn El İsa ve son olarak da stratejik bir nokta olan Tel Abyad yenilgisi ile kaybetmekte olduğuprestiji’ geri kazanma çabası olduğunu,

Sürekli şekilde prestij ve itibar kazanan YPG/J güçlerinin bu başarılı grafiğinin tersine döndürülme çabası olduğunu düşünüyorum.

IŞİD’in Kobane saldırısı bir diğer ifadeyle ‘’biz varız bitmedik’’ deme çabası ve elbette son yenilgilerine karşılık bir ‘’intikam’’ saldırısı olduğunu da söyleyebiliriz

Tel Abyad yenilgisinin hemen ardından gelen IŞİD’in Kobane saldırısının YPG/J’nin Rakka’ya ilerleyişini durdurmak olabileceği fikrine ise katılmıyorum,

Zira ben Rakka’yı şu aşamada YPG/J güçleri için riskli ve gereksiz bir çatışma alanı olarak görüyorum.

Kobane ve Cizire kantonları arasındaki stratejik noktaları yeniden ele geçirerek Türkiye-Suriye sınırının toplam uzunluğunun yarıya yakınının denetimini eline alan YPG/J’nin,

Rojava bölgesine konsantre olması ve muharebe alanını daha fazla genişletmemesini, Rojava’nın IŞİD tehlikesine karşı korunmasında daha önemli ve doğru buluyorum.

Rakka’dan ziyade, Rakka-Kobane-Cerablus arasinda yer alan ve stratejik bir bolge olan Sirîn beldesine doğru yapılan yeni ve güncel hamlenin, Rojava’nın IŞİD’e karşı korunmasında daha yerinde bir hamle olduğu kanaatini taşıyorum.

YPG/J güçleri Sirin beldesini de özgürleştirebilirse, Cerablus’un Türkiye ve Rojava ilişkilerinin onarılmasında yeni ve iyi bir fırsat doğurabileceği kanaatini taşıyorum.

Hoş Kalın

3 Temmuz 2015

Rojava'da Son Durum -1-

Son günlerin en önemli gelişmelerinden bir kısmı da, genel seçimler ve sonuçları, muhtemel koalisyon oluşumları, meclis başkanı seçimi ve erken seçim olasılıkları dışında elbette Rojava’da yaşanan gelişmelerdi.

Türkiye’nin güney sınırına denk gelen, Suriye’nin kuzeyindeki Rojava bölgesinde, oldukça önemli gelişmeler yaşandı.

Tel Abyad Operasyonu...

Tel Abyad, IŞİD güçlerinin Türkiye’nin Akçakale sınır kapısına komşu ve IŞİD’in Türkiye’ye açılan kapılarından biri olması anlamında ‘’stratejik’’ bir yerleşim birimiydi.

Bir diğer husus da, IŞİD’in PYD yönetimi altındaki Kobane ve Cizire kantonları arasında yer alan bu bölgeyi elinde tutarak, bu iki Rojava kantonunun birbiriyle olan doğal stratejik bağlantısını kesmesiydi.

Türkiye’nin sınır güvenliğinde tedbirsizlik, zaafiyet ve benzeri elde olan veya olmayan birtakım sebeplerden dolayı açıkça yetersiz kaldığı bir ortamda,

Kendine çeşitli türden destek sağlamak noktasında Tel Abyad, şüphesiz IŞİD için çok önemli bir ‘’geçiş noktası’’ özelliği taşımaktaydı.

Rojava’nın silahlı gücü YPG/J’nin ön hazırlığı ve son hamlesi ile birlikte tamamı yaklaşık bir aylık bir zamanı kapsayan Tel Abyad’ı özgürleştirme operasyonu gerçekleşti.

YPG/J, Cizire Kantonu'nun batısında, 6 Mayıs itibariyle '’Şehit Rubar Qamışlo Hamlesi’' adıyla bir dizi operasyon başlatmıştı.

Tel Abyad'ın güneyinden ve doğusundan yani Cizire kantonu tarafından yapılan askeri operasyonlara ek olarak,

Batıdan yani Kobani kantonu tarafından da operasyonlar yapılmış ve böylelikle Tel Abyad batı, doğu ve güneyden kuşatılarak son hamle için gerekli hazırlık yapılmış oldu.

Tel Abyad çevresindeki farklı cephelerde IŞİD adım adım geriletilerek yapılan operasyonlar sırasında YPG/J’nin açıklamasına göre IŞİD’e 500’ün üzerinde kayıp verdirilmişti.

Bu noktada YPG/J savaşçılarının kahramanlık, azim ve başarılarına önemli bir katkının da elbette koalisyon uçaklarının Tel Abyad çevresinde yaptığı YPG/J ile koordineli bir dizi bombardımandan geldiğini söylememiz gerekir.

Tel Abyad’ın IŞİD kontrolünden geri alınması sonrası yapılan açıklamalardan da anlaşıldığı üzere koalisyon uçakları, karadaki operasyonlarla sıkı bir koordinasyon içinde yer almıştı.

Örneklemek gerekirse, Beyaz Saray Basın Sözcüsü Josh Earnest, Tel Abyad'ın ele geçirilmesi ardından,

"Bu, koalisyonumuzun; karada becerikli, etkili yerel savaşçıları destekleyebildiğinde IŞİD'e karşı önemli bir ilerleme sağlayabileceğinin göstergesi" demişti.

Koalisyon desteğine bir başka örnek vermek gerekirse, Orta Doğu uzmanı Bill Law’un yaptığı şu değerlendirmeyi de gözden kaçırmamak gerekir, Law

"Şüphesiz, müttefiklerin hava desteği olmadan Tel Abyad'ın kurtuluşu gerçekleştirilemezdi ama YPG de birkaç aydır IŞİD'e karşı azmini ispatlamış bir savaşçı güç" demişti.

Suriye'deki muhaliflere yakın çizgide olan, İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları için Gözlemevi (SOHR) Genel Müdürü Rami Abdurrahman ise ;

‘’Tel Abyad'ın yapısı nedeniyle koalisyon uçaklarının bombardımanı sonucu IŞİD'lilere Rakka'dan yardım gidemedi, Kürt güçleri bölylece köy köy ilerledi, sonuçta Tel Abyad içinde sadece yaklaşık 150 IŞİD militanı kaldı’’ demişti.

IŞİD’in Tel Abyad’ı neden fazlaca direnemeden, bir anlamda geri çekilerek hakimiyet ve yönetimini yeniden ve mecburen PYD kontrolüne bıraktığını anlamamıza yardımcı olacak yukarıdaki açıklamalara ilaveten,

Burkan El Fırat (Fırat Volkanı) ve Liwa El Tahrir güçlerinin Tel Abyad içerisindeki uyuyan hücrelerinin de Tel Abyad özgürleştirme harekatının başarıyla sonuçlanmasında, oldukça önemli bir katkı sağladığını belirtmek gerekir.

YPG/J Rakka’ya İlerlerken...

Tel Abyad’ın yeniden PYD denetimine geçmesinin ardından, Rojava’nın silahlı güçleri YPG/J savaşçılarının IŞİD’in Suriye’deki başkenti olarak görülen Rakka’ya 20 Km mesafeye kadar ilerleme kaydettiğini de gördük.

İşte tam da bu sırada, yani YPG/J'nin Rakka’ya yaklaşmakta olduğu sırada, IŞİD’in Kobane’ye saldırısı gerçekleşti.

Kobane bu saldırıya hazırlıksız yakalanmıştı, savaşan güçlerinin çoğu Tel Abyad operasyonu için kent dışına çıkmış ve Kobane’nin güvenliği her zamankinden daha zayıftı.

IŞİD’in Kobane’ye ani bir baskın yaparak, resmi açıklamalara göre %90’a yakını silahsız, kadın, yaşlı ve çocuklardan oluşan 233 sivili ve 23 YPG/J savaşçısını katlettiğine maalesef şahit olduk.

Rakka YPG/J İçin Bir Tuzak Olabilir mi ?...

Elimizde istihbari bir bilgi veya açıklama yok, bu nedenle Rakka’ya ilerlemenin askeri ve stratejik gerekliliğini doğal olarak tam bilemiyoruz, ancak eldeki verilerle değerlendirecek olursak,

Rojava yönetiminin silahlı güçleri YPG/J’yi Rakka’ya yöneltmesini, Rakka’nın Rojava doğal sınırları dışında ve IŞİD’in en güçlü olduğu yerlerden biri olması nedeniyle, şahsen doğru bulmadığımı belirtmek isterim.

Yaklaşık bir ay sürmüş Tel Abyad harekatı sonrası muhtemel muharebe yorgunluğuyla, IŞİD’in en güçlü kalelerinden biri olan Rakka’ya, başkent ilan ettikleri bir yerleşime yönelmek, bunu geride Kobane’yi de savunmasız bırakarak yapmak, ne derece yerinde bir hamleydi...

Mesele IŞİD ve Rakka ise, bunu da Kürt güçlerinin sırtına yüklemenin şu ortamda Kürtleri ölümcül bir tuzağa çekmek olmadığını kim söyleyebilir...

Konu Rakka’nın özgürleştirilmesi ise, bunu da Türkler, Araplar, Koalisyon güçleri vs birlikte yapsalar çok daha doğru olmaz mı...

IŞİD ile mücadele belli ki devam edecektir, bunun Kürtleri esasen direkt ilgilendirmeyen Rakka gibi coğrafyalarda dahi, Kürtlerin canları ve kanları üzerinden yürütülmesi ne kadar doğrudur...

Elbette sonuç itibariyle bu ilerlemenin gerekliliği veya yanlış bir yönelim olup olmadığı noktasında son sözü söyleyecekler, duruma açıklık getirecek olanlar,

Bugüne kadar Rojava’da IŞİD’e karşı tüm dünyanın da takdir ettiği üzere kahramanca savaşmış ve halen savaşan YPG/J yetkilileri olacaktır.

Devam edecek...

Hoş Kalın
@cngzkync