21 Mayıs 2013

İstanbul Operasyonu

Asıl konuya geçmeden önce İstanbul’un önemini ifade etmek açısından, İstanbul’a ait genel ve yerel seçimler açısından bazı istatistiki verilere birlikte bir göz atalım.

2009 Yerel Seçim Verileri...

TÜİK 2009 verilerine göre Türkiye Geneli Kayıtlı Seçmen Sayısı 39.809.274 kişi, bu sayının 2009 yerel seçimlerinde %84,2 sini oluşturan 33.510.343 kişi oy kullanmış. 2009 yılında Türkiye Geneli Kayıtlı Seçmen Sayısının 8.709.274 ‘i İstanbul seçmeni ve bu sayıdan 7.103.932 kişi oy kullanmış.

İstanbul’daki 7.103.932 seçmenin 2009 yerel seçimlerindeki oy kullanım oranı, Türkiye geneli seçmenlerin oy kullanma oranı olan %84,2 den daha düşük ve %81,6 olarak gerçekleşmiş. TÜİK verilerine göre, gerçekleşen 2009 yerel seçimleri sonucu, Türkiye’deki 1453 belediyenin 39 u İstanbul’da ve bu 39 belediyenin 27 sini Ak Parti kazanırken, 12 sini CHP kazanmış.

2011 Genel Seçim Verileri...

TÜİK 2011 verilerine göre, Türkiye Geneli Kayıtlı Seçmen Sayısı 52.806.322 kişi, bu sayının 2011 genel seçimlerinde %83,2 sini oluşturan 43.914.948 kişi oy kullanmış. 2011 yılında Türkiye Geneli Kayıtlı Seçmen Sayısının 9.397.323 ‘i İstanbul seçmeni ve bu sayıdan  8.132.340 kişi oy kullanmış.

İstanbul’daki 8.132.340 seçmeninin, 2011 genel seçimlerindeki oy kullanma oranı, Türkiye geneli seçmenlerin oy kullanma oranı olan %83,2 den daha yüksek ve %86,5 olarak gerçekleşmiş. TÜİK verilerine göre, gerçekleşen 2011 genel seçimleri sonucu, TBMM deki 550 Milletvekilliğinin 85 adedi İstanbul Milletvekilliklerinden oluşmuş

İstanbul İlçe Belediyelerinde Durum...

Yerel seçimlerde İstanbul’da Ak Parti belediye başkanlığını 3.105.555 geçerli oy ile kazanırken, CHP İstanbul Belediye Başkanlığı seçimini 2.568.710 alarak sadece 536.845 oy farkıyla kaybetmiş.

CHP, 2009 yerel seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanlığı’nı kaybetmiş ancak İstanbul’un Beşiktaş, Şişli, Bakırköy ve Kadıköy gibi en kalabalık ilçelerindeki seçimleri ise kazanmıştı.

İstanbul Neden Önemli ?...

Yukarıda aktarmaya çalıştığım TÜİK istastikleri İstanbul’un Türkiye siyasetindeki önemini aslında ortaya koyuyor. Istanbul’da elde edilecek genel seçim ya da yerel seçim başarısının, iktidar hedefleyen partiler açısından önemi gayet net. İstanbul başta seçmen sayısı olmak üzere Türkiye siyasetinin belirleyicisi.

Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse, İstanbul’u genel seçimler öncesi kazanacak olan siyasi parti çok ciddi bir güç elde edecekken, diğer yanda İstanbul’u kaybedecek olan siyasi parti de gücünden ve etkisinden çok şey kaybedecek.

 İşte bu yüzden olsa gerek, İstanbul önemli ve kulislerde İstanbul Belediye Başkanılı için türlü türlü senaryolar konuşuluyor

Kulislerde Konuşulan Adaylar...

Yerel seçimler öncesi İstanbul Belediye Başkanlığı için kulislerde aday olarak ismi geçenler bir hayli fazla.
İktidar partisi olan Ak Parti’nin 3 yıl görev süresi dolan isimlerinden olan Egemen Bağış, Binali Yıldırım, Ertuğrul Günay ve hali hazırda belediye başkanlığını yürüten Kadir Topbaş ’ın isimleri bir hayli öne çıkmış durumda. Bu isimlerin yanı sıra, partiye yeni katılan Numan Kurtulmuş ’un da ismi İstanbul adaylığı için belirgin şekilde öne çıkıyor.

Binali Yıldırım ’ın daha önce medyaya yansıyanın aksine İzmir’den değil İstanbul’dan aday olacağı, Ertuğrul Günay ‘ın ise İstanbul değil, İzmir’den aday olacağı ve hatta hali hazırda İzmir için seçim çalışmalarına başladığı kulislerde sıkça dile getiriliyor.

CHP nin İstanbul ile ilgili olarak kulislerde adı sıkça geçen adayları ise Gürsel Tekin ve Mustafa Sarıgül olarak göze çarpıyor.

İstanbul İçin Operasyon...

İstanbul için kulislerde konuşulan adaylar kim olacak konusu dışında bir başka çok önemli konu ise iktidar partisi Ak Parti’nin İstanbul’da kaybetmesi için, Ak Parti alerjisi olan partiler ve bir takım cemaatler arasında bir seçim ittifakının söz konusu olduğu.

Konuşulanlar Mustafa Sarıgül ’ün, Ak Parti karşıtı olan grupların, Ak Parti’den İstanbul Belediyesini alabilmek ve genel seçimler öncesi Ak Parti’ye ciddi bir yara verdirebilmek adına, üzerinde ittifakla buluştukları aday olduğuna işaret ediyor.

Cemaatin Tutumu Ne Olur ?...

Özellikle toplumda ‘’Gülen Cemaati’’ olarak bilinen gurubun Mustafa Sarıgül’ü İstanbul için yerel seçimlerinde ‘’örtülü’’ şekilde destekleyeceği ve Ak Parti ile aralarında geçen, 7 Şubat ‘’MİT Kadro Krizi’’ nden bu yana yüzeye pek yansımasa da arka planda kıyasıya devam eden çekişmede kendince bir başarı sağlamayı hedeflediği kulislerde sıkça dile getiriliyor.

Aslen inanç temelli ve Türk-İslam sentezli bir anlayış çerçevesinde faaliyetlerini sürdürdüğünü bildiğimiz, okul ve dershaneler yoluyla eğitim ve kurmuş olduğu bazı dernekler vasıtası ile insani yardım gibi amaçlarla, ‘’hizmet gönüllülüğü’’ esasına bağlı olarak kurulup geliştiğini, bu nedenle de toplumun bir kesimi ve hatta zaman zaman devlet tarafından destek gördüğünü bildiğimiz bir cemaatin, böyle bir siyasi ittifakta yer alarak politika yapıp yapmayacağını bize elbette zaman gösterecek.

Cemaatin lideri konumundaki Sayın Fethullah Gülen ‘in ‘’Biz siyasi partilere aynı uzaklıkta değil aynı yakınlıktayız’’ sözü her ne kadar cemaatin/camianın  siyasete hiç de uzak olmadığını gösterse de, elbette bekleyip görmek gerekiyor.

Kişisel kanaatim başarılı siyasetçi Sayın Mustafa Sarıgül ‘ün bu tip bir ittifakın adayı olarak hareket etmeyeceği ve siyasi kariyer planının çok daha farklı olduğu yönünde.

Sussan gönül razı değil, söylesem belki bir tesiri olur babından....

Temennim şudur ve gönül ister ki, kalıcı barışa ve daha fazla özgürlük ve demokrasiye emin adımlarla kararlılıkla ilerleyen bu güzelim ülkede, herkes kendi icraat sınırlarını iyi bile ve bir diğerinin sınırını ihlal edip,zamansız ve gereksiz gerginlik, kargaşa ve kaosa yol açmaya...

Hayırlısı diyelim...

Hoş Kalın
21 mayıs 2013
@cngzkync

15 Mayıs 2013

Çözüm Sürecinin Sinsi Muhalifleri

Vatandaşların iktidar tarafından başlatılan, adına ‘’çözüm süreci’’ veya ‘’barış süreci’’ denilen sürece desteği her geçen gün artarak devam ediyor. Bağımsız kuruluşlar tarafından yapılan bu farklı anketler, kalıcı barış adına yürütülen sürece desteğin gün geçtikçe daha da arttığını işaret ediyor.

Akil İnsan Heyetleri görevli oldukları bölgelerde vatandaşın bu sürece dair kaygı ve beklentilerini bizzat halka dokunarak dinliyor, görev süreleri sonunda da iktidara raporlamak üzere gerekli notlarını alıyor. Akil İnsan Heyetleri tüm provokasyonlara, zaman zaman şiddet içeren saldırı ve protestolara rağmen üstlendikleri görevi büyük bir ciddiyet ve soğuk kanlılıkla yerine getiriyor.

Bir yandan sınır dışına çekilmeler devam ediyor, diğer yandan da iktidar yeni demokratik adımlar atmak ve yeni bir anayasa yapmak için çalışmalarına kararlılıkla devam ediyor. Bir süredir devam eden görüşmeler sonrasında, artık gözle görülür olumlu gelişmeler kamuoyu tarafından da görülüyor ve takdir ediliyor. Medyaya yansıdığı şekilde değerlendirecek olursak, ilk örgüt üyeleri Metina kampına vardı ve sınır dışına çekilmenin ilk somut örnekleri kamuoyu tarafından da görülmeye başlandı.

Buraya kadar fazla detaylandırmadan aktardıklarım noktasında, genel anlamda işler kalıcı barış adına çıkılmış yolda gayet olumlu ve daha önceki dönemlere kıyasla umut verici ve başarılı. Tüm bu gelişmeler devam ederken, elbette bazı olumsuzluklar da yaşanıyor ve kamuoyu tarafından gözlemleniyor.

Otuz yılı aşkın bir süredir akan kardeş kanın durmasına direnenler elbette boş durmuyor, sürece karşı olanlar, kendilerince ‘’ama’’ larla süsledikleri gerekçelerle çözüm sürecine karşı tabir yerindeyse ellerinden geleni ardına koymuyorlar. Siyaseten sürece karşı olan partiler ağız birliği halinde bir yandan akil insanlar heyetlerini itibarsızlaştırmaya, diğer yandan her platformda tabiri caizse gak guk yapmaya devam ediyorlar.

Gak guk diyorum, çünkü çözüme karşı duruş sergileyen CHP ve MHP gibi siyasi partiler, çözüm metodu ortaya koymaksızın, sadece eleştirerek ve aleyhte demogojiler yaparak süreci durdurmaya baltalamaya çabalıyorlar.

Örneğin gak guk ile yetinmeyen MHP, akil insanlar heyeti ve çözüm süreci hakkında suç duruyurusunda bulunuyor ve mecliste gensoru vermeye hazırlanıyor. Diğer yandan büyük çoğunluğu CHP kökenli bir grup insan ‘’Barış için Demokrasi’’ adı altında önce demokrasi sonra barış diyen, bu tezlerinin fiilen geçerli olmadığını görmeksizin, barışın olmadığı yerde demokrasinin tesis edilemeyeceğinin farkındasızlığıyla, tuhaf ve güncel durum itibariyle geçersiz bir arguman altında kendince bildiri hazırlıyor ve imza topluyor.

Ülkenin bir çok mecrada gerçekleşen değişim ve gelişimini hazmedemeyen bazı illegal örgütler ise son olarak Reyhanlı gibi terör yöntemleri ile kalıcı barış sağlanması amacıyla başarıyla yürütülen süreci ve ülkedeki tüm olumlu gelişimleri sabote etmeye çabalıyor.

Siyasi partiler dışında da gak guk edenler var elbette...

Mesela, ister sivil toplum örgütleri olarak tanımlayın, ister çeşitli cemaatler olarak tanımlayın, yurt içi ve yurt dışında faaliyet gösteren kimi inanç temelli, kimi farklı temellere dayalı olarak oluşturulmuş bazı kuruluşlar da sürece muhalif duruşlar sergiliyor.

Bir diğer gak guk örneklemesini medya üzerinden de verebiliriz, örneğin mevcut iktidara muhalifliği ile bilinen bir kısım medya kuruluşuı, her ne kadar sürece destekmiş gibi görünsede, süreci baltalamak ve sabote etmek için ellerinden geleni ardına koymadıkları görülüyor.

Nasıl mı yapıyorlar bu çözüm sürecine sinsi muhalifliği ? Anlatmaya çalışayım...

Mesela bir medya grubunun başkanı sürecin toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul gördüğünü ve iktidarın da çözüm için geçmiş dönemlere kıyasla her zamankinden daha kararlı olduğunu görünce hemen kendi patronajındaki tüm yayın birimlerine ‘’Barış Dili’ temalı bir uyarı mesajı yolluyor ve sözüm ona ‘’aman ha dikkatli olalım destekleyelim’’ diyor. 

Ancak hemen arkasından yayın organlarında ‘’sinsice’’ çözüm sürecine zarar verebilecek yayınlar yapıyor. Mesela akil insanlar heyetine on kişilik marjinal bir grup tarafından yapılmış, sıradan bir saldırı veya protestoyu sürmanşetten abartarak vererek toplumu olumsuz yönde etkilemeye soyunuyor.

Hemen ardından elinde bulundurduğu medya gücü aracılığıyla, yazılı medyada görevlendirdiği köşe yazarları vasıtasıyla aralıksız ve soluksuz bir şekilde topluma ‘’barış ama’’ konseptli, sözüm ona temkinli ve tedbirli bir zaviyeden olumsuzluk pompalamaya devam ediyor.

Sevgili ‘’amacılar’’ bilir misiniz ki, ''AMA'' kelimesi, aslen kelime ve mana katili bir kelimedir, bilir misiniz ki o kelime kendisinden önce gelen kelime ve cümleleri katleder ?

Tıpkı ‘’barış ama’’ derken barışı katlettiği gibi..

Hoş Kalın

15 Mayıs 2013
@cngzkync

13 Mayıs 2013

Barış Treninde Kaçak Yolcular


Son üç yazımda yüzeysel olarak derin ve paralel devlet yapılanmalarına değinmiş ve bu yapılarla ilgili kısa bir durum özeti yapmıştım. Mevcut iktidarın, bu iki farklı gibi duran yapılanmayla ilgili aldığı kararlı tavır sonucu elde ettiği kısmi başarılara ve halen önünde duran güncel mücadele konularına işaret etmeye çalışmıştım.

Adı Her Ne İse...

Mevcut iktidarın daha fazla özgürlük ve demokrasi adına bugüne kadar ortaya koyduğu tüm olumlu adımlar ve başarılı bir takım gelişim ve değişimler, olan bitene ön yargısız bir gözle bakabildiğimizde tüm gerçekliğiyle ortada durmakta.

Erdoğan liderliğindeki Türkiye, elbette hemen her icraatına yüzde yüz olumlama yapamayacak olsak da, genel anlamda ve oransal olarak büyük bir yüzde ile, ülkeyi hem ekonomik hem de sosyal anlamda önceki dönemlere kıyasla daha iyi bir yaşam standardına taşımakta.

Bugüne kadar gelmiş geçmiş hiç bir iktidarın yürüttüğü icraatların, toplumun tüm kesimleri tarafından olumlanması zaten sosyolojik ve politik açıdan da Türkiye koşullarında mümkün değil. Ancak mevcut iktidarın bu anlamdaki hakkının da objektif bir bakışla teslim edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Elbette toplumun bazı kesimleri her zaman olduğu gibi iktidarın icraatlarının bir bölümünden memnun kalmayacak, yetinmeyecek ya da tam bir karşıtlıkla memnuniyetsizlik ifade edebilecektir.

Bugünlerde bu sorunların çözümü noktasında, öncelikle barışın sağlanması ve oluşacak sulh ortamı neticesinde de, daha fazla demokratikleşme ve daha fazla özgürlük sağlanması için başlatılmış, adına ‘’çözüm süreci’’ veya ‘’barış süreci’’ ya da farklı ne denilirse denilsin, her zamankinden daha kararlı ve bilinçli bir takım gayretler söz konusu.

Sorunların Ortak Adı...

Tüm bu sorunların ortak adı, Türkiye de yaşayan halklar açısından bakıldığında, hemen her etnisite veya inanç gurubunu, biri diğerinden farklı seviyede olsa da derinden etkilemiş ve aslen tüm halkların mağduru olduğu, bir ‘’demokratikleşme’’ sorunu.

İki Tren Biri Kara...

Tüm bu çalışma ve gayretler sonrası, iktidarın makinistliğinde  adeta bir ‘’barış treni’’ nin yola çıkarılmış olduğunu, iktidarın makinistliğindeki barış treninde yer almak isteyenlerin biletlerini aldığını ve bu trene bindiğini, ancak bu trene binmek istemeyenlerin de başka bir trene, ‘’çözümsüzlük kara treni’’ ne bindiğini görüyoruz.

Seyahat özgürlüğünü de hesaba katacak olursak, elbette kim hangi trene binmek istemişse binebilmeli ve tercih ettiği yola gitmek için yola çıkabilmelidir.

Önemli Bir Sorun Var...

Aslında sorun, daha önceki yazılarımda bahsetmeye çalıştığım bir ‘’paralel devlet’’ sorunu. Yoluna devam eden ‘’barış treni’’ yolcuları arasında bazı ‘’biletli kaçak yolcular’’ var. Hem biletli hem kaçak nasıl olur diye sormayın. 

Oluyor işte. Fiziken biletli olsanız da, eğer kalben ve fikren kendinizi barış yolunun yolcusu görmüyorsanız, barışı istemiyorsanız, o yolun yolcusu hissedemiyorsanız, bir anda kaçak yolcu statüsünde oluveriyorsunuz.

Bu bahsettiğim ‘’amacı’’ , ‘’endişeli’’ ve ‘’huzursuz’’ sözüm ona ‘’temkinli’’ yolcular, bir yandan barış trenine ‘’barış dili’’ ve ‘’sulhta hayır vardır’’ gibi kuponlarla biletsiz ve bedelsiz bindiler, hem de şimdilerde yolculuğun aksamadan yürümesine engel olmaya çalışıyorlar.

Ne mi yapıyorlar ?

Kalıcı Barış İstasyonu diyebileceğim o son durağa doğru yolculuk eden barış treninin, son istasyona varırken demokrasi adına yaptığı her makas değişikliğinde, yeni yolcular almak için uğradığı her çözüm istasyonunda, utanmadan, sıkılmadan ve tuhaf bir siyasi ihtirasla, sıklıkla barış trenin imdat frenine asılıyorlar

Treni durdurmaya çalışarak barış yolculuğunun durmasına uğraşıyorlar...

Ya Hu !

Madem barış yolculuğu için bindiğiniz trenin rotasını hazmedemiyordunuz, siz de diğerleri gibi açıkça çözümsüzlük kara trenine binseydiniz. Madem bindiniz, adam gibi oturup yolculuğun sonuna kadar uslu bir yolcu olmanız ve diğer yolcuları rahatsız etmemeniz gerekmez mi ?

Ya da barış yolu tuttuysa sizi, hemen ilk istasyonda barış treninden inip açıkça ve sinsice kaçak yolculuğa gerek duymaksızın, çözümsüzlük kara trenine binmeniz gerekmez mi ? Fiziken biletli, ancak bu kalben ve fikren kaçak yolculuğun kime ne faydası var ? Tek Devlet diye diye, dillerde tüy kalmamışken, bu paralel devlet olma egosundan vazgeçmeyecek misiniz ?

Yok yok yakışmaz, hadi vazgeçin bu yakışıksızlıktan...
Hadi siz seversiniz bu sözü...
Titreyin ve kendinize gelin...
Hadi yol yakınken...

Hoş Kalın
13 Mayıs 2013
@cngzkync

8 Mayıs 2013

Paralel ve Derin Devletler -3-

Peki ya şu ‘’paralel devlet’’ denilen şey de neyin nesi, Türkiye’de böyle bir yapı da mı var, varsa kimdir, kimlerdir, güçleri nedir, amaçları nedir, varsa nasıl çalışır ?

Önceki yazıda bahsettiğim ve bu tanımın mucidi Robert Paxton’un tanımladığı prensiplere göre çalışmakta olan bir yapı mıdır, yoksa gerçekte o tanımdan çok uzak ve tam tersine çalışmakta olan ‘’derin devlet’’ gibi anti demokratik ve illegal bir yapılanma şekli midir ?

Acaba paralel ve derin devlet yapıları arasında fark var mıdır ? diye sormuştum önceki yazımda...

Kimdir, kimlerdir sorusunun cevabını Türkiye koşullarında nokta atışlarla tespit etmek bizleri net bir sonuca götürmeyebilir...

Burada size, bakın şunlardır, bunlardır diyerek net tanımlarla, işte bunlar paralel devlettir ahkamı kesmek niyetinde de değilim. Ancak bu noktada birey olarak genel manada bir farkındalık sahibi olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Resmi devlet kurumunun, yönetici, memur ve bürokrat kadrolarının, kendilerini Robert Paxton’un ifade ettiği paralel devletin asıl manası dışında tam tersi bir algı ile paralel devletten ziyade alternatif /gölge devlet olarak gören gurupların hedefinde olduğu gayet net.

Bu gurupların bilinen asıl çalışma ve faaliyet alanları dışında, kendi sınırlarını bir anlamda aşarak devletin içine yerleşmek ve orada var olarak, bir anlamda resmi devleti hiç bir siyasi kimlik sahibi olmaksızın yönetmek istedikleri gözle görülür bir gerçeklik.

Genel ve her hangi bir gurubu hedeflemeksizin yapılacak objektif bir bakış, bize Türkiye’de yer alan bazı STK lardan tutun da Spor Kulüplerine, oradan inanç temelli kurulmuş gruplara, hatta sadece yardım amaçlı kurulmuş bazı dernek ve buna benzer diğer yapılara kadar bir çok gurubun, kendilerini devlet yönetiminde söz sahibi ve uygun gördüklerinde de direkt müdahale hakkı olduğunu düşünerek, zaman zaman bir takım ‘’çıkışlar’’ yaptığını görmemizi sağlayacaktır.

Bu yapıların söz konusu ettiğim çıkışlarından bahsetmemin sebebi, elbette bu arızalı durumun, halk iradesi ile ve demokratik seçimlerle sandıktan çıkmış yetkili yürütme organı olan iktidarların, hali hazırda yürütmekte oldukları çalışmalarda sıklıkla sıkıntılar yaratıyor olması...

Bahsettiğim yelpazede yer alan çeşitli yapılardaki gurupların açıkça kendi faaliyet ve ilgi alanı sınırlarını aşmaları sonucu yaşanan sıkıntıların, ülkeye pozitif anlamda bir katkı sağlamadığı gibi, ülkenin zaman ve enerji kaybına yol açtığı aşikar...

Elbette demokrasi ile yönetilen ülkelerde bir takım sivil kuruluşların söz söyleme ve eleştirme hakları vardır ve olmalıdır.

Ancak bu hakkın kullanılması, hali hazırda görev yapan resmi ve demokratik yollarla gelmiş bir iktidarı, örneğin medya gibi, banka ve benzeri sermaye kuruluşları gibi elinde bulundurduğu bazı ekonomik ve diğer ‘’güçlerle’’ zapt-ı rapt altına almaya çalışması, politikalarını yönlendirmeye çalışması, uygun bulmadığı politikaları olmadık ittifaklarla engelleme çabasına grimesi, dilediği kadrolara dilediği kişilerin istihdamı noktasında ısrarcı olması, her hangi bir siyasi parti kimliğine sahip olmaksızın ve açıkçası, sandıkta oy karşılığı olmamasına rağmen, tabir uygunsa adeta kaçak siyaset yapmasının, ne demokrasi ne de vicdanen kabul edilebilir bir durum olmadığı gayet nettir...

Welhasıl-ı kelam, daha fazla demokrasi ve özgürlük yolunda hızla değişim ve gelişim gösteren, kalıcı barışı tesis etmek yolunda bugümlerde kararlı ve başarılı adımların atıldığı ülkemizde, genel toplum kanaati tarafından ‘’iyi’’ olarak kabul edilen gidişatı kaçak ve sinsi diye tanımlanabilecek girişimlerle bozmaya engellemeye baltalamaya hiç kimsenin hakkı olmadığı kanaatindeyim...

Görünen o ki, önümüzdeki dönemde, statükocu eski devlet ve ayrıca derin devlet olgusu ile tam anlamıyla olmasa da büyük oranda başarı ile mücadele eden mevcut siyasi iradenin önünde, yukarıda bahsettiğim gurupların kendi sınırlarına çekilmemesi durumunda, yeni bir iktidar(yeni devlet) – paralel devletler mücadelesi söz konusu...

Hakkımızda hayırlısı temennisi ile...

Hoş Kalın
08 Mayıs 2013
@cngzkync

4 Mayıs 2013

Paralel ve Derin Devletler -2-

Bir önceki yazımda kısaca ve yüzeysel olarak, paralel ve derin devlet tanımlarının gerçekte ne olduğunu, ancak toplumda nasıl algılandığına değindim. Farkındayım bahsettiğim konuların başlıkları oldukça karmaşık ve üzerinde uzun uzadıya konuşulabilecek, bir çok farklı şekilde de yorumlanabilecek konular.

Elbette burada derinlemesine bir takım analiz ve anlatımlar yapacak değilim. Yüzeysel de olsa,mevcut olan ortak farkındalıklar üzerinden giderek, belki de mevcut farkındalığın artmasına bir nebze katkı sunabilmek umuduyla, bu iki yapıyı dilim döndüğünce özetleyerek daha anlaşılır kılmak arzusundayım.

Nereden icap ettiğini inanın ben de bilmiyorum, ancak ‘’barış/çözüm’’, ‘’anayasa’’, ‘’seçimler’’ gibi bir takım süreçlerin devam ettiği, değişip dönüştüğümüz ve iktidar adına Başbakan Erdoğan’ın da belirttiği üzere ‘’tarih yazılan’’ bir dönemde, yeni bir toplumsal riskle karşılaşma ihtimali olduğu hissi kapımı çalınca, bu konulara dair yazma gereği duydum.

Genelde birbirine girift,iç içe girmiş yapıda olan, normal şartlarda ve dışarıdan bakıldığında aynı nihai amaç ve ideallere sahip olmadıkları bilinip öyle görünse de, güncel/yakın/orta vadeli bir takım hedeflerde aynı paydada buluşabilen, bu buluşmaya uygun ve eş zamanlı hareket edebilen,derin ve paralel devlet yapıları bugün halen aktif ve sinsice cirit atıyor.

Gayri resmi boyutta varlıklarını halen sürdüren bu yapıların, önümüzdeki günlerde genel siyaset alanında pek doğrudan ve açıktan olmasa da, perde arkasından, ki buna ‘’sinsice’’diyebiliriz, iktidarı bir süre meşgul edeceği ve dolayısıyla iktidarın da bunlarla mücadele etmek durumunda kalacağı görülüyor.

Bugüne kadar derin ve paralel devlet kimdir, kimlerdir sorularına cevaben bir çok şey söylendi ve yazıldı. Makaleleri bir yana koyalım, özellikle derin devlet konusunda, gladyo, kontr-gerilla, derin devlet gibi başlıklarla onlarca kitap yayınlandı.

Derin devlet söylemi, her faili meçhul olayda, her terörist faaliyette, her sıra dışı eylemde, ben dahil hemen herkesin diline dolandı ve gündemde yerini hemen aldı.

Bir derin devletin varlığı her zaman herkes tarafından dillendirildi ve bilindi ancak kimdir sorusunun cevabı ise yaşamakta olduğumuz son üç beş yıl dışında tam olarak verilemedi.

Evet son üç beş yıl diye takribi olarak belirttiğim zaman diliminde, mevcut iktidarın kararlı duruşu ve cesur adımları sayesinde, derin devlet odakları birer birer deşifre edilip yargı önüne çıkarıldı.

Ülkemizin de bulunduğu coğrafyada gerçekleşen, Arap baharı gibi değişim ve dönüşümlerle birlikte, global güçlerin bölge üzerindeki politikalarının mevcut iktidarın siyasi niyet ve iradesi ile bir anlamda örtüşmesi sonucu,Türkiye de yıllar yılı etkin olmuş derin devlet yapısı büyük oranda deşifre oldu.

Ergenekon, Balyoz, Ayışığı, Sarıkız, 28 Şubat, 12 Eylül ve bunlara benzer bir çok dava açıldı. Bu tarihi nitelikteki davalar, toplum tarafından yakından takip edilir ve sonuçları merakla beklenir oldu.

Hatta bu tarihi davalar sadece kendi toplumumuz tarafından değil, uluslararası boyutta da merakla izlenir oldu ve halen de dikkatle takip edilmekte.

Anayasal sistemimizin ve hukuki alt yapımızın yetersizliği nedeniyle, elbette tüm bu dava süreçleri hakikaten zor ve sıkıntılı bir süreçle devam ederken, ne yazıktır ki çeşitli mağduriyetlere de yol açtı.

Tüm bu zorluk ve zaman zaman yaşanan adaletsizliklere rağmen, toplumsal hafıza bu dava ve deşifre süreçlerinden elde ettiği yeni kazanımları mevcut hafızası ile harmanlayarak ortak bir akıla ulaştı.

Gelinen noktada,ülkenin onlarca yılına damgasını vurmuş derin yapıları toplum nihayetinde teşhis etti ve daha iyi tanıyarak, yeni bir bilinç eşiğine ulaştı.

Ancak, her şey tamam mı, derin devlet denilen illegal aygıt bitti mi, bu aygıttan arındık mı, temizlendik mi diye şöyle bir kendi kendimize soracak olsak, hala cevaben,‘’henüz hayır’’ demek durumundayız.

Hem davalar henüz sonuçlanmadı, hem de bu tip oluşumlara zemin hazırlayan mevcut anayasa, askeri ve sivil eğitim sistemi, darbe dönemlerinde kurulmuş MGK,YÖK vs gibi bazı kurumların varlığı gibi konularda henüz gerekli alt yapı düzenlemeleri tam anlamıyla yapılabilmiş değil.

Her şeye rağmen gelinen noktada, öyle ya da böyle, söz konusu derin yapılarla, -ki buna askeri vesayeti de katmak gerekir, mevcut iktidarın şimdiye dek görülmemiş şekilde,cesaret ve kararlılıkla bu konuların üzerine giderek mücadele ettiğini, toplum yararına çok önemli başarılar elde ettiğini belirtmek ve altını çizmek gerekir.

Devletin ve toplumun çeşitli katmanlarına sızmış derin yapının akıl almaz, kirli ilişki yumağı, artık tüm toplum tarafından etraflıca bilinir halde.

Buraya kadar tamam diyelim...

Peki ya şu ‘’paralel devlet’’ denilen şey de neyin nesi, Türkiye’de böyle bir yapı da mı var, varsa kimdir, kimlerdir, güçleri nedir, amaçları nedir, varsa nasıl çalışır ?

Önceki yazıda bahsettiğim ve bu tanımın mucidi Robert Paxton’un tanımladığı prensiplere göre çalışmakta olan bir yapı mıdır, yoksa gerçekte o tanımdan çok uzak ve tam tersine çalışmakta olan ‘’derin devlet’’ gibi anti demokratik ve illegal bir yapılanma şekli midir ?

Acaba paralel ve derin devlet yapıları arasında fark var mıdır ?

Devam edecek...

Hoş Kalın
04 Mayıs 2013

@cngzkync

2 Mayıs 2013

Paralel ve Derin Devletler -1-

İktidarın eski devleti yenileştirme, derin devleti ve beraberinde eski devleti tedavülden kaldırma çabası uzun bir süredir devam ediyor. Mevcut iktidarın henüz tam anlamıyla bu eski ve derin yapılardan ülkeyi arındıramamış olsa da, önemli başarılar elde ettiğini görmekteyiz.

Vesayetlere karşı elde edilmiş önemli başarılar hepimizin malumu. Elbette bu oluşumların sonradan yeniden canlanmaması için kurumsal, anayasal ve hukuki alt yapılar noktasında henüz gerekli düzenlemeler tam anlamıyla yapılabilmiş değil.

Ancak iktidar bu konular da ciddi uğraşlar vermekte ve örneğin yargı paketleri gibi kanun reformlarıyla geçmiş dönemlere oranla önemli mesafeler kat ediyor. Örneğin 12 eylül dönemi ürünü daha bir çok kaldırılması ya da yeniden yapılandırılması gerekenkurum var Türkiye’de .

İktidarın tüm bu iyi niyetli bulduğum yeniden yapılanma çabalarına rağmen, ne yazık ki ‘’eski’’ ve ‘’derin devlet’’ yapısı dışında artık ciddiyuetle mücadele etmesi gereken bir de ‘’Paralel Devlet Sorunu’’ olduğu bugünlerde açıkça görülmekte.

Detaylara girmeden önce, öncelikle şu bahsettiğimiz tanımların ne anlamlara geldiğine kısaca değinelim.

Paralel Devlet

Burada sorun olarak adlandırdığım ve kamuoyunda da sorun olarak bilinen bu yapı, aslında Amerikalı tarihçi Robert Paxton tarafından icat edilmiş bir terim. Bilinenin aksine ‘’paralel devlet’’ aslında resmi ve meşru devletin bir parçası olmamakla birlikte, devletin hakim siyasal ve toplumsal ideolojisinin geliştirmek için faaliyet gösteren, çeşitli kuruluş, organizasyon, sivil toplum örgütü ve hatta inanç gruplarından oluşan bir kolleksiyon. Burada elbette paralel devlet yapılanmasının iyi bir şey olduğundan bahsetmiyorum.

Hemen burada belirtelim, bu yapılanma, Nazi Almanyası, Faşist İtalya, Sovyetler Birliği, İran ve Kuzey Kore gibi totaliter toplumlarda da oldukça yaygın ve gençlik örgütleri, eğlence kuruluşları, iş ve işçi kollektifleri veya sendikalarından oluşmakta.

Paralel Devlet yapılarının normalde mevcut iktidara ve devlete adındaki gibi paralel faaliyetler göstermeleri gerekirken, bizde ise bu yapıların kendilerini mevcut devlete ve iktidara ‘’alternatif’’ görerek faaliyet gösterdiklerini ve mevcut iradeyi yönetmek amacında olduğu görülüyor.

Derin Devlet

Derin Devlet ise Robert Paxton’un mevcut devlete destekçi olarak hizmet veren özellikteki Paralel Devlet tanım ve işlevinden farklı. Bu tanım, ya da başka bir deyişle yapı ‘’devlet içinde devlet’’ olarak da adlandırabileceğimiz ve çoğunlukla bir ülkenin siyasi elitlerinin ve sermaye gruplarının destekleriyle oluşturulmakta.

Genellikle asker ya da polis içerisindeki uzantıları ile birlikte siyasi iradeyi ve hatta ekonomiyi anti demokratik ve gayri resmi yollarla şekillendirme faaliyetlerinde bulunan yapı özetle bugün ‘’derin devlet’’ olarak adlandırabileceğimiz yapı.

Bu yapıların oluşumları, oluştukları dönemin koşullarına göre şekillenmekle birlikte, genelinin kendine has özel yargı ve infaz metodlarının oldukları bilinir. Faaliyetleri sizlerin de bildiği gibi elbette gizli olarak yürütülür.

Farklı teorilere göre de derin devlet yapılanması, hemen her devlette olması gereken ve göz önündeki devletin bir nevi görünmeyen yüzü olan, adeta emniyet sübabı niteliğinde bir oluşum, yapı, devlet felsefesi ve bir devlet için olmazsa olmazlardan.

Devam edecek...

Hoş Kalın

02 Mayıs 2013
@cngzkync