22 Nisan 2013

Sizi Tutuklar Asarım

Hatırlayalım,

Osmanlı’nın son dönemlerine gidelim, Balkan Savaşları patlak vermiş ve Şükrü Paşa adında bir Osmanlı komutanı da Edirne’yi düşman güçlere karşı savunmakla görevli...

Şükrü Paşa 1912-13 Balkan Savaşı sırasında, Edirne'yi kendisinden istenen süreden fazla savunarak düşmanın İstanbul'a geçmesini önleyen ünlü bir kahraman.

Edirne büyük acılar ve yoksulluklar içinde 155 gün düşmana karşı, onun Komutanlığında savunulmuş ve kendisine Edirne Müdafii adı verilmiş.

Ancak 5 aylık savunma sonunda, 26 Mart 1913 günü, tarih kaynaklarından akatarılanlara göre biraz da Edirne'nin Osmanlı yadigarı ünlü Selimiye Camisi gibi mekanlarının, top atışlarıyla yok edilmesini engellemek amacıyla,teslim olmayı kabul ederek kılıcını Bulgar komutanı General İvankov'a teslim etmiş.



Şimdi size tüm imkansızlıklara rağmen Balkan Savaşı sırasında Edirne’yi başarıyla savunan Edirne Müdafii Şükrü Paşa’nın başından geçen bir hadiseyi aktaracağım. Savaş tüm zorluklarıyla devam ederken, siyasete iyice bulaşmış olan ordunun, Hürriyetçi ve İttihatçılar olarak bölünmüş olmasının getirdiği şu içler acısı halini ve yapılanları hatırlayalım.

Başarılı bir şekilde savunmasını yapan ancak İttihatçı olmayan Şükrü Paşa, direnişi ve başarılı olması nedeniyle ittihatçıların dikkatini çeker, durumdan rahatsız olan Enver Paşa ve Talat Paşa Edirne’yi savunan Anadolu askerine şunları söyler ;

‘’Sizin ne işiniz var burada, ne diye gelmiş sarı saçlı mavi gözlü Balkan kökenlilerin memleketini savunuyorsunuz ?’’

Hatta bununla da yetinmezler, doğu ve güneydoğu’dan Edirne’ye gelmiş askerlere şunları söylerler ;

‘’Siz Kürt’sünüz ne işiniz var burada ve savaşıyorsunuz, bu toprakları savunuyorsunuz ?’’

Şükrü Paşa bu durumun farkına varır ve bunlara dönüp sert bir dille uyararak şunları söyler;

‘’Sizi tutuklar ve asarım’’

Bu sert uyarısını yaptıktan sonra da bunları İstanbul’a geri yollar.

Ancak daha sonraki yıllarda iktidar olan ittihatçılar hemen Şükrü Paşa’nın rütbelerini söker ve mahkum ederler.

Daha sonraki yıllarda Edirne’nin hakimi olan Bulgarlar ile Romenler biribirleriyle savaşa tutuşurlar ve Edirne Bulgarlar tarafından boşlanınca, Enver Paşa bu durumdan faydalanmak için yanına askerlerini alır ve Edirne’yi geri almak üzere yola çıkar.

Bu sefer, yine tarih kaynaklarından edindiğimiz bilgilere göre, Genel Kurmay ve Milli Savunma Bakanlığı koridorlarında siyaseten Hürriyetçi cepheye angaje olmuş Osmanlı subayları aynen şu şekilde bağırırlar.

‘’Edirne’yi Enver alacağına bırakın Bulgar alsın’’

Bu yaşananlara bakınca Osmanlı’nın düşman kuvvetlerce mi yoksa kendi siyasetçilerimiz eliyle mi yıkıldığını varın siz düşünün.

Bu iki hadise ile ilgili daha detaylı bilgi almak isteyen okurlarım internet üzerinde basit bir Balkan Savaşı araştırması yaptıklarında bu bilgilere kolayca ulaşabileceklerdir. Elbette döneme dair kitaplar da önemli birer kaynak olacaktır.

Bugüne dönecek olursak, bu tarihi kıssalardan da hareketle, siyasi tarihimizin yeniden önemli bir dönemeçte olduğu gayet açıktır.

Bugün ne yazık ki bazı siyasetçilerimizin hala bu yukarıda bahsettiğim yaşanmış hadiselerden, tarihten ders almadığını görmekteyiz.

Kim olduklarını hepiniz biliyorsunuz, yeniden belirtmeye hiç gerek bile yok.

32 yıldır süren ve oluk oluk kardeş kanlarının aktığı çatışma ortamının son bulması için yürütülen görüşme ve süreçlerden, bugün bazı siyasi partilerin çeşitli bahanelerle kaçtığını ve inatla barış adına yürütülen çabalara katkı vermediğini görüyoruz.

Bir gün ‘’ne verdin-ne aldın’’ , diğer gün ‘’TC’’ , bir başka gün ‘’Anayasada şu olmazsa olmaz, bu değişmez, o çıkmaz, şu konmaz’’ gibi mesnetsiz sorgulamalardan da anlaşılacağı üzere, esasen siyasi kayıp ve kazanç hesabı ile barışa destek olmadıklarını, taşın altına ellerini koymadıklarını görüyoruz.

Bu söylediklerinizin ve takındığınız tavırların vicdanlardaki tercümesi, sizler barış adına çözüm için mantıklı bir başka formül ya da metod ortaya koyamadıkça, makul çözüm önerileri sunamadıkça, sadece ve sadece ‘’bu kanlar akmaya, bu canlar yitip gitmeye devam etsin’’ demekten ibarettir.

Bu ülkenin ilini, ilçesini, köyünü boşverin neredeyse her sokağından çatışmalar nedeniyle canlarımız gitti. Hala mı doymadınız ?

Allah’tan korkun !

Destek olamıyorsunuz, barış istemiyorsunuz ona da eyvallah.

Ya Hu, hiç değilse köstek olmayın.

Bu mesele siyasete alet edilecek mesele değil ki,

Wallahi vebal alıyorsunuz.

Hoş Kalın
22 Nisan 2013
@cngzkync

18 Nisan 2013

Miting Sorunu


Önümüzdeki günlerde dünya genelinde çeşitli şekillerde kutlanılan yeni bir ‘’1 Mayıs’’ söz konusu.

Kimilerince işçinin ve emekçinin bayramı kimilerince de bir ‘’Bahar Bayramı’’ olarak kutlanılan bu gelenekselleşmiş gündeki ve kutlamalar Türkiye için zaman zaman çok tatsız ve kanlı anılara da sahip.

Yekililerce yapılan açıklama bu yıl 1 Mayıs kutlamalarında Taksim meydanında gösterilere izin verilmeyeceği yönünde. Şimdiden toplumun bazı kesimlerinde bu yasağa karşı tepkiler oluşmaya başladı. 

Özellikle de sosyal medya üzerinden bu yasak eleştirlerde konu haline geldi.
 
Vatandaşın gösteri ve miting hakkı elbette yasaklanmamalı, bu demokratik bir hak ve bu hakkı vatandaşın en sağlıklı şekilde kullanabilmesi için gerekli tedbir ve önlemler sağlanmalıdır. Ancak bu yıl için Taksim 

Meydanı’nda yapılan çevre düzenleme inşaatlarının rahat ve sağlıklı bir ortamda miting yapılmaya elverişli olduğu da söylenemez.
 
Bugünlerde Taksim yasağını eleştirenlerin, gösteriye izin verilmiş olması ve meydandaki inşaat faaliyetleri nedeniyle söz konusu olabilecek kaza, yaralanma ve buna benzer belki de daha acı olayların gerçekleşmesi neticesinde neler söyleyebileceklerini merak ediyorum.

Evet geçmişte 1 Mayıs ve benzeri gösteriler baskıcı ve yasakçı zihniyetin bir yansıması olarak çoğu zaman sudan sebeplerle yasaklanmıştır. Elbette bu yasakçı anlayış ve zihniyetin tasvip edilecek bir tarafı yoktur. Bence bugün gelinen noktada mitinglerin toplumda sorun olmaktan çıkarılması için bir şeyler yapılabilir.

Gerek 1 mayıs gerekse söz konusu olabilecek diğer tüm miting ve gösterilerin özellikle büyük şehirlerde hayatı olumsuz yönde etkilediğini her miting ve gösteride müşahade ediyoruz.

Trafik kilitleniyor, ambulanslar hastaları hastanelere ulaştıramıyor, esnafın işleri aksıyor, genel ticarette aksamalar oluyor, kargaşa, kaos, tedirginlik şehre hakim olabiliyor.

Daha da önemlisi kontrolü zor olan şehrin içinde yer alanlardaki tüm gösteriler, her türlü güvenlik tedbirlerine rağmen me yazık ki her zaman her türlü provokasyona açık oluyor.

Ülke olarak her gözteride her mitimgde diken üstünde oturmak zorunda mıyız ? Bu hep böyle mi gitsin ? Elbette hayır.

Bundan sonra ülke genelinde söz konusu olabilecek miting ve gösterilerin en uygun ve en demokratik şekilde gerçekleşebilmesi için, tatsız olayların en aza indirilebilmesi için, vatandaşın bu hakkını en doğru şekilde kullanabilmesi için, yasaklara maruz kalmamak için, hele de yeni yargı paketleri sayesinde getirilen özgürlükleri en verimli şekilde daha iyi ve doğru şekilde kullanabilmek için,

Gelin şöyle yapalım;

1-       Şehirlerin hemen yanıbaşında vatandaşa gösteri ve miting alanları tahsis edelim
2-      Bu alanlara metro dahil her türlü ulaşım imkanını sağlayalım
3-      Internet dahil her türlü haberleşme imkanını sağlayalım
4-      Medya yayın organları için gerekli alt yapıyı sağlayalım
5-      Olası sağlık sorunlarına acil ve ilk yardım müdahale alt yapısını sağlayalım
6-      Göstericilerin güvenliği ile ilgili tüm donanım ve alt yapıyı sağlayalım
7-      Konser alanlarındaki gibi konuşmalar için gerekli platform ve ses düzenini sağlayalım
8-      Gıda ihtiyaçları için gerekli hizmetin verilebilmesi üzere alt yapı sağlayalım

Bu saydıklarıma daha farklı ve koşulları iyileştirici bir dizi farklı madde de eklenebilir elbette. Mevcut iktidarın şehrin bazı yerlerinde yeni ve büyük meydan düzenlemeleri yaptığını biliyoruz. Yeni şehir meydanlarının bu miting ve gösteriler için değil olması gerektiği gibi rekreasyon, gezi ve dinlenme amaçlı kullanılması daha yerinde olacaktır.

İfadelerim elbette klasik stadyum bayram kutlamaları gibi algılanmamalı, demek istediğim kutlamaların stadyum düzeninde tek tipleştirilmesi değil, daha farklı ve daha özgür kutlanabilecek 1 Mayıs ve benzeri mitinglerin yaşanabilmesi, yeni yasal düzenlemelerle geçmişe oranla daha da genişleyen özgürlüklerin en verimli şekilde vatandaşlarca kullanılabilmesi içindir.

Miting ve gösterilerin ülkemiz için bir sorun olmaktan çıkarılmasını sağlayacak ve belki de tüm dünyaya örnek olabilecek yeni bir miting ve gösteri özgürlüğü modeli geliştirebilecek kapasiteye sahibiz.

Gelin yapalım....

Hoş Kalın

18 Nisan 2013
@cngzkync

14 Nisan 2013

İşler Yolunda


Kamuoyuna yansıdığı günden itibaren tansiyonu ve temposu düşmeden devam eden bir çözüm süreci trafiği yaşıyoruz.

Gelinen noktadaki son durumu tahlil etmek gerekirse, tüm çözüm sürecine karşı söz konusu olan bir takım dirençlere rağmen işlerin genel manada yolunda gittiğini söyleyebilirim.

Detaylara girmeden önce belirtmek isterim ki, benim en önemli bulduğum toplumsal kazanç, çözüm adına görüşmelerin başlamasından ve kamuoyuna yansımasından bugüne değin geçen sürede, geçmiş dönemlere kıyasla çatışmaların çok büyük oranda durmuş olması ve dolayısıyla gün aşırı duymaya ne yazık ki alışmış olduğumuz can kayıplarının artık çok şükür yaşanmıyor olması.

Genel Kurmay’ın sadece 2012 itibariyle 1000’in üzerinde bir rakamla açıkladığı can kayıplarının, takribi bir yaklaşımla yılbaşından bugüne baktığımızda geçen dört aylık sürede, hemen hemen yok denecek seviyede olması.

İlk günlerde İmralı’ya kim gidecek, ne zaman gidecek tartışmalarından bugün artık rutinleşen olağanlaşan bir İmralı ve Kandil ziyaret trafiği yaşandığını görüyoruz.

Yine ilk günlerde adeta sızdırabilmek adına çabalar uğraşlar verilen Öcalan dan gelen mektuplar ve Öcalan ile yapılan görüşmelere dair detay bilgiler dahi aynı rutinleşme ve olağanlaşma dönemine girdi.
Ne mektuplar toplumda o ilk anlardaki heyecan ve merakı yaratıyor, ne de mektup konuları ilk günlerdeki kadar gündemimizi işgal ediyor.

Bu arada mektup demişken, Öcalan’ın silahlara veda ettiğini ilan ettiği, siyaset ile yola devam edeceğini duyurduğu 21 Mart’ta Diyarbakır’da okunan mektubun, elbette ayrı bir öneme sahip ve Türkiye Siyasi tarihi açısından bir ‘’milad’’ denilebilecek şekilde önemini uzun yıllar daha koruyacağını düşünüyorum.
İktidarın bugünlere gelinirken, devlet adına attığı demokratikleşme adımlarının bir nevi sonucu olarak gelinen silahların susması aşaması başarı ile gerçekleşti.

Hemen ardından ikinci aşama olan silahlı örgüt unsurlarının sınır dışına çekilmesi konusu ise tarafların iyi niyetli yaklaşımları sonucu, Başbakan’ın da belirttiği üzere örneğin Suriye’ye çekilenler noktasında, kısmen zaten başlamıştı.

Geri çekilme noktasında örgüt tarafında oluşan bir takım tereddütlerin de, hem ‘’akil heyet’’ oluşturulurak, hem de TBMM de bir ‘’çözüm süreci araştırma izleme komisyonu’’ kurulması girişimleriyle giderildiği ve sağlıklı bir zeminde sürdüğü görülüyor.

Fazla iddialı ve ister istemez de heyet dışındakileri dışlayıcı bir algıya yol açabilecek şekilde ‘’akil insanlar’’ diye adlandırılan, ancak benim gönlümdeki tanımı ve tam karşılığı ‘’barış dervişleri’’ olan heyetler de sahaya indi ve topluma birebir dokunarak dert ve önerileri dinlemeye başladı.

Öcalan’ın talebi olan yasal düzenleme konusu ise, Öcalan’ın bu talepten vazgeçtiği görülen son mektubu ile aşılmış durumda.

Örgüt kanadından gelen orta kademe ve altı seviyedeki örgüt üyelerinin bir anlamda nabızlarının düşürülmesine yönelik, toplum ve medyada ‘’çatlak ses’’ olarak değerlendirlen açıklamalar ise olağan ve süreç açısından beklenen tonda.

Zaman zaman hem ürgüt kanadının hem de iktidar ve devlet kanadının toplumun gerginliğini ve ‘’gazını’’ almaya yönelik sert açıklamaların süreci olumsuz değil tam tersine olumlu yönde etkilediğini düşünüyorum.

Geri çekilmenin tamamlanmasını takiben, akil insanlar heyetlerinin yapmakta oldukları çalışmaların da katkısıyla, şu anda Türkiye geneli ortalamada sürece %60 seviyesindeki halk desteğinin daha yukarı oranlara çıkması kuvvetle muhtemel.

Toplumun sürece muhalif olan ve mütemadiyen ‘’ama’’ diyerek çözüm sürecine şüphe ile yaklaşan kesimde sıklıkla dile getirilen, ‘’peki örgüt çekiliyor silahı bırakıyor da karşılığında ne aldı’’ sorusunun cevabının ise ‘’yaşamak’’ ve ‘’siyaset yapmak’’ olduğu ise henüz tam olarak anlaşılmış değil.

Başbakan’ın defatle dile getirdiği, ‘’silahlarınızı bırakın, gelin siyaset yapın’’ çağrısı sürece şüphe ile yaklaşanlar için aslında çok önceden verilmişnet bir cevap niteliğinde.

Silahlı mücadele yönteminden vazgeçtiğini açıklayan Öcalan’ın, yoluna güncelleşmiş ve artık ayrılıkçı değil, birlik içeren bir Türkiye Siyaseti ile devam etmekteki ısrarını ve kararlılığını, geri çekilme ile ilgili olarak talep ettiği ‘’yasal düzenleme’’ talebinden vaz geçerek bir kez daha gösterdiğine dikkat çekmek isterim.

Geri çekilmeyi takiben ve hatta paralelinde, yeni anayasanın hazırlanması yoluyla gerçekleştirilmesi beklenen genel demokratikleşme hamleleri, kalıcı barış ve eşit vatandaşlık noktasında elbette çok büyük öneme sahip.

Umuyorum toplumun tüm kesimlerine aynı mesafede ve tatmin edebilen, vatandaşlar arasında anayasal eşitliği sağlamış bir anayasaya hep birlikte kavuşuruz.

Gidişat şimdilik iyi ve işler yolunda...

Hoş Kalın

14 Nisan 2013
@cngzkync

12 Nisan 2013

Önerge Golü ve Merkez Sol


Geçtiğimiz gün TBMM de enteresan şeyler oldu.

Daha önce CHP nin bizzat kendisi tarafından, daha doğrusu yenilikçi kanat olarak tanımlanan parti içi grubu tarafından verilmiş bir önergeye, Ak Parti’nin altına imza koyarak ve sahiplenerek destek olması sonrası, CHP içindeki ulusalcı kanadın Muharrem İnce önderliğindeki ani manevrası sonrası vazgeçişine şahit olduk. Hadise bununla da kalmadı, CHP nin kendisinin verdiği önerge, Ak Parti oylarıyla kabul edildi.

Özellikle bugünlerde sıkça dile getirdiğim, siyaseten tüm partiler adına güncelleşme gereği konusu sanırım bir kez daha bu tutarsızlık nedeniyle teyit edilmiş oldu.

Demokrasinin dengeleri açısından hadiseye baktığımda samimiyetle içim acıyor ve CHP nin Türkiye Siyasetini ve Demokrasisini, bu ve buna benzer tutarsız politikalarla ''çolak'' bırakmasını birey olarak üzüntüyle karşılıyorum. CHP ye hakim olan ulusalcı kanadın, koskoca bir siyasi partiyi ne hallere getirdiğini ibretle izliyorum.

Nerededir CHP’yi CHP yapan o sosyal demokratlar, ne haldedirler, ne yapmaktadırlar, neredeyse asırlık bir partiyi hangi koşullar altında %10-15 bilemedin %20’lik diyebileceğimiz ulusalcı gruba teslim etmişlerdir merak içindeyim.

CHP ve BDP ye birlikte baktığımızda, her iki siyasi parti de sonuç itibariyle öyle ya da böyle sol olarak tanımladığımız siyasi gelenekten gelen partiler olduğunu biliyoruz. CHP tam bir Meclis’ten geri çekilme süreci yaşarlen, BDP ise iktidar ile ‘’Yeni Anayasa’’ dahil ‘’Çözüm Süreci’’ çalışmaları konusunda uyum içerisinde olduğu görülüyor. Son olarak geçtiğimiz günlerde, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bir TV kanalındaki açıklamaları da gösterdi ki, BDP gayet itidalli, tutarlı ve ülke adına da gayet yapıcı bir siyaset izlemekte.

CHP nin Türkiye’nin yeni siyasi transformasyon döneminde, güncelleşme  adına her hangi bir çaba içerisinde olmadığı gibi tam tersine kndilerini güncelden daha da geriye götürecek bir siyasi rotada olduğunu görüyoruz. Bununla birlikte BDP’nin ise adeta bir dönüşüm içerisinde ve siyasetin en hassas olduğu bu dönemde başarı ile siyasete devam etmekte olduğu görülüyor.

Durum her iki siyasi parti açısından mevcut koşullarının korunması ve olağandışı bir durumun söz konusu olmaması durumunda, BDP’nin siyasetini bölge sisyasetinden daha belirginbir şekilde merkez sola çekmesi ve örgüt ile olan ilişkilerini daha mesafeli bir konuma getirmesi de söz konusu olur ise, BDP’nin merkez sol siyasete oturması ve CHP yi sürklase etmesi kuvvetle muhtemel görünüyor.

CHP nin kendi kalesine attığı ‘’gollere’’ gelin birlikte kısaca bakalım. Bu ‘’golleri’’ gördüğünüzde sanırım siz de CHP nin daha önceki yazılarımda da bahsettiğim üzere,  Meclis’ten geri çekilme sürecinin devam ettiğini ve CHP nin ne denli ‘’tutarsız’’ bir politika yürüttüğü noktasında bana hak vereceksiniz.

31.05.2012Kürt Meselesinin Çözümü İçin TBMM Bünyesinde “TOPLUMSAL MUTABAKAT KOMİSYONU” ve TBMM Dışında “AKİL İNSANLAR GRUBU” Oluşturulması Önerisi

16.01.2013  - Toplumsal barışın tesisi için ''GERÇEKLERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU’’ Meclis Araştırması Önerisi

01.03.2013 - Çatışma Sürecinin Son Bulması için ‘’ TOPLUMSAL BARIŞI BOZAN OLAYLARI MECLİS ARAŞTIRMA VE ÇÖZÜM YOLLARI BULMA KOMİSYONU’’ Kurulması Önerisi

Yukarıdaki üç farklı tarihteki üç birbirine benzer amaç taşıyan önergelerin sahibi CHP, bugüne baktığımızda, ne ‘’Akil İnsanlar Heyeti’’ ni destekliyor, ne TBMM de açılan komisyona üye veriyor, ne de imzalarının ve önergelerinin arkasında durabilmekte.

Elbette sadece bu önergelerden hareketle değil, örneğin devam eden ETÖ davasında da CHP nin dava edilenlerden yana açık bir ‘’taraf’’ olduğunu ve siyaseten kendisini o davaya endekslediğini de görmek ve hesaba katmak durumundayız.

Bu çelişkilerin vatandaşlara, özellikle de CHP ye inanan ve oy veren kitleye nasıl açıklanacağı elbette CHP nin kendi sorunu. Ancak benim değerlendirmem odur ki, yazımın başlığında da ifade ettiğim üzere CHP kendi kalesine siyaseten goller atmakta ve hızla güç kaybetmektedir.

Elbeette uyguladığı siyasete bakarak, CHP’nin bu duruma ‘’müstehak’’ olduğu da söylenebilir, CHP nin bu durumundan memnun olanlar da elbetteki vardır ve olacaktır. Ancak, merkez sol siyasette ve ana muhalefette CHP nin yarattığı gözle görülür boşluk bugünkü koşullar değişmediği sürece BDP tarafından doldurulmaya oldukça müsaittir.

BDP de elbette diğer siyasi partiler gibi halkın oylarıyla ve hak ederek, hakkıyla TBMM de temsil hakkı bulmuş bir siyasi partidir. BDP şu an sürdürdüğü siyaset dili ve uslubunu yukarıda da belirttiğim şekilde tamamladığı anda emin olunuz ki, merkez solun temsili BDP ye rahatlıkla devrolabilecektir. Halen Türkiye siyasetinde ana muhalefet partisi işlevini yürüten partinin bugün itibariyle BDP olduğu kanaatini taşıyorum.

Henüz belki tam kızışmasa da seçimlere doğru her iki parti arasında merkez solu temsil etmek adına, çok ciddi bir rekabetin söz konusu olacağını düşünüyorum.

O parti veya bu parti ayırmaksızın, ülke vatandaşları için en faydalı ve doğru siyaseti yapabilen ve ülkeyi en iyi demokrasi ve refah düzeyine ulaştırabilecek politikaları üretenin siyasette genellikle kazanacağı ve halk tarafından tercih edileceği kanaatindeyim....

Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler...

Hoş Kalın

12 Nisan 2013
@cngzkync

5 Nisan 2013

CHP ve MHP Meclisten Çekiliyor


21 Mart tan bu yana geçen zamanda, Öcalan’ın Diyabakır’da Newroz kutlama alanında okunan mektubu sonrası, adeta Türkiye Siyasetinde Mektuptan Önce (M.Ö) ve Mektuptan Sonra (M.S) denilebilecek bir dönemin başladığı daha belirgin bir şekilde görülmeye başlandı.

Bir kaç yazı önce ‘’Güncelleşme Vakti’’ başlıkı yazımda, mektup sonrası iktidar partisi Ak Parti dahil MHP, CHP ve BDP de bir takım güncelleşmelerin söz konusu olacağını ve toplumun beklenti ve talebi gereği de kaçınılmaz olacağını ifade etmiştim.

Elbette bahsettiğim olası güncelleşmelerin ve topluma daha entegre, daha paralel bir halin alınması üç beş günde gerçekleşmesi mümkün olabilecek hadiseler değil. Ancak öyle ya da böyle, bir güncelleşme gerekliliğinin geçerliğini koruduğunu altını çizerek belirtmek isterim.

Belki de ifade ettiğim bu değişim ve güncelleşmelerin gerçekleşmesi için, hali hazırda mevcut siyasi partilerde devam eden siyaset anlayışlarının,bir şekilde fiilen iflas etmesi gerekiyor.

Hatırlayınız, Türkiye toplumu daha önce Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi siyasetçileri siyaset sahnesinden nasıl da sürklase ederek, bir çırpıda siyaset sahnesinden al aşağı etmişti.

Nasıl da vatandaşlarımız ellerindeki en doğru ve en demokratik yöntemle bu bahsettiğim siyasetçiler için iflas ilanlarını vermişlerdi.

Tam da size bunlardan bahsederken, bakın işte daha dün, CHP ve  MHP’nin TBMM'de oluşturulması önerilen komisyona üye vermeyeceklerini açıkladıklarına şahit olduk.

Elbette siyasi partilerin bu tip komisyonlara katılıp katılmama özgürlükleri vardır. Ancak bu her iki siyasi partinin toplumdan ne kadar da kopuk olduğunu, bu ülkenin vatandaşları görmüyor mu sanıyor CHP ve MHP yi yönetenler ?

Yaşadıkları sonucu edindiği iyi ve kötü tecrübelerle, geçmişe oranla çok daha bilinçli hale gelmiş Türkiye vatandaşlarının MHP ve CHP den,  Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller örneğinde belirttiğim üzere, tıpkı geçmişte olduğu gibi, seçim sandığı yine önlerine geldiğinde, Yeni Anayasa ve  Çözüm Süreci gibi konulardaki etkisiz ve katkısız, üstelik köstek olan duruşlarının hesabını sormayacağını düşünmek en hafif ifade ile ‘’saflık’’ değil midir ?

Bu her iki siyasi partinin tercileri elbette kendilerinindir, ancak bu siyasi iflas tercihinin ‘’takdiri’’ de, bu gidişatları ve tercihleri değişmediği sürece, elbette ortak aklını gerektiği zamanda çok iyi kullanmasını bilen Türkiye toplumunun olacaktır.

MHP nin Türkiye’nin son dönemindeki demokratikleşme gelişmelerine karşı takındığı tavır ve son süreçlerde yaptığı siyasi tercihler nedeniyle karşılacağı durum, siyaset yelpazesinde daha da küçülerek, marjinal milliyetçi bir siyasi parti olarak varlıklarını sürdürme sonucunu doğurabilir.

CHP için ise durum giderek daha da karmaşıklaşırken, öte yandan BDP nin Yeni Anayasa ve Çözüm Süreci konusunda Ak Parti ile birlikte yürüttüğü olumlu ve uyumlu işbirliği, BDP yi olumlu yönde etkiliyor.
BDP bu doğru tavırlı siyasetini sürdürürerek, siyaset tarzını bölgesellikten arındırararak, tüm toplumu kucaklayabilecek bir Türkiye siyaseti eksenine oturtabilir mi şu an için tam belli değil. Ancak BDP bunu başarır ve bu arada CHP de kendini güncelleştiremez ise, BDP nin CHP nin yerine geçerek, merkez sol siyasete oturmasını bugünün koşullarında olası görüyorum.

CHP ve MHP nin kaçırdıkları treni yakalamak üzere önümüzdeki dönemde bir takım siyasi manevralar yapması da muhtemel bir durum, ancak toplum ve iktidar tarafından bu geri dönüşler ve manevralar karşılık bulur mu noktasında bugün itibariyle pek de olumlu kanaat taşımıyorum.

Gidişat gösteriyor ki, bir yandan PKK ülkeyi terk ederek sınır dışına çekilirken, öte yandan da MHP ve CHP adeta TBMM den ‘’geri çekilme’’ sürecini yaşıyor.

Hoş Kalın

05 Nisan 2013
@cngzkync

2 Nisan 2013

Türklük Bildirisi


Biyolojik yaş ortalaması ülke yaş ortalamasının çok altında olduğu görülen, akli yaş ortalaması bugünkü temel sorunların kaynağı olan kurucu irade ile, yani Tek Tipçi Ulusalcı Akıl ile yaşdaş olanlar toplaşmış bir ‘’Türklük Bildirisi’’ sunmuş topluma.

Sayısal olarak da her ne kadar birer ikişer o bildiriye imza atmadığını ifade edenler söz konusu olsa da 300 kişi olduklarını beyan etmişler. Sayıları çok mu önemli diyenleriniz olabilir. Elbette  önemli değil de durumu izah ve bildiriyi sunanların bu sayıya vurgusu nedeniyle ben de bahsetme gereği duydum, hepsi bundan ibaret.

Dertleri sanırım şu ; hazırlanmaya çalışılan Yeni Anayasa da ‘’Türk Milleti’’ tanımı kaldırılmasın, vatandaşlık tanımı değiştirilmesin. Evvela şunu belirtmek gerekir ki, hazırlanmaya çalışılan Yeni Anayasa’dan ‘’Türk’’ ve ‘’Türk Milleti’’ tanımlarının kaldırıldığı falan yok, yanlış saymadıysam mevcut anayasanın 49 değişik yerinde bu ifadeler zaten yer almakta ve bunlarla ilgili de bir çalışma yok. Yapılan çalışma sadece vatandaşlık tanımına dair bir çalışma ki, bu da bence mutlaka yapılması gereken bir çalışma. Anaysal vatandaşlığı esas alan, vatandaşlık tanımının ırk ve etnisiteden arındırılması ise ülkenin geldiği koşullar gereği kaçınılmaz ve son derece gerekli. 

İktidarın bu kelimeler tanımlar kalksın diye de bir talebi de bugüne kadar vuku bulmuş değil. Bırakın iktidarı, PKK nın, BDP nin ya da her hangi başka bir grubun bile böyle bir talebi söz konusu değil. Peki hal böyle iken bu ‘’Beyaz Muhtıra’’ da neyin nesi diye sormak gerekiyor.

Bir adım öteye taşıyalım durumu, yarın birileri de çıkıp ‘’Kürtlük Bildirisi’’ yayınlasa, barış için didinilen, silahların susması için uğraş verilen bir dönemde, bu tip bildirilerin bu görüşmeler ve şu ana kadar başarı ile yürütülen süreç için sonuçları ne olacaktır ?

Şöyle bir kafanızı kaldırın ve bakın, daha ‘’barış’’ sözünün kararlılıkla kullanılmaya başladığı ve görüşmelerin topluma yansıdığı tarihlerden bugüne kaç insanımızın canı sağ kalmıştır, kaç çatışma nedeniyle olası ölüm engellenmiştir. Hiç mi hamd etmezsiniz ?

Böyle bir dönemde böyle bir çıkış yaparak, ırkçı manifesto yayınlayanlar, ırk temelli bir dille kaleme aldıkları duyurunun neye hizmet edeceğini hesap edemeyenler aldıkları vebalin farkındalar mı ?

Açıkça kendi ırkı dışındakilere tepeden bakan, üsttenci, kibirli, tek tipçi, kendilerini toplumu oluşturan diğer halk topluluklarından daha üstün, seçkin ve elit gören, bugünkü sorunlarımızın ana müsebbibi kurucu irade zihniyetinin bugünlere sarkmış kırıntılarının bu yaptıkları, ülkenin toplumun birliğine mi hizmet eder yoksa tam tersine ve düpedüz fiili bir bölünmeye mi ?

Bu 300 Beyaz Muhtıracı ülkenin siyasi tarihinde, belki de on onbeş sene sonra, tıpkı bugünkü 28 Şubatçıların ‘’Post Modern Darbeciler’’ olarak anılmasına benzer bir anımsama ile, örneğin ‘’Beyaz Darbeciler’’ olarak anılmayı ve bu şekilde tarihe geçmeyi mi istediler yoksa ?

Yeni Anayasada ‘’Türk Milleti’’ tanımı yer alsa ne olur olmasa ne olur ? Şu soruya cevap verin Beyaz Muhtıracılar, kuruluştan bugüne Türk hariç diğer kimlikler anayasalarda yer almadı da ne oldu ? Yok mu oldular ? Yok mu edebildiniz ki anayasadan ‘’Türk’’ ifadesi çıkarılırsa yok olmaktan tir tir titreyerek korkuyor ve paranoyak endişeler duyuyorsunuz ?

Kürtler, Lazlar, Çerkesler, Yahudiler, Ermeniler ve diğer halklar nerdeyse yüz yıl süren bir asimilasyona tabi tutularak, tek tipleştirilmeye, Türkleştirmeye ve hatta Sunni Müslüman Türk yapılmaya çalışıldı da ne oldu ? Yok mu oldular ? Yok edilebildiler mi ?

Kaldırın kafanızı da bakın etrafınıza, ahlaksızca Yahudi dölü, Ermeni dölü denilerek akıl almaz aşağılamalar yapılmasına, zorunlu göçlere tabi tutulmalarına rağmen bu toprağın yerleşik insanları yok edilebildiler mi ?

Mum söndülerle aşağılayarak hakaretler edilen Aleviler Aleviliklerinden vaz mı geçtiler, kart kurt sesi çıkarıyorlar o yüzden onlara Kürt deniyor diyerek utanmadan arsızca alay edilen aşağılanan, bununla yetinmeyip bazılarının kuyrukları da var denilmiş, dilleri yasaklanmış, eski devlet eliyle binlerce köyü yakıp yıkılan yurtlarından edilen ve kendi ana diliyle şarkı türkü okudu diye hapislerde çürütülen Kürtler tüm bu sistematik zulüme rağmen yok mu oldular ? Yok edilebildiler mi ?

Derdiniz statü kaybı değil ise, işinize geldiğinde eşitlikten bahsederek, ahkamlar keserek, ‘’neleri eksik’’ dediğiniz o halklarla neden aynı seviyeye gelmekten gocunuyorsunuz ? Onların ırksal kimlikleri anayasada yer alıyor mu da sizler kendi ırk adınızın vatandaşlık tanımı olarak yer almamasından rahatsızlık duyuyorsunuz ?

Anayasa denilen yazılı bir metinde herhangi bir ırk ya da millet adı anılmasa da o halklar var olmaya devam edecektir. Sosyolojik varlıkları isimlerini bir yerlere yazarak yoktan var edemeyeceğiniz gibi var olanları da bir yerlere yazmayarak yok edemezsiniz.

Sürekli bölünmekten korkan, bu korku ile var olmaya çalışanlar, bu korku üzerinden siyaset devşirenler, artık akıllarını başlarına devşirmeliler.

Korkmayın, yazılı bir metinde yer almayacak diye, ne Türkler, ne Kürtler ne de bu toprakları vatan yapmak üzere Malazgirt te, İstanbul’un Fethi’nde, Sakarya da , Dumlupınar da, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Kore’de ve Kıbrıs’ta can veren diğer halklar yok olurlar.

Bu safhalardan geçmiş bir vatandaş topluluğunun, içlerinden her hangi birinin ne diğerine bir üstünlüğü söz konusu olabilir, ne de bu unsurların her hangi birinin bu vatan topraklarının ve ülkenin tek sahibi olduğu iddia edilebilir.

Bu ülke sadece kendine Türk diyenlerin değil, bu ülkenin vatandaşı olma vasfına sahip herkesindir.

Hoş Kalın...

02 Nisan 2013
@cngzkync