Hatırlayalım,
Osmanlı’nın son dönemlerine gidelim, Balkan Savaşları patlak vermiş ve
Şükrü Paşa adında bir Osmanlı komutanı da Edirne’yi düşman güçlere karşı
savunmakla görevli...
Şükrü Paşa 1912-13 Balkan Savaşı sırasında, Edirne'yi kendisinden
istenen süreden fazla savunarak düşmanın İstanbul'a geçmesini önleyen
ünlü bir kahraman.
Edirne büyük acılar ve yoksulluklar içinde 155 gün düşmana karşı, onun
Komutanlığında savunulmuş ve kendisine Edirne Müdafii adı verilmiş.
Ancak 5 aylık savunma sonunda, 26 Mart 1913 günü, tarih kaynaklarından
akatarılanlara göre biraz da Edirne'nin Osmanlı yadigarı ünlü Selimiye
Camisi gibi mekanlarının, top atışlarıyla yok edilmesini engellemek
amacıyla,teslim olmayı kabul ederek kılıcını Bulgar komutanı General
İvankov'a teslim etmiş.
Şimdi size tüm imkansızlıklara rağmen Balkan Savaşı sırasında Edirne’yi
başarıyla savunan Edirne Müdafii Şükrü Paşa’nın başından geçen bir
hadiseyi aktaracağım. Savaş tüm zorluklarıyla devam ederken, siyasete
iyice bulaşmış olan ordunun, Hürriyetçi ve İttihatçılar olarak bölünmüş
olmasının getirdiği şu içler acısı halini ve yapılanları hatırlayalım.
Başarılı bir şekilde savunmasını yapan ancak İttihatçı olmayan Şükrü
Paşa, direnişi ve başarılı olması nedeniyle ittihatçıların dikkatini
çeker, durumdan rahatsız olan Enver Paşa ve Talat Paşa Edirne’yi savunan
Anadolu askerine şunları söyler ;
‘’Sizin ne işiniz var burada, ne diye gelmiş sarı saçlı mavi gözlü Balkan kökenlilerin memleketini savunuyorsunuz ?’’
Hatta bununla da yetinmezler, doğu ve güneydoğu’dan Edirne’ye gelmiş askerlere şunları söylerler ;
‘’Siz Kürt’sünüz ne işiniz var burada ve savaşıyorsunuz, bu toprakları savunuyorsunuz ?’’
Şükrü Paşa bu durumun farkına varır ve bunlara dönüp sert bir dille uyararak şunları söyler;
‘’Sizi tutuklar ve asarım’’
Bu sert uyarısını yaptıktan sonra da bunları İstanbul’a geri yollar.
Ancak daha sonraki yıllarda iktidar olan ittihatçılar hemen Şükrü Paşa’nın rütbelerini söker ve mahkum ederler.
Daha sonraki yıllarda Edirne’nin hakimi olan Bulgarlar ile Romenler
biribirleriyle savaşa tutuşurlar ve Edirne Bulgarlar tarafından
boşlanınca, Enver Paşa bu durumdan faydalanmak için yanına askerlerini
alır ve Edirne’yi geri almak üzere yola çıkar.
Bu sefer, yine tarih kaynaklarından edindiğimiz bilgilere göre, Genel
Kurmay ve Milli Savunma Bakanlığı koridorlarında siyaseten Hürriyetçi
cepheye angaje olmuş Osmanlı subayları aynen şu şekilde bağırırlar.
‘’Edirne’yi Enver alacağına bırakın Bulgar alsın’’
Bu yaşananlara bakınca Osmanlı’nın düşman kuvvetlerce mi yoksa kendi siyasetçilerimiz eliyle mi yıkıldığını varın siz düşünün.
Bu iki hadise ile ilgili daha detaylı bilgi almak isteyen okurlarım
internet üzerinde basit bir Balkan Savaşı araştırması yaptıklarında bu
bilgilere kolayca ulaşabileceklerdir. Elbette döneme dair kitaplar da
önemli birer kaynak olacaktır.
Bugüne dönecek olursak, bu tarihi kıssalardan da hareketle, siyasi
tarihimizin yeniden önemli bir dönemeçte olduğu gayet açıktır.
Bugün ne yazık ki bazı siyasetçilerimizin hala bu yukarıda bahsettiğim
yaşanmış hadiselerden, tarihten ders almadığını görmekteyiz.
Kim olduklarını hepiniz biliyorsunuz, yeniden belirtmeye hiç gerek bile yok.
32 yıldır süren ve oluk oluk kardeş kanlarının aktığı çatışma ortamının
son bulması için yürütülen görüşme ve süreçlerden, bugün bazı siyasi
partilerin çeşitli bahanelerle kaçtığını ve inatla barış adına yürütülen
çabalara katkı vermediğini görüyoruz.
Bir gün ‘’ne verdin-ne aldın’’ , diğer gün ‘’TC’’ , bir başka gün ‘’Anayasada şu olmazsa olmaz, bu değişmez, o çıkmaz, şu konmaz’’
gibi mesnetsiz sorgulamalardan da anlaşılacağı üzere, esasen siyasi
kayıp ve kazanç hesabı ile barışa destek olmadıklarını, taşın altına
ellerini koymadıklarını görüyoruz.
Bu söylediklerinizin ve takındığınız tavırların vicdanlardaki tercümesi,
sizler barış adına çözüm için mantıklı bir başka formül ya da metod
ortaya koyamadıkça, makul çözüm önerileri sunamadıkça, sadece ve sadece ‘’bu kanlar akmaya, bu canlar yitip gitmeye devam etsin’’ demekten ibarettir.
Bu ülkenin ilini, ilçesini, köyünü boşverin neredeyse her sokağından
çatışmalar nedeniyle canlarımız gitti. Hala mı doymadınız ?
Allah’tan korkun !
Destek olamıyorsunuz, barış istemiyorsunuz ona da eyvallah.
Ya Hu, hiç değilse köstek olmayın.
Bu mesele siyasete alet edilecek mesele değil ki,
Wallahi vebal alıyorsunuz.
Hoş Kalın
22 Nisan 2013
@cngzkync
22 Nisan 2013
18 Nisan 2013
Miting Sorunu
Önümüzdeki günlerde dünya genelinde çeşitli şekillerde kutlanılan yeni bir ‘’1 Mayıs’’ söz konusu.
Kimilerince işçinin ve emekçinin bayramı kimilerince de bir ‘’Bahar Bayramı’’ olarak kutlanılan bu gelenekselleşmiş gündeki ve kutlamalar Türkiye için zaman zaman çok tatsız ve kanlı anılara da sahip.
Yekililerce
yapılan açıklama bu yıl 1 Mayıs kutlamalarında Taksim meydanında
gösterilere izin verilmeyeceği yönünde. Şimdiden toplumun bazı
kesimlerinde bu yasağa karşı tepkiler oluşmaya başladı.
Özellikle de
sosyal medya üzerinden bu yasak eleştirlerde konu haline geldi.
Vatandaşın gösteri ve miting hakkı elbette yasaklanmamalı, bu demokratik bir hak ve bu hakkı vatandaşın en sağlıklı şekilde kullanabilmesi için gerekli tedbir ve önlemler sağlanmalıdır. Ancak bu yıl için Taksim
Meydanı’nda yapılan çevre düzenleme inşaatlarının rahat ve sağlıklı bir ortamda miting yapılmaya elverişli olduğu da söylenemez.
Bugünlerde
Taksim yasağını eleştirenlerin, gösteriye izin verilmiş olması ve
meydandaki inşaat faaliyetleri nedeniyle söz konusu olabilecek kaza,
yaralanma ve buna benzer belki de daha acı olayların gerçekleşmesi
neticesinde neler söyleyebileceklerini merak ediyorum.
Evet
geçmişte 1 Mayıs ve benzeri gösteriler baskıcı ve yasakçı zihniyetin
bir yansıması olarak çoğu zaman sudan sebeplerle yasaklanmıştır. Elbette
bu yasakçı anlayış ve zihniyetin tasvip edilecek bir tarafı yoktur.
Bence bugün gelinen noktada mitinglerin toplumda sorun olmaktan
çıkarılması için bir şeyler yapılabilir.
Gerek
1 mayıs gerekse söz konusu olabilecek diğer tüm miting ve gösterilerin
özellikle büyük şehirlerde hayatı olumsuz yönde etkilediğini her miting
ve gösteride müşahade ediyoruz.
Trafik
kilitleniyor, ambulanslar hastaları hastanelere ulaştıramıyor, esnafın
işleri aksıyor, genel ticarette aksamalar oluyor, kargaşa, kaos,
tedirginlik şehre hakim olabiliyor.
Daha
da önemlisi kontrolü zor olan şehrin içinde yer alanlardaki tüm
gösteriler, her türlü güvenlik tedbirlerine rağmen me yazık ki her zaman
her türlü provokasyona açık oluyor.
Ülke olarak her gözteride her mitimgde diken üstünde oturmak zorunda mıyız ? Bu hep böyle mi gitsin ? Elbette hayır.
Bundan
sonra ülke genelinde söz konusu olabilecek miting ve gösterilerin en
uygun ve en demokratik şekilde gerçekleşebilmesi için, tatsız olayların
en aza indirilebilmesi için, vatandaşın bu hakkını en doğru şekilde
kullanabilmesi için, yasaklara maruz kalmamak için, hele de yeni yargı
paketleri sayesinde getirilen özgürlükleri en verimli şekilde daha iyi
ve doğru şekilde kullanabilmek için,
Gelin şöyle yapalım;
1- Şehirlerin hemen yanıbaşında vatandaşa gösteri ve miting alanları tahsis edelim
2- Bu alanlara metro dahil her türlü ulaşım imkanını sağlayalım
3- Internet dahil her türlü haberleşme imkanını sağlayalım
4- Medya yayın organları için gerekli alt yapıyı sağlayalım
5- Olası sağlık sorunlarına acil ve ilk yardım müdahale alt yapısını sağlayalım
6- Göstericilerin güvenliği ile ilgili tüm donanım ve alt yapıyı sağlayalım
7- Konser alanlarındaki gibi konuşmalar için gerekli platform ve ses düzenini sağlayalım
8- Gıda ihtiyaçları için gerekli hizmetin verilebilmesi üzere alt yapı sağlayalım
Bu
saydıklarıma daha farklı ve koşulları iyileştirici bir dizi farklı
madde de eklenebilir elbette. Mevcut iktidarın şehrin bazı yerlerinde
yeni ve büyük meydan düzenlemeleri yaptığını biliyoruz. Yeni şehir
meydanlarının bu miting ve gösteriler için değil olması gerektiği gibi
rekreasyon, gezi ve dinlenme amaçlı kullanılması daha yerinde olacaktır.
İfadelerim
elbette klasik stadyum bayram kutlamaları gibi algılanmamalı, demek
istediğim kutlamaların stadyum düzeninde tek tipleştirilmesi değil, daha
farklı ve daha özgür kutlanabilecek 1 Mayıs ve benzeri mitinglerin
yaşanabilmesi, yeni yasal düzenlemelerle geçmişe oranla daha da
genişleyen özgürlüklerin en verimli şekilde vatandaşlarca
kullanılabilmesi içindir.
Miting
ve gösterilerin ülkemiz için bir sorun olmaktan çıkarılmasını
sağlayacak ve belki de tüm dünyaya örnek olabilecek yeni bir miting ve
gösteri özgürlüğü modeli geliştirebilecek kapasiteye sahibiz.
Gelin yapalım....
Hoş Kalın
18 Nisan 2013
@cngzkync
14 Nisan 2013
İşler Yolunda
Kamuoyuna yansıdığı günden itibaren tansiyonu ve temposu düşmeden devam eden bir çözüm süreci trafiği yaşıyoruz.
Gelinen
noktadaki son durumu tahlil etmek gerekirse, tüm çözüm sürecine karşı
söz konusu olan bir takım dirençlere rağmen işlerin genel manada yolunda
gittiğini söyleyebilirim.
Detaylara
girmeden önce belirtmek isterim ki, benim en önemli bulduğum toplumsal
kazanç, çözüm adına görüşmelerin başlamasından ve kamuoyuna
yansımasından bugüne değin geçen sürede, geçmiş dönemlere kıyasla
çatışmaların çok büyük oranda durmuş olması ve dolayısıyla gün aşırı
duymaya ne yazık ki alışmış olduğumuz can kayıplarının artık çok şükür
yaşanmıyor olması.
Genel
Kurmay’ın sadece 2012 itibariyle 1000’in üzerinde bir rakamla
açıkladığı can kayıplarının, takribi bir yaklaşımla yılbaşından bugüne
baktığımızda geçen dört aylık sürede, hemen hemen yok denecek seviyede
olması.
İlk
günlerde İmralı’ya kim gidecek, ne zaman gidecek tartışmalarından bugün
artık rutinleşen olağanlaşan bir İmralı ve Kandil ziyaret trafiği
yaşandığını görüyoruz.
Yine
ilk günlerde adeta sızdırabilmek adına çabalar uğraşlar verilen Öcalan
dan gelen mektuplar ve Öcalan ile yapılan görüşmelere dair detay
bilgiler dahi aynı rutinleşme ve olağanlaşma dönemine girdi.
Ne
mektuplar toplumda o ilk anlardaki heyecan ve merakı yaratıyor, ne de
mektup konuları ilk günlerdeki kadar gündemimizi işgal ediyor.
Bu
arada mektup demişken, Öcalan’ın silahlara veda ettiğini ilan ettiği,
siyaset ile yola devam edeceğini duyurduğu 21 Mart’ta Diyarbakır’da
okunan mektubun, elbette ayrı bir öneme sahip ve Türkiye Siyasi tarihi
açısından bir ‘’milad’’ denilebilecek şekilde önemini uzun yıllar daha koruyacağını düşünüyorum.
İktidarın bugünlere gelinirken, devlet adına attığı demokratikleşme adımlarının bir nevi sonucu olarak gelinen silahların susması aşaması başarı ile gerçekleşti.
Hemen ardından ikinci aşama olan silahlı örgüt unsurlarının sınır dışına çekilmesi
konusu ise tarafların iyi niyetli yaklaşımları sonucu, Başbakan’ın da
belirttiği üzere örneğin Suriye’ye çekilenler noktasında, kısmen zaten
başlamıştı.
Geri çekilme noktasında örgüt tarafında oluşan bir takım tereddütlerin de, hem ‘’akil heyet’’ oluşturulurak, hem de TBMM de bir ‘’çözüm süreci araştırma izleme komisyonu’’ kurulması girişimleriyle giderildiği ve sağlıklı bir zeminde sürdüğü görülüyor.
Fazla iddialı ve ister istemez de heyet dışındakileri dışlayıcı bir algıya yol açabilecek şekilde ‘’akil insanlar’’ diye adlandırılan, ancak benim gönlümdeki tanımı ve tam karşılığı ‘’barış dervişleri’’ olan heyetler de sahaya indi ve topluma birebir dokunarak dert ve önerileri dinlemeye başladı.
Öcalan’ın talebi olan yasal düzenleme konusu ise, Öcalan’ın bu talepten vazgeçtiği görülen son mektubu ile aşılmış durumda.
Örgüt
kanadından gelen orta kademe ve altı seviyedeki örgüt üyelerinin bir
anlamda nabızlarının düşürülmesine yönelik, toplum ve medyada ‘’çatlak ses’’ olarak değerlendirlen açıklamalar ise olağan ve süreç açısından beklenen tonda.
Zaman zaman hem ürgüt kanadının hem de iktidar ve devlet kanadının toplumun gerginliğini ve ‘’gazını’’ almaya yönelik sert açıklamaların süreci olumsuz değil tam tersine olumlu yönde etkilediğini düşünüyorum.
Geri
çekilmenin tamamlanmasını takiben, akil insanlar heyetlerinin yapmakta
oldukları çalışmaların da katkısıyla, şu anda Türkiye geneli ortalamada
sürece %60 seviyesindeki halk desteğinin daha yukarı oranlara çıkması
kuvvetle muhtemel.
Toplumun sürece muhalif olan ve mütemadiyen ‘’ama’’ diyerek çözüm sürecine şüphe ile yaklaşan kesimde sıklıkla dile getirilen, ‘’peki örgüt çekiliyor silahı bırakıyor da karşılığında ne aldı’’ sorusunun cevabının ise ‘’yaşamak’’ ve ‘’siyaset yapmak’’ olduğu ise henüz tam olarak anlaşılmış değil.
Başbakan’ın defatle dile getirdiği, ‘’silahlarınızı bırakın, gelin siyaset yapın’’ çağrısı sürece şüphe ile yaklaşanlar için aslında çok önceden verilmişnet bir cevap niteliğinde.
Silahlı
mücadele yönteminden vazgeçtiğini açıklayan Öcalan’ın, yoluna
güncelleşmiş ve artık ayrılıkçı değil, birlik içeren bir Türkiye
Siyaseti ile devam etmekteki ısrarını ve kararlılığını, geri çekilme ile
ilgili olarak talep ettiği ‘’yasal düzenleme’’ talebinden vaz geçerek bir kez daha gösterdiğine dikkat çekmek isterim.
Geri
çekilmeyi takiben ve hatta paralelinde, yeni anayasanın hazırlanması
yoluyla gerçekleştirilmesi beklenen genel demokratikleşme hamleleri,
kalıcı barış ve eşit vatandaşlık noktasında elbette çok büyük öneme
sahip.
Umuyorum
toplumun tüm kesimlerine aynı mesafede ve tatmin edebilen, vatandaşlar
arasında anayasal eşitliği sağlamış bir anayasaya hep birlikte
kavuşuruz.
Gidişat şimdilik iyi ve işler yolunda...
Hoş Kalın
14 Nisan 2013
@cngzkync
12 Nisan 2013
Önerge Golü ve Merkez Sol
Geçtiğimiz gün TBMM de enteresan şeyler oldu.
Daha
önce CHP nin bizzat kendisi tarafından, daha doğrusu yenilikçi kanat
olarak tanımlanan parti içi grubu tarafından verilmiş bir önergeye, Ak
Parti’nin altına imza koyarak ve sahiplenerek destek olması sonrası, CHP
içindeki ulusalcı kanadın Muharrem İnce önderliğindeki ani manevrası
sonrası vazgeçişine şahit olduk. Hadise bununla da kalmadı, CHP nin
kendisinin verdiği önerge, Ak Parti oylarıyla kabul edildi.
Özellikle
bugünlerde sıkça dile getirdiğim, siyaseten tüm partiler adına
güncelleşme gereği konusu sanırım bir kez daha bu tutarsızlık nedeniyle
teyit edilmiş oldu.
Demokrasinin
dengeleri açısından hadiseye baktığımda samimiyetle içim acıyor ve CHP
nin Türkiye Siyasetini ve Demokrasisini, bu ve buna benzer tutarsız
politikalarla ''çolak'' bırakmasını birey
olarak üzüntüyle karşılıyorum. CHP ye hakim olan ulusalcı kanadın,
koskoca bir siyasi partiyi ne hallere getirdiğini ibretle izliyorum.
Nerededir
CHP’yi CHP yapan o sosyal demokratlar, ne haldedirler, ne
yapmaktadırlar, neredeyse asırlık bir partiyi hangi koşullar altında
%10-15 bilemedin %20’lik diyebileceğimiz ulusalcı gruba teslim
etmişlerdir merak içindeyim.
CHP
ve BDP ye birlikte baktığımızda, her iki siyasi parti de sonuç
itibariyle öyle ya da böyle sol olarak tanımladığımız siyasi gelenekten
gelen partiler olduğunu biliyoruz. CHP tam bir Meclis’ten geri çekilme
süreci yaşarlen, BDP ise iktidar ile ‘’Yeni Anayasa’’ dahil ‘’Çözüm Süreci’’ çalışmaları konusunda uyum içerisinde olduğu görülüyor. Son olarak geçtiğimiz günlerde, BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın
bir TV kanalındaki açıklamaları da gösterdi ki, BDP gayet itidalli,
tutarlı ve ülke adına da gayet yapıcı bir siyaset izlemekte.
CHP
nin Türkiye’nin yeni siyasi transformasyon döneminde, güncelleşme
adına her hangi bir çaba içerisinde olmadığı gibi tam tersine
kndilerini güncelden daha da geriye götürecek bir siyasi rotada olduğunu
görüyoruz. Bununla birlikte BDP’nin ise adeta bir dönüşüm içerisinde ve
siyasetin en hassas olduğu bu dönemde başarı ile siyasete devam etmekte
olduğu görülüyor.
Durum
her iki siyasi parti açısından mevcut koşullarının korunması ve
olağandışı bir durumun söz konusu olmaması durumunda, BDP’nin siyasetini
bölge sisyasetinden daha belirginbir şekilde merkez sola çekmesi ve
örgüt ile olan ilişkilerini daha mesafeli bir konuma getirmesi de söz
konusu olur ise, BDP’nin merkez sol siyasete oturması ve CHP yi sürklase
etmesi kuvvetle muhtemel görünüyor.
CHP nin kendi kalesine attığı ‘’gollere’’ gelin birlikte kısaca bakalım. Bu ‘’golleri’’
gördüğünüzde sanırım siz de CHP nin daha önceki yazılarımda da
bahsettiğim üzere, Meclis’ten geri çekilme sürecinin devam ettiğini ve
CHP nin ne denli ‘’tutarsız’’ bir politika yürüttüğü noktasında bana hak vereceksiniz.
31.05.2012 – Kürt Meselesinin Çözümü İçin TBMM Bünyesinde “TOPLUMSAL MUTABAKAT KOMİSYONU” ve TBMM Dışında “AKİL İNSANLAR GRUBU” Oluşturulması Önerisi
16.01.2013 - Toplumsal barışın tesisi için ''GERÇEKLERİ ARAŞTIRMA KOMİSYONU’’ Meclis Araştırması Önerisi
01.03.2013 - Çatışma Sürecinin Son Bulması için ‘’ TOPLUMSAL BARIŞI BOZAN OLAYLARI MECLİS ARAŞTIRMA VE ÇÖZÜM YOLLARI BULMA KOMİSYONU’’ Kurulması Önerisi
Yukarıdaki üç farklı tarihteki üç birbirine benzer amaç taşıyan önergelerin sahibi CHP, bugüne baktığımızda, ne ‘’Akil İnsanlar Heyeti’’ ni destekliyor, ne TBMM de açılan komisyona üye veriyor, ne de imzalarının ve önergelerinin arkasında durabilmekte.
Elbette sadece bu önergelerden hareketle değil, örneğin devam eden ETÖ davasında da CHP nin dava edilenlerden yana açık bir ‘’taraf’’ olduğunu ve siyaseten kendisini o davaya endekslediğini de görmek ve hesaba katmak durumundayız.
Bu
çelişkilerin vatandaşlara, özellikle de CHP ye inanan ve oy veren
kitleye nasıl açıklanacağı elbette CHP nin kendi sorunu. Ancak benim
değerlendirmem odur ki, yazımın başlığında da ifade ettiğim üzere CHP
kendi kalesine siyaseten goller atmakta ve hızla güç kaybetmektedir.
Elbeette uyguladığı siyasete bakarak, CHP’nin bu duruma ‘’müstehak’’
olduğu da söylenebilir, CHP nin bu durumundan memnun olanlar da
elbetteki vardır ve olacaktır. Ancak, merkez sol siyasette ve ana
muhalefette CHP nin yarattığı gözle görülür boşluk bugünkü koşullar
değişmediği sürece BDP tarafından doldurulmaya oldukça müsaittir.
BDP
de elbette diğer siyasi partiler gibi halkın oylarıyla ve hak ederek,
hakkıyla TBMM de temsil hakkı bulmuş bir siyasi partidir. BDP şu an
sürdürdüğü siyaset dili ve uslubunu yukarıda da belirttiğim şekilde
tamamladığı anda emin olunuz ki, merkez solun temsili BDP ye rahatlıkla
devrolabilecektir. Halen Türkiye siyasetinde ana muhalefet partisi
işlevini yürüten partinin bugün itibariyle BDP olduğu kanaatini
taşıyorum.
Henüz
belki tam kızışmasa da seçimlere doğru her iki parti arasında merkez
solu temsil etmek adına, çok ciddi bir rekabetin söz konusu olacağını
düşünüyorum.
O
parti veya bu parti ayırmaksızın, ülke vatandaşları için en faydalı ve
doğru siyaseti yapabilen ve ülkeyi en iyi demokrasi ve refah düzeyine
ulaştırabilecek politikaları üretenin siyasette genellikle kazanacağı ve
halk tarafından tercih edileceği kanaatindeyim....
Görelim Mevla neyler, neylerse güzel eyler...
Hoş Kalın
12 Nisan 2013
@cngzkync
5 Nisan 2013
CHP ve MHP Meclisten Çekiliyor
21
Mart tan bu yana geçen zamanda, Öcalan’ın Diyabakır’da Newroz kutlama
alanında okunan mektubu sonrası, adeta Türkiye Siyasetinde Mektuptan Önce (M.Ö) ve Mektuptan Sonra (M.S) denilebilecek bir dönemin başladığı daha belirgin bir şekilde görülmeye başlandı.
Bir kaç yazı önce ‘’Güncelleşme Vakti’’ başlıkı yazımda, mektup sonrası iktidar partisi Ak Parti dahil MHP, CHP ve BDP
de bir takım güncelleşmelerin söz konusu olacağını ve toplumun beklenti
ve talebi gereği de kaçınılmaz olacağını ifade etmiştim.
Elbette
bahsettiğim olası güncelleşmelerin ve topluma daha entegre, daha
paralel bir halin alınması üç beş günde gerçekleşmesi mümkün olabilecek
hadiseler değil. Ancak öyle ya da böyle, bir güncelleşme gerekliliğinin
geçerliğini koruduğunu altını çizerek belirtmek isterim.
Belki
de ifade ettiğim bu değişim ve güncelleşmelerin gerçekleşmesi için,
hali hazırda mevcut siyasi partilerde devam eden siyaset
anlayışlarının,bir şekilde fiilen iflas etmesi gerekiyor.
Hatırlayınız, Türkiye toplumu daha önce Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller gibi siyasetçileri siyaset sahnesinden nasıl da sürklase ederek, bir çırpıda siyaset sahnesinden al aşağı etmişti.
Nasıl
da vatandaşlarımız ellerindeki en doğru ve en demokratik yöntemle bu
bahsettiğim siyasetçiler için iflas ilanlarını vermişlerdi.
Tam
da size bunlardan bahsederken, bakın işte daha dün, CHP ve MHP’nin
TBMM'de oluşturulması önerilen komisyona üye vermeyeceklerini
açıkladıklarına şahit olduk.
Elbette
siyasi partilerin bu tip komisyonlara katılıp katılmama özgürlükleri
vardır. Ancak bu her iki siyasi partinin toplumdan ne kadar da kopuk
olduğunu, bu ülkenin vatandaşları görmüyor mu sanıyor CHP ve MHP yi
yönetenler ?
Yaşadıkları
sonucu edindiği iyi ve kötü tecrübelerle, geçmişe oranla çok daha
bilinçli hale gelmiş Türkiye vatandaşlarının MHP ve CHP den, Mesut
Yılmaz ve Tansu Çiller örneğinde belirttiğim üzere, tıpkı geçmişte
olduğu gibi, seçim sandığı yine önlerine geldiğinde, Yeni Anayasa ve
Çözüm Süreci gibi konulardaki etkisiz ve katkısız, üstelik köstek olan
duruşlarının hesabını sormayacağını düşünmek en hafif ifade ile ‘’saflık’’ değil midir ?
Bu her iki siyasi partinin tercileri elbette kendilerinindir, ancak bu siyasi iflas tercihinin ‘’takdiri’’
de, bu gidişatları ve tercihleri değişmediği sürece, elbette ortak
aklını gerektiği zamanda çok iyi kullanmasını bilen Türkiye toplumunun
olacaktır.
MHP
nin Türkiye’nin son dönemindeki demokratikleşme gelişmelerine karşı
takındığı tavır ve son süreçlerde yaptığı siyasi tercihler nedeniyle
karşılacağı durum, siyaset yelpazesinde daha da küçülerek, marjinal
milliyetçi bir siyasi parti olarak varlıklarını sürdürme sonucunu
doğurabilir.
CHP
için ise durum giderek daha da karmaşıklaşırken, öte yandan BDP nin
Yeni Anayasa ve Çözüm Süreci konusunda Ak Parti ile birlikte yürüttüğü
olumlu ve uyumlu işbirliği, BDP yi olumlu yönde etkiliyor.
BDP
bu doğru tavırlı siyasetini sürdürürerek, siyaset tarzını
bölgesellikten arındırararak, tüm toplumu kucaklayabilecek bir Türkiye
siyaseti eksenine oturtabilir mi şu an için tam belli değil. Ancak BDP
bunu başarır ve bu arada CHP de kendini güncelleştiremez ise, BDP nin
CHP nin yerine geçerek, merkez sol siyasete oturmasını bugünün
koşullarında olası görüyorum.
CHP
ve MHP nin kaçırdıkları treni yakalamak üzere önümüzdeki dönemde bir
takım siyasi manevralar yapması da muhtemel bir durum, ancak toplum ve
iktidar tarafından bu geri dönüşler ve manevralar karşılık bulur mu
noktasında bugün itibariyle pek de olumlu kanaat taşımıyorum.
Gidişat gösteriyor ki, bir yandan PKK ülkeyi terk ederek sınır dışına çekilirken, öte yandan da MHP ve CHP adeta TBMM den ‘’geri çekilme’’ sürecini yaşıyor.
Hoş Kalın
05 Nisan 2013
@cngzkync
2 Nisan 2013
Türklük Bildirisi
Biyolojik
yaş ortalaması ülke yaş ortalamasının çok altında olduğu görülen, akli
yaş ortalaması bugünkü temel sorunların kaynağı olan kurucu irade ile,
yani Tek Tipçi Ulusalcı Akıl ile yaşdaş olanlar toplaşmış bir ‘’Türklük Bildirisi’’ sunmuş topluma.
Sayısal
olarak da her ne kadar birer ikişer o bildiriye imza atmadığını ifade
edenler söz konusu olsa da 300 kişi olduklarını beyan etmişler. Sayıları
çok mu önemli diyenleriniz olabilir. Elbette önemli değil de durumu
izah ve bildiriyi sunanların bu sayıya vurgusu nedeniyle ben de bahsetme
gereği duydum, hepsi bundan ibaret.
Dertleri sanırım şu ; hazırlanmaya çalışılan Yeni Anayasa da ‘’Türk Milleti’’
tanımı kaldırılmasın, vatandaşlık tanımı değiştirilmesin. Evvela şunu
belirtmek gerekir ki, hazırlanmaya çalışılan Yeni Anayasa’dan ‘’Türk’’ ve ‘’Türk Milleti’’
tanımlarının kaldırıldığı falan yok, yanlış saymadıysam mevcut
anayasanın 49 değişik yerinde bu ifadeler zaten yer almakta ve bunlarla
ilgili de bir çalışma yok. Yapılan çalışma sadece vatandaşlık tanımına
dair bir çalışma ki, bu da bence mutlaka yapılması gereken bir çalışma.
Anaysal vatandaşlığı esas alan, vatandaşlık tanımının ırk ve etnisiteden
arındırılması ise ülkenin geldiği koşullar gereği kaçınılmaz ve son
derece gerekli.
İktidarın
bu kelimeler tanımlar kalksın diye de bir talebi de bugüne kadar vuku
bulmuş değil. Bırakın iktidarı, PKK nın, BDP nin ya da her hangi başka
bir grubun bile böyle bir talebi söz konusu değil. Peki hal böyle iken
bu ‘’Beyaz Muhtıra’’ da neyin nesi diye sormak gerekiyor.
Bir adım öteye taşıyalım durumu, yarın birileri de çıkıp ‘’Kürtlük Bildirisi’’
yayınlasa, barış için didinilen, silahların susması için uğraş verilen
bir dönemde, bu tip bildirilerin bu görüşmeler ve şu ana kadar başarı
ile yürütülen süreç için sonuçları ne olacaktır ?
Şöyle bir kafanızı kaldırın ve bakın, daha ‘’barış’’
sözünün kararlılıkla kullanılmaya başladığı ve görüşmelerin topluma
yansıdığı tarihlerden bugüne kaç insanımızın canı sağ kalmıştır, kaç
çatışma nedeniyle olası ölüm engellenmiştir. Hiç mi hamd etmezsiniz ?
Böyle
bir dönemde böyle bir çıkış yaparak, ırkçı manifesto yayınlayanlar, ırk
temelli bir dille kaleme aldıkları duyurunun neye hizmet edeceğini
hesap edemeyenler aldıkları vebalin farkındalar mı ?
Açıkça
kendi ırkı dışındakilere tepeden bakan, üsttenci, kibirli, tek tipçi,
kendilerini toplumu oluşturan diğer halk topluluklarından daha üstün,
seçkin ve elit gören, bugünkü sorunlarımızın ana müsebbibi kurucu irade
zihniyetinin bugünlere sarkmış kırıntılarının bu yaptıkları, ülkenin
toplumun birliğine mi hizmet eder yoksa tam tersine ve düpedüz fiili bir
bölünmeye mi ?
Bu 300 Beyaz Muhtıracı
ülkenin siyasi tarihinde, belki de on onbeş sene sonra, tıpkı bugünkü
28 Şubatçıların ‘’Post Modern Darbeciler’’ olarak anılmasına benzer bir
anımsama ile, örneğin ‘’Beyaz Darbeciler’’ olarak anılmayı ve bu şekilde tarihe geçmeyi mi istediler yoksa ?
Yeni Anayasada ‘’Türk Milleti’’
tanımı yer alsa ne olur olmasa ne olur ? Şu soruya cevap verin Beyaz
Muhtıracılar, kuruluştan bugüne Türk hariç diğer kimlikler anayasalarda
yer almadı da ne oldu ? Yok mu oldular ? Yok mu edebildiniz ki
anayasadan ‘’Türk’’ ifadesi çıkarılırsa yok olmaktan tir tir titreyerek korkuyor ve paranoyak endişeler duyuyorsunuz ?
Kürtler,
Lazlar, Çerkesler, Yahudiler, Ermeniler ve diğer halklar nerdeyse yüz
yıl süren bir asimilasyona tabi tutularak, tek tipleştirilmeye,
Türkleştirmeye ve hatta Sunni Müslüman Türk yapılmaya çalışıldı da ne
oldu ? Yok mu oldular ? Yok edilebildiler mi ?
Kaldırın
kafanızı da bakın etrafınıza, ahlaksızca Yahudi dölü, Ermeni dölü
denilerek akıl almaz aşağılamalar yapılmasına, zorunlu göçlere tabi
tutulmalarına rağmen bu toprağın yerleşik insanları yok edilebildiler mi
?
Mum
söndülerle aşağılayarak hakaretler edilen Aleviler Aleviliklerinden vaz
mı geçtiler, kart kurt sesi çıkarıyorlar o yüzden onlara Kürt deniyor
diyerek utanmadan arsızca alay edilen aşağılanan, bununla yetinmeyip
bazılarının kuyrukları da var denilmiş, dilleri yasaklanmış, eski devlet
eliyle binlerce köyü yakıp yıkılan yurtlarından edilen ve kendi ana
diliyle şarkı türkü okudu diye hapislerde çürütülen Kürtler tüm bu
sistematik zulüme rağmen yok mu oldular ? Yok edilebildiler mi ?
Derdiniz statü kaybı değil ise, işinize geldiğinde eşitlikten bahsederek, ahkamlar keserek, ‘’neleri eksik’’
dediğiniz o halklarla neden aynı seviyeye gelmekten gocunuyorsunuz ?
Onların ırksal kimlikleri anayasada yer alıyor mu da sizler kendi ırk
adınızın vatandaşlık tanımı olarak yer almamasından rahatsızlık
duyuyorsunuz ?
Anayasa
denilen yazılı bir metinde herhangi bir ırk ya da millet adı anılmasa
da o halklar var olmaya devam edecektir. Sosyolojik varlıkları
isimlerini bir yerlere yazarak yoktan var edemeyeceğiniz gibi var
olanları da bir yerlere yazmayarak yok edemezsiniz.
Sürekli
bölünmekten korkan, bu korku ile var olmaya çalışanlar, bu korku
üzerinden siyaset devşirenler, artık akıllarını başlarına devşirmeliler.
Korkmayın,
yazılı bir metinde yer almayacak diye, ne Türkler, ne Kürtler ne de bu
toprakları vatan yapmak üzere Malazgirt te, İstanbul’un Fethi’nde,
Sakarya da , Dumlupınar da, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Kore’de
ve Kıbrıs’ta can veren diğer halklar yok olurlar.
Bu
safhalardan geçmiş bir vatandaş topluluğunun, içlerinden her hangi
birinin ne diğerine bir üstünlüğü söz konusu olabilir, ne de bu
unsurların her hangi birinin bu vatan topraklarının ve ülkenin tek
sahibi olduğu iddia edilebilir.
Bu ülke sadece kendine Türk diyenlerin değil, bu ülkenin vatandaşı olma vasfına sahip herkesindir.
Hoş Kalın...
02 Nisan 2013
@cngzkync
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)