28 Mart 2015

Faylar ve Muhtemel AKP Depremi -2-



AKP içinde giderek belirginleşen faylara ve yaşanan son gelişmelere bakmaya, bazı hadiseleri yer yer yeniden hatırlamaya ve AKP içinde oluşması kuvvetle muhtemel bir ‘’depremi’’ birlikte tespite çalışmaya bir önceki yazımda kaldığımız yerden devamla....

Hakan Fidan Konusu...

Fidan'ın AKP'den Milletvekili olmak için istifasından tutun da, Erdoğan'ın ve öncesinde Arınç'ın bu istifayı olumlamamasına,

Erdoğan'ın aksine, başta Davutoğlu'nun ve Akdoğan gibi bir kaç başka parti içi dinamiğin bu istifayı olumlamasına gelin,

Oradan hiç beklenmedik şekilde Fidan'ın adaylık müracatını geri çekip adaylıktan vazgeçmesine ve sonrasında Davutoğlu'nun Fidan'ı temayüllere aykırı olarak MİT'deki görevine iadesine gelin....

Bu yaşananların danışıklı dövüşler veya sıradan ve olağan durumlar olduğunu hangimiz söyleyebiliriz ?
Bu sorunun cevabı bende ''hayır''.

Bana göre ne Fidan'ın istifası bir danışıklı dövüştü, ne de Erdoğan'ın olumlamaması sahteydi. her ikisi de ''samimi'' hareketlerdi.

Fidan'ın ileriye dönük doğal birtakım siyasi hedefleri olma ihtimalini bir kenara koyalım, en azından siyasete fiilen giriş aşamasında Davutoğlu'nun yanında siyaset yapmak, ona güç vermek amacıyla ve bana göre Erdoğan'a rağmen istifa etmişti.

Peki ya istifasını geri çekmesi sonrası Davutoğlu tarafından eski görevine temayüllere aykırı olarak ve tartışma yaratacağı bilinmesine rağmen iadesi neyin nesiydi ? 

Kimilerine göre Fidan, bu görevi iyi yaptığı veya Çözüm Sürecinde kendisine ihtiyaç olduğu için aynen eski göreve iade edilmiş olabilir.

Hayır ben Fidan'ın eski görevine iadesinin Davutoğlu tarafından Erdoğan'a rağmen yapılmış stratejik bir karşı hamle olma ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerektiği kanaatindeyim.

Hatırlatalım, MİT Başbakanlığa bağlıdır ve İstihbarat Kurumları siyasetçiler için önemli ''kalelerdir''.

Saray - TSK Konusu...

Bu noktada da ilginç gelişmeler peşi sıra yaşandı denilebilir.

Akdoğan'ın hafızalara kazınan o ''Orduya Kumpas Kurdular'' açıklamasından bu yana Türkiye hukuk tarihinin en önemli davaları olan ErgenekonBalyoz ve buna benzer davalarının bir çoğu ya yeniden değerlendirilmek üzere yada tamamen kapandı.

Son olarak da belki tüm bu ''darbe'' içerikli davalardan daha önemli ve birçok karanlıkta kalmış hadisenin aydınlanmasına vesile de olabilecek önemde bulduğum bir dava olan Kozmik Oda davası da takipsizlikle sonuçlandı.

AKP'nin dün askeri vesayetle mücadele adına kolkola olduğu, birlikte yürüdüğü yapılar bugün bir manada ''düşman'' olarak tanımlanarak kırmızı kitap kapsamına alınırken, dün vesayetle mücadele kapsamında bir anlamda yine ''düşman'' olarak tanımlanmış yapılar bugün AKP'nin birlikte yürüdüğü bir müttefik haline dönüştü.

Bu noktada en çarpıcı ve en güncel gelişme ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Harp Akademilerinde geçen gün yaptığı konuşmada yaşandı.

Erdoğan konuşmasında şöyle dedi ; “Başta ben, tüm ülke aldatıldık”.

Hoş kimsenin birbirine düşmanlığını isteyecek halimiz yoktur, ancak bu kadar tarihi ve 180 derecelik tavır değişikliklerinin özel bir anlamı olmalıdır diye düşünmeden de edemiyor insan.

Bir manada huzura varıp, ''özür diler'' manada birtakım sözlerin sarf edilmesi ister istemez ''yine başa mı döndük'' sorusunu elbette sorduyor.

Tüm bu 180 derecelik değişimlere ''aldatıldık''''kumpastı''''safmışız'' gibi sözlerle açıklık kazandırmaya çalışmak ise ne yazık ki hiç inandırıcı durmuyor.

AKP'nin anketlere de yansıyan hızlı ve süreklilik gösteren oy kaybının da AKP'den gelen birtakım söylemlerin artık halkta inandırıcılığının kalmadığının bir tür işareti olsa gerek.

TSK'nın köklü bir eğitim-öğretim reformundan geçirilip gerekli zihniyet devrimi sağlanmadığı, mali kaynaklarının ve kullanımının sivil denetime açık olmadığı ve görev tanımının yeniden yapılmadığı bir ortamda, MGK gibi kurumların da ne hikmetse hala kaldırıl(a)madığı bir ülkede, insan kendini siyaset-asker ilişkileri bakımından bir türlü rahat hissedemiyor doğrusu....

Hoş Kalın

27 Mart 2015

Faylar ve Muhtemel AKP Depremi -1-


Ne Fayı ?

Ne Depremi ?

Nereden çıktı şimdi bu diyenleriniz olabilir...

O halde gelin birlikte bakalım AKP içini kast ederek kullandığım ''Fay ve Deprem'' dediğim hadiselere....

AKP'nin içine bakıp değerlendirme yapanlar aynı perspektiften duruma ''Su Alan Gemi'' modellemesi üzerinden de bakabilirler.

Benim tercihim ''Deprem'' modellemesi üzerine olan bitenlere bakmaya çalışmak. AKP içinde, öncelikle bizzat kendisini etkilemesi muhtemel gelişmelere ''Faylardaki Hareketlilik'' ve bu faylarda biriken enerjinin yaratacağı sarsıntı ve gelişmelere de toplamda ''Deprem'' olarak bakıyorum...

Uzun yıllardır iktidarda olan AKP, artık her geçen gün daha da fazla enerji biriktiren ve SARAY ve HÜKÜMET adını verebileceğim iki önemli Ana Fayı da bünyesinde barındıran bir parti durumunda...

Ayrıca kuvvetle muhtemel görünen bir ''deprem'' sonrası oluşacak yıkımın merkez sağda da oluşturacağı boşluk nedeniyle etki alanının AKP ile sınırlı kalmayacağını düşünüyorum.

Muhtemel gördüğüm ''deprem'' sonrası ülke siyasi dengelerinde oluşacak boşluğu doldurabilecek alternatif SAĞ DEMOKRAT bir parti veya yapının görünürde olmaması, AKP'de oluşacak yıkıcı depremin ülkenin genel siyaset dengelerini değiştirecek bir sarsıntı yaratacağını söyleyebilirim...

Türkiye'nin klasik tabirle SAĞ olarak tanımlanabilecek kesimindeki demokrat, özgürlükçü dinamiklerin bu olası deprem sonrası ortaya çıkacak enkazı kaldırmak için ne kadar hazırlıklı olduğu veya olan biteni ne derece umursadığı noktasında ise endişelerim var....

Endişelerim var, çünkü harekete geçmelerinin vaktinin çoktan geldiğini düşünüyorum. Açıkçası, dönemsel olsa da şu anki haliyle varlığı bir dert yokluğu ayrı dert bir partiden bahsediyorum. On küsür yıldır iktidarı elinde tutan bir parti söz konusu. Oylarını katıldığı hemen her seçimde bir şekilde arttırmayı başarabilmiş bir parti bu....

Dolayısıyla AKP içi Fay Hatlarında biriken enerji neticesinde oluşacak bir sarsıntı da ancak bir ''deprem'' olarak nitelendirilebilir kanaatindeyim...

AKP içine bakarken basit sığ bir takım ''kulis bilgisi'' işgüzarlıkları yapmak hiç huyum değil. Kulis denilen şeyin halk arasındaki tabirle ''dedikodu'' denilenden çok da farklı birşey olduğunu da düşünmüyorum.

Bazı sosyal medya fenomenleri veya sosyal medya otlakçısı köşe yazanları gibi orda burda yazılmış ''iddiaları'' burada derleyip, size ''bakın işte AKP nin durumu bu'' demek gibi bir niyetim de yok.

Zira bu türden şeyler üzerine bir yazı kaleme almak isteseniz rivayetler muhtelif ve öyle çok ki. Şimdi rivayetleri boş verip, birkaç önemli bulduğum hadiseyi dikkatinize sunarak fotoğraf çekmeye çalışalım...

Abdullah Gül Konusu...

Gül'ün Cumhurbaşkanı olarak AKP tarafından aday gösterilip gösterilmemesinin tartışıldığı ve sonrasında aday gösterilip seçildiği o günlerden tutun da,

Görev süresi tartışmalarına ve süresinin bitimiyle yeniden aday olup olmayacağı tartışmalarına,  

AKP kongre tarihinin kendi siyasi geçmişinde hiç de yaşanmadığı şekilde bir ilkle ve haftasonu olmayan bir güne alınmasına, yani Gül'ün görev süresi bitimi öncesine çekilmesine,

Oradan Gül'ün yeniden AKP'ye dönüp dönmeyeceğine ve AKP'den Milletvekili adayı olup olmayacağı tartışmalarına ve sonrasında Gül'ün ''olmayacağım'' şeklindeki açıklamasına,

Erdoğan'ın ''Türk Tipi Başkanlık Sistemi'' arzusuna, Gül'ün ''Türk Tipi Başkanlık Sistemi Diye Birşey Olmaz'' yorumuna ve Erdoğan'ın adresi Gül olan ''Bal Gibi Olur'' ifadelerine gelin ve olan bitenleri hatırlayın...

Bu hatırlayabildiğim ve aktardığım hadiselerin yaşanageldiği partide bir iç ''çekişme'' veya ''kavga'' olmadığını, herhangi bir sorun yaşanmadığını söyleyebilir misiniz? Ben söyleyemem...

Peki Gül'ün aday olmayacağını açıklamasına, AKP içi yarıştan veya siyasetten tamamen çekilmiştir yorumunu getirebilir miyiz ? Hiç sanmıyorum, zira Erdal İnönü gibi extrem örnekler dışında tıpkı tiyatro sanatçılarının sahne tozu yutmaları sonrası bu meslekten kopamamalarına bezer şekilde siyasetçilerin de siyasetten ve yarıştan kopmaları oldukça güçtür.

AKP içinde veya AKP dışında Gül'ün siyaset içinde bir şekilde yer alacağı kanaatindeyim.

Gül'ün siyasetteki varlığının AKP ve/veya Türkiye için ne getirip ne getirmeyeceği hususu ise ayrı bir tartışma konusudur.

Hoş Kalın

@cngzkync












23 Mart 2015

Newroz Mektubu 2015

Merakla beklenen, günler öncesinden hakkında çeşitli yorum ve spekülasyonlar yapılan Öcalan'ın 2015 Newroz Mektubu nihayet Amed (Diyarbekir) Newroz kutlamalarında okundu..

Mektubun okunacağı saatlerde bir yandan da MHP'nin kongresi devam ediyordu, tabi hemen her zaman yaşandığı üzere haber kanalları dahil televizyon kanallarının genele yakını önceliği ''tarihi'' olması beklenen Öcalan'ın Newroz mesajlarına değil MHP'nin tek adaylı kongresine vermişti...

Öyle ki, mektubun Türkçe olarak okunması başlayana kadar, yüzbinlerce insanın katıldığı Newroz kutlamalarından doğru dürüst bir yayın dahi yapmadılar...

Neyse biz mektuba dönelim...

Hepinizce malum, bu seneki Öcalan Newroz mesajı da daha öncekiler gibi önemliydi.

Başta dedim ya, daha mektubun içeriği belli olmadan çeşitli yorum ve spekülasyonlar başlamıştı.

İşte öncelikle de, benim kısaca KGPD (Kullanışlı Geridönüşümlü Plastik Demokrat) olarak tanımladığım AKP yazanı kalemler, içerikte ne olacağını biliyorlarmışcasına veya olmasını arzuladıkları doğrultuda birçok köşe yazısı kaleme almışlardı.

Mektup okunduktan sonra anlaşıldığı üzere, bir çoğunun önerme, yorum ve temennilerinde sükut-u hayale uğradığını söylememe gerek yoktur sanırım...

Mektubun okunmasından hemen önce ise oldukça sıradışı bir gelişme yaşanmıştı.

Çözüm Süreci'nin Kürt kanadı tarafından oluşturulması istenmiş ve oluşturulacağı yönünde önceden taraflar arasında mutabakata varılmış olan ''İzleme Heyeti'' oluşturulması konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan tıpkı Hakan Fidan'ın istifasında dile getirdiğine benzer şekilde bir ''olumlamama'' açıklaması gelmişti.

Aslına bakarsanız şu saatten sonra benim de ne işe yarayacağından pek emin olamadığım bir heyet bu ya neyse...

İzleme Heyetinde yer alacağı öngörülen bazı isimler medya aracılığıyla topluma servis dahi edilmişti.

Bunu ben bir anlamda ''sızdırılan'' isimlere yönelik toplumun tepkilerini ölçümleme çalışması olarak görüyorum.

Tabi aynı şekilde adı geçen kişilerin de heyette görev daveti söz konusu olursa tepkilerinin ne olacağı da bu vesile ile gözlemlenmiş olacaktı.

Mektupta benim önemli buldugum kısımları belirtmeden önce bir sonraki yazımın konusu olmasını düşündüğüm Saray-Hükümet gerginliklerine şimdiden dikkatinizi çekmek isterim.

Mektupla ilgili bazı önemli bulduğum detayları maddeleyerek bu yazımıza son verelim.

1-) Öcalan'ın ilettiği mesajlar bir kez daha özellikle iktidara yanaşık yazan medya kadrolarının ve AKP kurmaylarının, mektup öncesi yorum ve açıklamalarından da anlaşılacağı üzere, toplamda KSH'yi (Kürt Siyasi Hareketi) özelde ise Öcalan ve Kandil'i (KCK) henüz gerektiği kadar iyi okuyamadıklarını ortaya koymuştur.

2-) Bu seneki kutlamalarda, önceki yıl Öcalan'ın mesajının yanında KCK tarafından yayınlanan herhangi bir mesaja yer verilmedi. Sadece Öcalan'ın mesajları ile yetinilmesinin elbette, ''Öcalan ayrı telden Kandil ayrı telden çalıyor'' diyen bir kısım aklıevvel için ''Biz birlikteyiz, ayrımız gayrımız yoktur'' mesajı olarak değerlendirilmesi faydalı olacaktır.

3-) Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mektup öncesi yaptığı açıklama ile Çözüm Süreci'nin AKP tarafından bugüne kadar neden ve kimin etkisi ile oyalanarak birtakım gecikme ve sorunlarla geldiği sorusu da yanıtını bulmuştur.

4-) Mektubun en önemli husularından birisi PKK'nin, hükümet kanadının müzakere maddeleri ve diğer anlaşmaya varılmış konularda gereğini yerine getirmesi halinde Türkiye'ye karşı silahlı mücadeyi sonlandırma kararlılığının yeniden altının çizilmiş olmasıdır.

5-) Öcalan'ın Erdoğan'ın ''olumlamama'' açıklamasına rağmen mesajında ''İzleme Heyetinden'' bir gereklilik olarak bahsetmesi, bazı kesimlerin Öcalan'ın AKP'nin veya Erdoğan'ın talimatlarına paralel hareket ettiği şeklindeki iddialarını da şu aşamada boşa çıkarmıştır.

6-) Öcalan mesajında ''İzleme Heyeti'' gerekliliğinden bahsetmekle kalmayıp, parlamento heyeti ve izleme heyetinin katılımıyla oluşturulması daha önceden kararlaştırılmış ''Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu'' gerekliliğinden de bahsederek müzakere çıtasını bir tık daha yükseltmiştir.

7-) Öcalan'ın mektubunda çağrısını yaptığı KCK Kongresi için herhangi bir tarih dayatması yapmaması ve bunu belirlememesi önemlidir. Kongre tarihi belirlenmesi kararının Öcalan tarafından KCK yönetiminin inisiyatifine bırakılması, KCK'nin sıkça dile getirdiği ''hükümet ve devlet adımlarını yerine getirmeli'' koşulunun geçerli olduğunun altını çizmiştir.

8-) Bir küçük ayrıntı da, bu yıl okunan Öcalan Newroz mesajının sonunda Sırrı Süreyya Önder'in geçen yıl okuduğu metnin sonunda kullandığı ve eleştirilere yol açan ''İmralı Zindanı'' ifadesi yerine ''İmralı Cezaevi'' ifadesini kullanmış olmasıdır.

Bu yıl okunan Öcalan Newroz mesajının genel anlamda tutarlı, PKK'nin silahlı mücadeleden sivil siyasetle mücadeleye geçilmesi noktasındaki kararlılığını gösteren ve kalıcı barıştan yanalığı ifade eder nitelikte olduğunu söyleyebilirim.

Öcalan'ın 2015 Newroz mesajı birikmiş bir takım soru işaretlerine, Çözüm Sürecinde gelinen son durum itibariyle büyük ölçüde son veren ve cevaplayan nitelikte olduğunu da belirtmek isterim.

Bu yılki Öcalan Newroz mesajının ''Tamam Oldu Bu İş'' olarak abartılıp topluma yansıtılmaması en doğru tavır olacaktır diye düşünüyorum, zira sabırla ve itidalle daha alınması gereken çok yol vardır ve benim anladığım Çözüm Sürecinde dair hayırlı yolculuk 07 Haziran 2015 Genel Seçimleri sonrası söz konusu olacaktır.

Şu anki durum nedir diye kısaca özetlemek gerekirse, Öcalan önderliğindeki PKK kalıcı barış adına yürütülen Çözüm Süreci ve bu sürecin Müzakere Aşamasına dair, devlet ve hükümetten bir adım daha önde pozisyon almıştır...

Her fırsatta tehditkar dille Öcalan-Demirtaş-KCK-HDP arasında sürece dair bir fikri çatışma olduğunu iddia edenler veya olmadığnı bildikleri halde bu algıyı yaratmak isteyenler, Öcalan'ın Newroz mektubu ile almakta oldukları soğuk duş ile ayılmaya çalışadursunlar...

Pas verilmiştir... Top DEVLET ve genel seçimler sonrası kurulacak YENİ HÜKÜMETTEDİR...

Hoş Kalın

@Cngzkync

17 Mart 2015

Demirtaş Daha Ne Desin ?


Türkiye siyasi tarihinin en kısa, en etkili, en net, en uzun ve sosyal medya mecraları dahil en çok konuşulan özellikleriyle siyaset hafızasına ve tabi resmi kayıtlara geçen bir konuşma yaptı Selahattin Demirtaş....

Karadeniz'den gelen misafirlere selam sabah faslını geçersek, tam olarak şunları söyledi ;

"Tarihimizin belki de en kısa grup toplantısını yapacağız. Buradan Türkiye'ye tek bir mesaj paylaşmak istiyorum. Biz pazarlık partisi değiliz. AKP'yle hiçbir kirli pazarlığın içinde değiliz. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, HDP var olduğu müddetçe sen başkan olacayacaksın. HDP'liler bu topraklarda var olduğu sürece seni başkan yapmayacağız. Seni başkan yaptırmayacağız, yaptrmayacağız, yaptırmayacağız" 

Toplam konuşması alkışlarla kesilen bölüm dahil takribi 38 Saniye sürdü....

Derler ya hani, ''tak tak tak'' veya ''dan dan dan''....

İşte öylesine etkili, vurucu ve adrese teslim bir konuşma yaptı Demirtaş...

Adrese teslim dedik de, peki adres neresiydi ?

Öncelikli adres elbette konuşmasında da zikrettiği üzere Türkiye ve devamında ismen zikrettiği üzere Erdoğan idi. 

Erdoğan'ın bu mesajdan ne alıp ne almadığını bir kenara koyacak olursak ki bence asıl önemli olan kısmı Erdoğan'a hitap ettiği kısmı değil Türkiye'ye seslendiği satırlardı....

Yani şu kısmı : ''Biz pazarlık partisi değiliz. AKP'yle hiçbir kirli pazarlığın içinde değiliz''

Neden önemli diye soracak olursanız, dönüp son dönemde gittikçe yoğunlaşan şekilde HDP ve Demirtaş aleyhinde yürütülen ''HDP-AKP anlaştılar'' dedikodularını hatırlamamız gerekir...

HDP'nin Yeni Yaşam sloganı ve bu sloganın içini de radikal demokrasi ve bölge veya etnik temelli bir parti olmak veya kalmak yerine, Türkiye geneline hitap eden bir yapıya evrilmeyi işaret eden programıyla doldurmakta ve oy potansiyelini de giderek arttırdığı bir dönemden geçiyoruz...

Hal böyle olunca, HDP'nin bu yükselen grafiğinin rahatsız ettiği başta iktidar olmak üzere bazı çevrelerin harekete gecerek bunu önlemek adına ''HDP-AKP anlaştılar'' gibi bir dedikodudan ziyade iftiraya başvurulduğunu görmekteyiz...

Bununla birlikte, yapılan tüm anketlerde de görüldüğü üzere seçmenin takribi %20-25 gibi bir bölümünün de henüz oyunu hangi partiye kullanacağına karar vermemiş ''kararsızları'' oluşturduğunu da dikkate almamız gerekir..

Kararsız seçmenlerin önemli bir kısmının bu seçimlerde HDP'ye oy verme eğilimde olduğunu, ancak bunların da bir bölümünün henüz üzerlerinden atamadığı haklı veya haksız nedenlere dayalı bazı önyargılarının olduğunu, yayınlanmış bir dizi anket ve bulunduğumuz ortamlarda insanların sohbetlerinde sergilediği yaklaşım ve söylemlerden de gözlemliyoruz...

İşte tam da bu noktada, yani önümüzdeki seçimlerde partilerin kaderini belirleyecek en önemli seçmen kitlesini oluşturan ''kararsızların'', HDP ile ilgili olarak yukarıda bahsettiğim iftiradan etkilenmesini en aza indirmeye yönelik olarak Demirtaş'ın, böylesine farklı, açık, net, etkiliyeci, sosyal medya mecralarında en çok konuşulan konu olabilecek ve siyasi alanda da gündem oluşturacak bir şekilde baştan aşağı samimiyet ve profesyonellik içeren son grup toplantısı konuşmasını kendine has siyaset uslubuyla da birleştirerek başarıyla yaptığı kanaatindeyim...

Eh, HDP'ye yönelik ''anlaştılar'' şeklindeki iftiralarla ilgili olarak Demirtaş daha ne desin ?

Hemen şunu da eklemekte bir behis görmüyorum, velevki Ak Parti ve HDP veya başka partiler ülke menfaati de gözetecek şekide bazı konularda anlaşmış ve işbirliği yapıyor olsunlar, ne var ki bunda ? 

Hep özlediğimiz hareketler değil mi zaten bunlar ?

Zira HDP kategorik olarak Başkanlık Sistemine kökten ve temelden karşı bir parti değil ki...

Defalarca Demirtaş'ın da izah ettiği üzere HDP ülke için faydalı olabilecekse her türlüsistemi görüşüp tartışmaya açık bir parti.

HDP'nin karşı duruş gösterdiği şey temelde ''Başkanlık Sistemi'' değil ki, benim de dahil olduğum bir grup insanın da karşı duruş gösterdiği üzere, Erdoğan tarafından da ''Türk Tipi'' vs diyerek dile getirilmiş olan kişiye özel şekillendirilmiş yeni icad tek adam sistemi de diyebileceğimiz ''Başkan Sistemi''...

Ha siz illa da HDP'nin bir anlaşma ve işbirliği içinde olduğunu düşünüyorsanız, hemen burada size çok özel kaynaklarımdan elde ettiğim bilgiler ışığında ÇOK GİZLİ bir bilgi vereyim...

Evet HDP'nin bir anlaşma ve işbirliği içerisinde olduğu iddiaları doğrudur....

HDP uzunca bir süredir Selahattin Demirtaş ile anlaşmış ve işbirliği halindedir...

Tekraren soruyorum, anlamanız inanmanız için... Demirtaş daha ne desin ?!



Hoş Kalın
@cngzkync


16 Mart 2015

Kim bu Fuat Avni ?

Bu sorunun cevabı hemen herkesin merak konusu...

Gayet de doğal bir merak bu, çünkü düşünsenize bir twitter canlısı var ve sürekli ''içerden'' denilecek birşeyler yazıyor ve bu yazdıklarının birçoğu da nasıl oluyorsa doğru çıkıyor...

Ben de merak etmiyorum kim olduğunu dersem buz gibi bir yalan olur...

Takip etmiyor olsam da, hakkında yapılan haberlerden ve Twitterda yeniden paylaşma anlamına gelen RT etmeler sayesinde benim de ister istemez gördüğüm mesajları, nadiren de olsa dönüp hele bu twitter canlısı ne yazmış diye bakmama neden oluyor elbette...

Bana sence kim bu Fuat Avni derseniz, size göründüğü ya da algılattığı görüş ve ideolojiden farklı biri olma ihtimalini göz ardı etmemenizi salık veririm...

Öyle ya...

Şu zalim dünyada hangi şey göründüğü gibi çıkıyor ki ?!

Mesela şu benim de bir şekilde içinde yer almak, belki de ''işgal etmek'' durumunda kaldığım kalitesiz pespaye medya necrasında peşisıra manşetlerden verilen haberlerin hangi biri itimat edilebilir ve doğru çıkıyor ki ?!

Deveye sormuşlar boynun neden eğri ki diye.... Ya Hu nerem doğru ki demiş... Bizim son yıllarda ülkece geldiğimiz durum da biraz böyle aslında... Eskilerin tabiri ile ve ne yazık ki, aynen devenin cevabındaki gibi budur hal-i pür melalimiz...

Aslında ilk yazımda çok da fazla dallandırıp budaklandırmadan sizlere kısa bir merhaba diyecektim...

Ancak birçoğunuzun bildiği Fuat Avni adlı twitter canlısı, HABERDAR adlı sitenin Genel Yayın Yönetmeni Said Sefa'nın, Fuat Avni olduğu iddiası ile devlet tarafından bir operasyona maruz kalacağını Twitter hesabından cümle aleme aktarınca, bu ilk yazımda benim nasıl, niye burada yazmaya başladığımı da biraz anlatayım istedim ...

Said Sefa'dan başlayalım....

Adını twitterda RT edilmiş mesajlarından görmüşlüğüm vardı... Muhalif bir duruşu olduğunu, birçok şeye benim ve giderekartan bir şekilde birçoklarının itraz ettiği gibi onun da itirazları olduğunu görüyordum...

Televizyon programlarına da katılmış, ben kendisini hiç izlememiştim, denk gelmemişti açıkçası.... Ne takip ettiğim ne de kendisi tarafından da takip edilen biriydim...

Derken geçtiğimiz Cuma günü değil bir önceki Cuma günü telefonum bende kayıtlı olmayan bir numara tarafından arandı... Genelde tanımadığım numaralardan gelen çağrılara cevap veren biri değilim, o an nasıl olduysa cevapladım gelen aramayı....

Karşımdaki ses kendini tanıttı, ben şu sitenin genel yayın yönetmeni şu kişi dedi.... ismini anlamadım başta, buyrun dedim....Anladığımda ise, espriyle karışık haa sen şu Said Sefa mısın dedim ve o da ''Evet abi ben oyum'' deyince karşılıklı gülüştük...

Bana telefonumu beni tanıyan gazeteci bir arkadaşımdan aldığını söyleyip onun selamını ileterek konuya girdi ve kısaca söylemek gerekirse yazar kadrosunda beni de aralarında görmek istediklerini nazik bir dille ileterek davetini yaptı. Yüzyüze görüşebilmek için de beni ofislerine davet etti...

O tarihte soğuk algınlığı nedeniyle de biraz keyifsiz olduğumdan ben sizi sonra ararım dedim, o yine kibar bir dille ''Pazartesi mutlaka görüşelim'' dedi ve randevulaştık...

Pazartesi sözleştiğimiz üzere kendisini aradım ancak ulaşamadım, yanılmıyorsam ertesi gün veya bir gün sonra o beni aradı ve konuştuk... O konuşmasını bitirdikten sonra kendisine bazı direkt sorularım oldu.... Neler mi sordum ?

Mesela siteyi ayakta tutmaya lazım olan maddi kaynağının ne oldugunu sordum....ve dedim ki eğer herhangi bir siyasi gruptan, dini cemaatten, hükümet veya cemaat gibi bir gruptan, başka bir yayın kuruluşundan veya herhangi bir gayri resmi sponsordan destek alıyorsanız bunu bilmek isterim ve böyle ise davetine icabet edemem...

Anlattı bana finansmanını tamamen kendi öz kaynağından sağladığını ve yapımcılık gibi işlerinden elde ettikleriyle bu siteyi finase etmeye çalıştığını....

Yine sordum, peki dedim senin herhangi bir siyasi yapı, grup veya oluşumla organik veya dolaylı bir bağın var mı ? O da bana ''Aynı sizin gibi ben de bağımsızım ve kimseyle bahsettiğiniz manada bir bağım yok, o yüzden de sizin gibi net ve bağımsız kalemlerin aramızda olmasını istiyorum'' dedi...

Devam ettim sorularıma, yazarların makalelerine herhangi bir müdahale veya yönlendirme yapacaksanız ben yine yokum, zaten bir yerde yazmak gibi bir niyetim de yok, bu ara bloğumda gayet mutluyum diyerek, var mı ideolojik veya siyasi hedef gözeten bir yayın politikanız falan dedim... Belki biraz ağır bir soruydu ama, bak kardeşim eğer bir ''projeyseniz'' falan benimle hiç konuşmamış olun lütfen de dedim... Israrla ve kendinden emin bir dille ''Hayır abi asla'' dedi...

Telefondaki o şahsen hiç tanımadığım sesin sahibi Said Sefa, açıkçası bana anlattıklarında samimi ve inandırıcı gelince, ben de kadronuzda başka kimler var diye sorup öğrendikten sonra ve nasıl olsa sonuçta ben sadece yazacaklarımdan mesul olacağımdan ve sansür olmayacağı da kendisi tarafından taahhüt edilince, tamam o halde hayırlısı olsun yazalım dedim ve davetine icabet ettim...

Şimdi dönelim Twitter canlısı Fuat Avni'nin yukarıda bahsettiğim iddialarına...

Eğer gercekten birileri kendisine Fuat Avni oldugunu düşünerek bir operasyon yapacaksa, benim bir kaç telefon konuşmasından edindiğim izlenim ile söyleyebilirim ki Said Sefa'dan bir Fuat Avni çıkarmak oldukça zor...

Ha diyeceksiniz ki Said Sefa'yı ne kadar tanıyorsun da o değildir diyebiliyorsun...

Eh tabi bu sadece bir hissiyat ve izlenimden ibaret bir tespittir ama hayat boyu edinilen tecrübelerin herkes gibi beni de kıyıdan köşeden biraz insanları iyi tanıyabilen birine dönştürdüğünü belirtmek isterim... Tabi ki hata da insanlara mahsustur...

Eğer bu operasyon iddiaları gerçekse ve yakında bir operasyon da söz konusu olursa, benim açımdan bu durumda meselenin aslının Fuat Avni Avcılığı değil, bu ''avcılık'' vesilesi ile özellikle hükümeti eleştirenlerin, bir diğer deyişle muhaliflerin, seçimlere gidilen şu kritik süreçte bir şekilde susturulması, baskılanması oldugu kanaatim daha da güçlenmiş olacak...

Umarım böyle bir operasyon, sadece bir iddiadan ibaret kalır ve gerçek durum öyle olmadığı halde o habire övünp durdukları ve kullanışlı geridönüşümlü plastik demokratları aracılığıyla da hiç yüzleri kızarmadan iddia ettikleri o Türkiye'de Basın İfade Özgürlüğü konusu bir yara daha almaz...

Bir çift sözüm, daha doğrusu sorum da Fuat Avni Twitter Canlısı'nın her söylediğine atlayıp, peşinden onu sahiplenen veya ona tam karşı tavırda birtakım duruşlar gösterenlere...

Ya Hu, sizler ne biliyorsunuz Fuat Avni'nin sizden veya diğer taraftan olduğunu ?!

Onun belki de tarafları birbirine çarpıştırarak altlarını oymadığını nereden biliyorsunuz  ?!

Üçüncü bir ihtimal neden akıllarınıza hiç gelmiyor ?!

Eminseniz lütfen bana da söyleyin nasıl emin olabildiğinizi ?!

Eminlik benim de hakkım...

Bu arada ''merhaba'' demeyi unutmadan, herkese en içten merhabamı da iletmiş olayım....


Hoş Kalın
@cngzkync


1 Mart 2015

Ortak Açıklama'nın Anlamı

Hayır...

Ben bir çoğunun dediği gibi HDP ve Ak Parti heyetlerinin ''Ortak Açıklama'' yaptığı ve basit tanımla Müzakere Aşamasına geçme kararı verdiği 28 Şubat 2015'e ''tarihi bir gün'' demeyeceğim....



Tabi benim bunu dememem, asla yapılan ''Ortak Açıklama''nın değersiz ve önemsiz bir aşama olduğunu ifade ediyorum anlamında da değerlendirilmemelidir.

Elbette önemlidir ve barış ve daha fazla demokrasi adına çıkılan yolda, yani Çözüm Sürecinde yeni bir aşamadır. Barışa ve daha fazla demokrasiye olanak sağlayacak, buna destek olacak her türlü girişim ve hamleyi oldukça önemli ve değerli bulmakla birlikte, ben her hangi bir aşamada elde edilen başarıların doz aşılarak abartılmasından yana değilim.

Son dönemde Suriye'de yaşadığımız bir ''Nakli Kubur'' (Şah-Fırat) operasyonunda hükümet tarafından yapılmak istenen algı yönetiminde de görüldüğü üzere, ortak açıklamanın yapıldığı gün bir ''Zafer Günü'' gibi topluma sunulmamalıdır..

Toplumun, sürecin devamı esnasında meydana gelebilecek olası aksaklıklarda hayal kırıklıkları yaşamaması ve hızla gerilmemesi için gelinen aşama gereğinden ve aslından fazla asla abartılmamalıdır...

Bir diğer dikkat çekmek istediğim durum da, yapılan açıklamaların özellikle medya organları tarafından ''Silahsızlanma Çağrısı'' veya ''Silahlara Veda'' gibi yansıtılmasının gerçeği yansıtmadığı ve bunun bilerek veya bilmeyerek yapılmakta olan bir hata olduğu hususudur.

Yapılan açıklamalardan cımbızlama yaparak ve aslında belki de bir temenniyi gerçekleşmiş ve yapılmış gibi sunup ''Silahsızlanma Çağrısı'' diyerek topluma sunmak, tıpkı yukarıda bahsettiğim ve bu açıklamanın yapıldığı günü Şah-Fırat Operasyonunu ''Zafer Günü'' olarak sunma çabasına benzer bir yanlıştır.

Bu iki önemli bulduğum yanlışın barış ve daha fazla demokrasi adına yürütülen Çözüm Süreci'ne fayda değil aksine zarar verme ihtimalinin oldukça fazla olduğunu belirtmek ve bu konuda dikkatli davranılması gerektiğine işaret etmek isterim.

IŞİD ve diğer bölgesel gelişmelerin dayattığı gerçeklik, zaten halihazırda PKK'nin silah bırakması önünde uzunca bir süre daha duracak ciddi bir engel olarak görünmektedir. Dolayısıyla gelinen bu aşamada, yapılan açıklamaları Öcalan'dan PKK'ye silahsızlanma çağrısı gibi okumak ve topluma sunmak, açıklamaları yanlış okumak olduğu gibi, aynı zamanda toplumu da bilerek veya bilmeyerek yanıltmaktan ibarettir.

Yapılan ortak açıklamadan anlaşılması gereken, üzerinde anlaşmaya varılmış ve görüşülmesine karar verilmiş müzakere metninde yer alan maddelere paralel olarak, gerekli senkronize adımların atılmasını takiben, PKK'nin de bu atılmış adımlara karşılık olarak, Türkiye'ye karşı silahlı eylemlerine kalıcı olarak son vermesi olmalıdır, gelinen yeni aşama ve durum böyle okunmalı ve topluma da bu doğru haliyle yansıtılmalıdır.

Kaldı ki, Öcalan'ın silahların Türkiye'ye karşı kullanılmasına son verilmesi ve sivil siyasete merhaba denilmesi yönündeki niyet ve temennisi, ilk kez 28 Şubat 2015 te yapılan şu son açıklamada söz konusu olmamış, 21 Mart 2013 Newroz'unda Öcalan bu konuya dair çok önemli ve tarihi nitelikteki açıklamasını zaten o gün yapmıştır.


Yapılan ortak açıklamanın silahlı mücadele ile ilgili bölümünün 21 Mart 2013 Newroz'unda Öcalan tarafından yapılan açıklamadan esas itibariyle fazlaca bir farkı yoktur. Müzakerelerin Başlatılması ortak kararının alınmasına paralel Öcalan, daha önceki niyet ve temennisini tekrarlamış, çatışmasızlığın devamı ve silahlı mücadeleye kalıcı son verilmesi adına son dönemde kaybolmaya yüz tutmuş umutları tazelemiştir.

Ortak açıklama bir irade beyanı olarak ve hangi konuların görüşülmesi hususunda mutabakata varıldığının ve bu kararın topluma duyurulması anlamında önemlidir.

Unutulmaması gereken, görüşülmesine karar verilen ve müzakere taslağında yer alan başlıkların her birinin daha birçok başka alt başlığının da olduğu ve bu hususlarda henüz net adımlar atılmadığı gibi, kesin bir anlaşmaya da varılmadığı gerçeğidir. Şu aşamada anlaşmaya varılan konu sadece müzakere metninde yer alan ana başlıkların ve alt başlıkların nihayet görüşülmeye başlanmasıdır.

Ortak Açıklama, Müzakere Taslağı maddelerin görüşülmesine başlanması yönündeki kararın topluma resmi deklarasyonudur. Açıklama, aynı zamanda hükümetin esasen uzun süredir adeta kaçmaya çalıştığı ve toplumu seçim amaçlı oyalamaya çalıştığı Çözüm Süreci konusuna dair ''Müzakare'' aşamasına nihayet geçmesidir.

Bu ortak açıklama ile, HDP liderliğindeki egemen Kürt Siyasi Hareketi, Ak Parti'yi ''Müzakereye Başlama'' konusunda ikna etmiş ve Çözüm Süreci önemli bir virajı daha geçmiştir. Bunu daha net ifade etmek gerekirse, Ak Parti'nin barış masasını devirmesini engelleyen, masadan kaçmasına mani olan HDP, Türkiye'de barış ve daha fazla demokrasi adına oldukça önemli bir siyasi başarı sağlamıştır.

Ortak Açıklama aynı zamanda, Türkiye'de kalıcı barış ve arzulanan demokratikleşmenin sağlanması için HDP'nin barajı geçmesinin ne kadar önemli olduğunu da bir kez daha ortaya koymuştur. Bu nedenle özellikle kararsız durumdaki seçmenler arasındaki, hiç değilse kalıcı barıştan ve daha fazla demokrasiden yana olanların, önümüzdeki genel seçimlerde HDP'nin barajı daha rahat geçmesi ve mecliste gerekli adil temsileyetin sağlanması için HDP'ye oylarıyla destek olmalarının, Türkiye'de daha fazla demokrasi ve kalıcı barışa ulaşabilmek adına en doğru tercih olacağı kanaatindeyim.

Ortak Açıklamanın, apar topar denilebilecek şekilde, daha bir kaç gün önce Bülent Arınç'ın ''Ortak Açıklama Yok'' mealindeki ifadelerinden kısa bir süre sonra yapılmış olmasına ve Cumhurbaşkanının havaalanında ortak açıklamaya dair kendisine yöneltilen sorulara verdiği sinirli ve sert cevapalara, yine Demirtaş'ın bugün ortak açıklamanın daha doğru anlaşılmasına katkı sağlayacak olan ''rehber'' niteliğindeki makul açıklamasına gösterdikleri ''feci'' diyebileceğim tavrına da dikkatinizi çekmek isterim.

Ortak açıklamanın, HDP'nin siyaset başarısı ve kararlılığıyla, Ak Parti içinde Hakan Fidan'ın istifası ile yeni oluşmakta olan fay hatlarıyla da etkileşim halinde ve Çözüm Süreci konusunda farklı düşündüğü görülen, Ak Parti içindeki bazı eski-yeni farklı fay hatlarına rağmen yapılmış olduğu düşünceme dikkatinizi çekerek yazıma son veriyorum.

Hoş Kalın
@cngzkync
Demirtaş'ın Ortak Açıklama Sonrasındaki Değerlendirmeleri