28 Ağustos 2012

AKP-444 Sendromu

Geçtiğimiz günlerde AK Parti Muğla Milletvekili Ali Boğa, Muğla İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği’nin düzenlediği pilav gününe katıldı ve şu açıklamaları yaptı.

“Açılan yere öğrenci bulamazsak tarih önünde vebalini ödeyemeyiz. Kur’an-ı Kerim’in okunmasının yasak olduğu günlerden geçtik. Şu anda imam hatipliler olarak veya müttefikleri, sevdalıları olarak buradayız. Şu anda bir şans geçti elimize. Biz bütün okulları, elbette bu okulların kaydında kuydunda sayıyı artıracağız. Ama bütün okulları imam hatip okulu yapma şansını elde etmiş durumdayız.’’

Eh ne diyelim ‘’hayırlı olsun’’....


Bir yandan bu mal bulmuş mağribi tarzı açıklamalar, diğer bir yandan neredeyse her sene yeni bir öğrenci seçme ve yerleştirme sistemi değişikliği....


Öğrencileri bildik bileli ne yazık ki "sistem kobayı" olmuş bir ülkenin gençlerine mi emanet ettik yarınlarımızı ?


Bir türlü stabilize edilemeyen ve nasıl olacağı on yıllardır net bir şekilde karar verilip yapilandirilamayan eğitim sistemleriyle sözüm ona hedeflendiği üzere, eğitimli ve bilgili bir toplum olunabilir mi ?

Sadece eğitim meselesinde mi ?

Elbette hayır...

Dış politikadan tutun, terör ve ayrıca Kürt Sorunu nun çözümüne kadar ülkenin geleceğini ilgilendiren bir çok önemli konu ve soruna dair, hangi startejimiz uzun vadeli plan ve hedefler içeriyor ki ?

Hadi uzun vadeyi geçtik hiç değilse orta vade stratejilerimiz olsa yine razıyız...

Ya da gerçekte ülke olarak iktidarlardan bağımsız herhangi bir startejimiz gerçekten var mı ?

Vekil beyin sözlerinden de anlaşılacağı üzere, mesele bir ‘’şans’’ yakalama ya da kaybedilmiş bazı şeyleri iktidarı ele geçirince, fazlasıyla yeniden elde etmek ise, bunun adı apaçık ‘’rövanş’’ değil midir ?
Rövanşist yaklaşım ve politika belirlemeler, sadece bu söz konusu edilen okullar konusunda mı ?...

Değil elbet...

ETÖ davasından tutun da 28 Şubat Davasına, 12 Eylül davasına ve diğer devam eden davaların seyrine bir bakın...

O konularda da durum hemen hemen aynı...

Aynı duygu ile hareket edilmiş ve bu davaya konu hadiselerin ülke halkları tarafından yeniden yaşanılmaması için herhangi bir yapısal düzenlemenin pek de yapılamamış yada yapılmamış olacağını göreceksiniz...

Başta mevcut anayasa, sonrasında mevcut askeri ve sivil eğitim sistemi ile ülke yarınlarında yeni darbe yada darbe girişimlerinin olamayacağını hanginiz garanti edebilir ?

Evet mevcut iktidara şu konuda hakkını teslim edelim, elbette bu dava süreçleri toplumda ‘’darbe’’ zihniyetinin oldukça kötü bir anti-demokratik fiil ve teşebbüs olduğu bilincinin oluşmasına katkı sağlamıştır.
Evet iktidar, bu tip girişimlerin bir daha kolaylıkla halk tarafından destek bulamaması yönünde iyi bir psikolojik başarı sağlamıştır.

Peki bu psikolojik olarak yaratılan belki de dönemsel kazanç, gerekli hukuki ve anayasal altyapılar hazırlanamaz ise, mevcut ‘’rüzgarı’’ bir gün değişir de ülkede farklı ‘’rüzgarlar’’ eserse fazlaca bir işe yarar mı ?

Bir hükmü olur mu ?

Türkiye halklarının takribi olarak yarısı size, yıllardır ülkeyi adeta esir almış, ‘’tektipçi’’ zihniyetin torna tezgahını bozun diye oy vermedi mi ? 

Ak Parti bu ‘’tektipçi’’ zihniyeti değiştirmek için harekete geçip başarılı bir şekilde bazı değişimleri gerçekleştirdiğinde, aynı halk sandıkta tekraren kendisine destek olmadı mı ? 

Ak Parti’nin kendisine verilen bu halk desteğini ‘’rövanşist’’ uygulama ve ifade biçimleri ile kullanıp, kendisine verilen desteği adeta kendi ‘’tektipçi torna tezgahınızı’’ kurun diye verilmiş sanması, veya ‘’verilmiş gibi’’ yapması seçmenine ve ülkeye apaçık bir ayıp ve gaflet hali değil midir ?

Yakında, sadece beş yaşında olan bebelerimiz iktidarın ‘’dindar nesil’’ yetiştirme iddiası kapsamında düzenlenmiş ve asrın icadı olan, rövanşist hedefler içerdiğini vekilinin sözlerinden gayet net anlama şansı bulduğumuz, yeni eğitim sitemi 4+4+4 gereği okullarda eğitime başlayacak...

Başka bir deyişle Dert + Dert + Dert başlıyor...

Tüm ögrenci ve velilere rövanşist AKP444 sendromu ile mücadelede önümüzdeki yeni eğitim yılında başarilar dilerim...

Hakkımızda hayırlısı....

28 Ağustos 2012




Twitter : @cngzkync

17 Ağustos 2012

Feryad Var Duyun


Bu da oldu.
PKK, CHP li milletvekili Hüseyin Aygün’ü kaçırdı ve iki gün boyunca halkın hür iradesi ile seçilmiş vekile özgürlük engeli koydu... 

Terörle Yaşam Tarihine Ek...
Bu yaşanan milletvekili kaçırma eylemi yanlış hatırlamıyorsam, ‘’terörle yaşam tarihimizde’’ ilk kez gerçekleşen bir durum...
Evet ne yazık ki bir ‘’terörle yaşam’’ tarihimiz de var bizim..
Okurken yadırgadıysanız bu ifadeyi hiç kendinizi boşa yormayın.. Evet tabii ki var... !
Bu makus tarihi yazanlardan ve hala da bir şekilde yazıyor olanlardan, bir gün barışla yaşam tarihini yazacak olanlar gerekli hesabı şüphesiz soracaktır... o ayrı bir husus tabi.

Niyet okumacılar...
Ortada bir silahlı kaçırma kaçırılma eylemi varken..
Üstelik bu eylemin, öldürmekten imtina etmediğini bildiğimiz bir örgüt tarafından yapılmış olduğu söylenmişken, bir hayati tehlike öyle yada böyle söz konusu iken ve ölüm ihtimal dahilinde iken....
Bazı taze siyasilerin, Hüseyin Aygün’ün de sanırım bir Kürt olması, hatta bu yetmezmiş gibi bir de Alevi oması nedeniyle oluşmuş bir ‘’ön yargıdan’’ da beslenerek yapıldığını düşündüğüm, adeta nefes dahi almadan, olayın sonucu dahi beklenmeden, toplumsal ve siyasi bir hastalık haline gelen ‘’niyet okumacı’’ tarzda yazılıp çizilen komplocu yaklaşımlar....
Utanmadan sıkılmadan Hüseyin Aygün’ü ‘’danışıklı dövüşçü’’ ve neredeyse terör örgütü mensubu ilan edececek tarzda izansız yaklaşımlar....
Ne mi denir bu yaklaşımlara ?
Tabii ki öncelikle akılsız, bilgisiz, vicdansız ve insafsız haleti ruhiyeye sahip denir...
Biz kendi aramızda bunlara komplocu yeni yetme siyasiler de diyebiliriz.
Allah göstermesin, kaçırılan AK Parti ya da MHP den bir milletvekili olsaydı, onada mi utanmadan ‘’danışıklı’’ diyecek ve "örgüt üyesi yada sempatizanı" muamelesi yapacaksınız ? Buna cesaret edebilir misiniz ki meclisimin siyaseten ‘’taze’’ politikacıları ?
Tabii ki edemezsiniz !..
Hüseyin Aygün'e ‘’danışıklı’’ diyerek ‘’örgüt sempatizanı’’ hatta yer yer ‘’terör örgütü üyesi’’ damgasini zerre çekinmeden vuran vicdanlar, Allah Korusun Hüseyin Aygün ölü bulunsaydi ne yapacaklardı ?
Daha ilk günden yaptıkları bu açıklamalardan dolayı hiç mi vicdani rahatsızlık duymaz bu siyaseten ‘’taze’’ politikacılar?
Ah be ülkem..
Zaten olup biteni doğru gören, doğru duyan, doğru anlayan, doğru yorumlayan, doğru karar verenlerimiz çoğunlukta olaydi şimdiye bu kadar YANLIŞ olur muydu ?!

Dağdan Ovaya Feryad ...
Hüseyin Aygün’ün kaçırıldığından serbest kalmasına değin geçen sürede öyle bir siyasi rant sağlama yarışına girişildi ki bir anda, ne Aygün’ün serbest kalışının insani sevinci yaşanabildi doğru dürüst, ne de serbest kaldığında yaptığı açıklamalar arasında yer alan, dağdan ovaya iletilmiş mesajlar anlaşılabildi..
Tam tersine belki de özellikle bazı çevrelerce, ki biz bunlara ‘’baronlar’’ da diyebiliriz, adeta perdelendi bu feryadlar....
Öyle önemli mesajlar vardı ve getirmişti ki HüseyinAygün...
Dağdaki... ‘’Abi kurtar bizi’’ demişti
Dağdaki... ‘’Bu anlamsız savaş bitsin’’ demişti
Dağdaki... ‘’Barış sağlansın çatışmalar bitsin’’ demişti
Bunları söyleyenler, ‘’yaşamak için öldürmek’’ mottosu ile dağda hayatlarını devam ettirmek zorunda olanlardı ...
Bu mesajları ovadakilere gönderenler bir şekilde normalde ‘’öldürmeye programlanmış’’ gençlerdi.... Evet evet ‘’terörist’’ dediğimiz gençlerdendi bu mesajlar...
Bu mesajları birer ‘’feryad’’ olarak duyabilsek ve bu feryadlara doğru yerden durup bakabilsek, barış adına iyi bir yol kat etmiş olmazmıyız...
Bırakın bugüne kadar olan biteni bir kenara, peki bundan sonrası için o feryadları tek başlarına, o hani adeta köşe bucak aradığımız ‘’barış’’ için tarihi bir fırsata dönüştüremez miyiz ?...
Gözlerimiz kör kulaklarımız sağır mı ? Bizler yine dağdan gelen feryadı ve imdadı duyamayacak mıyız ?!

Ne kaybederiz ?...
Biraz değişse şu ön yargilar, bir sürü karmaşık ve iç içe sebep nedeniyle, ki bu nedenler geçen son yüzyılda belgeli ve ama kısmen saklıdır... O evini terkedip dağa çıkmış o insanlara ve netice itibariyle vatandaşlarımıza, biraz empati ile yaklaşılsa ne kaybederiz ?..
Dünleri, bugünleri, hayalleri, aşkları, gözlerinin nurları çalınıp, bir şekilde dağa götürülen Kürt gençlerinin eve dönebilmeleri ve onların da kendi yurtlarında, analarının yanında yeniden yaşayabilmeleri için bir şeyler yapılsa, ne kaybederiz ?...
Hiç kimsenin, bir çok manada evinde rahatı ve huzuru yerindeyken, durup dururken ve kolayca, o iyi yaşamını bırakıp asla dağa çıkmayacağını anlamak için azıcık empati yapılsa, ne kaybederiz ?...
Dağdakilerin de ve bu vatanin evladi gençler olduğunu anlayıp, dağdan gelen ve belki de hala algılayamadığımız o feryatlardan anlamamız gerektiği üzere...
Dönmek isteyen Kürt Gençlerini topluma kazandirmak icin artık bir takım ciddi ve kalıcı düzenlemeler yapılsa, ne kaybederiz ?...
Haa.. Bir de bu soruları, ‘’Ne Kazanırız’’ diye sorup cevaplayabilirsek hiç fena olmaz tabi ....
Umarım ‘’kazanç’’ noktasında çoğumuz o müthiş bolluk ve bereketi görebilmişizdir...

Ovadan Ovaya Feryad...
Şemdinli de araziye vur kaç değil de, mevzi ve alan savunması yaptırılarak adeta ölüm için gönderilen çaresiz Kürt gençleri de artık görmüşlerdir ki, kendileri Kürtlerle ve onların hak hukuk arayışlarıyla hiç de alakası olmayan malum örgüt tarafından canları pahasına kullanılmaktadırlar.
Hüseyin Aygün üzerinden gelen mesajlardan benim anladığım, dağdaki Kürt gençler örgüt kıskacından kurtulmak için kendilerine acil bir yol aramaktadır, gelin bu gençlere bir yol bulalım YOL !
Yine mi körler sağırlar biribirlerini ağırlayacak ve feryadı duyanımız olmayacak ? Yol arayana feryad edene yol bulsak çare bulsak ya ey canım ülkemin körleri ve sağırları !..
Eh tabi ya, ovadakinin sebebi geçmiş son yüz yılda saklı bir takım nedenler ve buna paralel ikna metodlariyla dağa götürülenleri anlamasi zordur.
Çünkü ovada ben dahil ahkam kesenlerin, dağda "yaşamak için öldür" kuralının varlığından haberleri pek yoktur...
Hem bir yandan savaş bitsin diyeceksin hem birileri sana tamam biz de bıktık hadi barışalım diyecek, hem de sen bu ifadeleri dışlayacak ve kalkıp aptalca niyet sorgulayacaksın...
Barış demek ve istemek sadece ovadakilere mi tescillendi Ya Hu ! ?

Ovadan Dağa Feryad...
Farkındayım...
Bir şekilde artık dağa gitmiş yada götürülmüş isen hayatta kalman ne kadar çok öldürdüğüne bağlıdır. Bıkarsın ve dönmek istersin ama dönemezsin... zordur
Sen öldürmüş ve doğal olarak da dönmek istedigin topraklar için azılı bir düşmansındır. O öldüresiye kısır döngüden bir kurtuluş yolunu ararsin ama bulamazsın... zordur
Bir yol bulup feryad edersin avazin ciktiginca, ancak seni duyan olmaz, duysa da ciddiye alan hiç olmaz...
Duyulmak istersin ama duyulmazsın... zordur
Bir yol bulup feryad edip... "bizi burdan kurtarın" demişsindir ama duyan bile duymazliktan gelmiştir seni... zordur
Bir yol bulup feryad edip...  "bu anlamsiz savaş bitsin" demiş umutlarini bir feryada yuklemissindir ama seni duyan yoktur... zordur
Senin sesin feryad olsa da duyulmaz çünkü sen artık dagdaki teröristsindir... henüz kardeşine tek kurşun sıkmamış olsan bile sen teröristsindir... zordur
Duyulmaz feryadin çünkü birilerinin siyaseti ve rantı icin, senin hep terorist kalman gereklidir... Bu aci gercekle bir kez daha yüzlesirsin... zordur
Feryadını duyuramadığın için başka çaren de pek yoktur... zordur
Dağlarina döner ve kardeşinin kurşunuyla ölene dek, dağların kuralı gereği, yaşamak için kardeşini öldürmeye devam edersin.... zordur
Ovadaki bilmez dağda içilen bir tas çorbanin ana ocağindaki bir tas zehir kadar bile lezzetli olmadığını... zordur
Ovadaki bilmez ve bol keseden atıp tutar, ahkam keser "madem oyle gitmeseydin" der durur yüzüne, tükürükle karışık dille ve çemkirerek her firsatta... anlatamazsın nedenini... zordur
Ovadaki zaten bilebilseydi senin neden nasıl dağa gittiğini, sen ey bu vatanin evladi vatandaşı ve ama "teroristi" genç, sen zaten bugün o dağlarda ana hasreti çekiyor olmazdın ki...
Ana hasreti çekmek... zordur
Vazgeçme sakın bu feryattan ey terörist ....
Belki de barış o feryatta saklı....
Faryat etmek de pek ZORDUR... biliyorum..
Ve Farkındayım ....
Birileri bu ifadelerimden hiç birşey anlamayacak, anlamak istemeyecek ve yine kan kokan ırkçılıklarına devam edip ağzına geleni her türlü iftira ve hakaratle...bol keseden savurup sallayacak...
Birileri de belki bahsettiklerimi dikkate alıp, barış adına yeni yeni yollar bulmayı deneyecek ve feryadı duyacak...

Welhasıl Kelam...
Terör örgütü’nün "gücü" silahları değil, ülkeyi bu güne kadar yönetenlerin, dönemsel yanlış politikalarından iştahla beslenen ve ne yazıktır ki, süreklilik arz eden "dağa gidiş" döngüsüdür.
Terörle mücadeleyi "dağa gidişi" engelleyebilecek politikaları üretebildiğimiz gün, kazanma ihtimali söz konusu olabilecektir. Aksi ise apaçık havanda su dövmektir.
Dağdaki teroristleri ve bir şekilde ve her şeye rağmen bu ülkenin vatandaşları olan o gençleri, ki o gençler bir anlamda terör örgütünün asıl ‘’gücünü’’ oluşturan, silah ve mühimmattan çok daha önemli, en dinamik ve en stratejik unsurlarıdır...
İşte o vatandaşlarımızı bir şekilde topluma kazandırmalıyız. Bugüne dek olanlar üzerinden hamasete ve düşmanlığa artık acilen son vermeliyiz..
Analar ağlamasın deyip dururken kastedilen analar o dağdaki evlatların da anaları değil miydi yoksa ?
Öç almanın yada öç alma duygusuyla karşılıklı öldürmenin kimseye yararı yoktur... Bu bir kısır döngüdür...
Ne yazık ki ön yargılı bazı zihniyetler tarafından duyulmayan ve iç politik siyasi çekişmeler nedeni ile de perdelenen, ama Dersim dağlarından yükselen o feryat BARIŞ için iyi bir FIRSAT olabilir...
Barış ise derdiniz... hadi DUYUN !....

17 Ağustos 2012
Twitter : @cngzkync

7 Ağustos 2012

Aklamacılar Göreve


Geçtiğimiz gün bir televizyon kanalının konuğu olan Erdoğan, ‘’muhteşem’’ sorular soran gazeteciler karşısında zaman zaman dikkat çekici ilginç ifadelerde bulundu. O programdan hareketle ve gündeme dair diğer bir kaç konu hakkında düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Ucube Cemevi...
Bunlardan biri, Karacaahmet’te kaçak inşaa edildiği ifade edilen bir cemevi ile ilgili olanı.
İster inanın ister inanmayın Erdoğan konuşmasında bu cemevi için, daha önce Kars’taki bir heykel için de kullandığı üzere yine ‘’ucube’’ tanımını kullandı.
İçinde Allah kelamının bir şekilde zikredildiği ve Alevilerin kendi usullerince ibadetlerini eda ettikleri onlara özgü dini mekanlar olan cemevleri ile ilgili konuşurken, ‘’ucube cemevi’’ tanımını kullanmak, beni oldukça şaşırttı ve bir o kadarda üzdü.
O yapı kaçak olabilir, mimarisini de zengin mimari bilgi ve birikiminizle beğenmeyebilirsiniz ancak orasının bir ibadethane oldugunu asla gözardı edemezsiniz.
Başbakan Erdoğan’ın bu ifadesi hatalı ve bir o kadar da kırıcı ve incitici idi.
Alevi Kategorizasyonu....
Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında dikkatimi çeken bir diğer husus da, gelen bir soru üzerine, kendisinin de Alevi olduğunu ifade eden bir kadın gazeteci ile Aleviler ve ‘’çeşitleri’’ üzerine yaptığı kısa konuşma oldu...
Erdoğan konuşmasında kadın gazeteciye, onlar şöyle Alevi diğerleri böyle Alevi babından konuşarak, onlar şunu şöyle yaparken işte bu aleviler şunu böyle yapıyorlar anlamında bir takım ifadelerde bulundu...
Alevi olduğunu ifade eden kadın gazeteci bu ifadelere nasıl taraf olabildi ve bu kategorizasyona eyvallah etti... ben anlayabilmiş değilim..
Bir diğer anlamadığım nokta ise, ülkemde hala başka insanların inançlarının, birileri tarafından kendi bildikleri ve inandıkları doğrultuda kategorize edilebilme cesareti...
Ha bir de bununla yetinmeyip neredeyse facebook uygulamalarına benzer bir şekilde, ‘’like’’ yada ‘’unlike’’ yaparak bu tercihlerini halk önünde deklare edebilmeleri.
Pardon ‘’inançlara saygı’’ mı dediniz ? Yok o öyle değil...
O dediğiniz ifade  ‘’benim inancım gibi olana saygı’’ şeklinde update edildi epeydir...
Bilmem farkında mısınız ?

Onlardan da Ölü Var...
Erdoğan konuşmasının bir bölümünde Hakkari ve Şemdinli deki kayıplarla ilgili gelen soru üzerine de ‘’bizim .... sayıda şehidimiz var ama onlardan da çok sayıda ölü var’’ ifadesinde bulundu.
‘’Onlar’’ deme noktasında, hadi onlar kendilerince sebep ve gerekçeleri ne olursa olsun devletimiz nezdinde zaten teröristler ve size göre belki bu kimlik üzerinden başkalaştırılabilir yada ötekileştirilebilirdi diyelim.
Hadi bu ‘’ayrıştırıcı dili’’ benim uydurduğum destekleyici mazeretlerle bir an kabul ettik diyelim.
Peki ya bu ölü sayısı yarıştırma uslubu ve rahatsız edici rekabetçi ifade şekli ne olacak ?
Bu yakışıklı bir ifade biçimi midir ?
Askerimin anası vardır ağlar ...
Eskidiğini bittiğini sanıp öyle düşündüğümüz o kötü devlet sistematiğinin, neredeyse yüz yıllık hatalı politika ve uygulamalarının, bir nevi neticesi olarak ortaya çıkmış olan, kimi kandırılmış, kimi özendirilmiş, kimi kaçırılmış o gençlerin de öldüklerinde ocaklarında ağlayacak birer anaları yok mudur ?
Elbette onların da anaları var ve ağlar .....
Hatta kimi analar vardır ki hem dağdaki evladına hem de askerdeki gencecik evladına ağlar....
Hep demiyor musunuz ‘’analar ağlamasın’’... ?
Yoksa bu söz sadece askerimin analarını mı kapsıyordu ?
Hem hiç, ölüde ölümde yarış olur mu ?
Rabbim ağlatmasın...
Kürtlerin istekleri...
Kadın gazeteci sorar.... Ne istiyor bu Kürtler ?...
Pervasızca... gayet şımarık ve bir o kadar da kibirli bir ifade ile sorar bu sorusunu....
Sorunun muhatabı cevap verir....
Gülerek ve ne yazık ki hafiften küçümser bir vücut diliyle, bulunduğu makamın rakımı nedeniyle olsa gerek... bir miktar tepeden bakarak...
Bugüne değin Kürtlere haklarını kısmen iade etmiş olmanın bilinciyle değil de...
Sanki o halka zaten hakkı olan şeyleri adeta bağışlayagelmiş bir ifade ile...
İnciterek ve acıtarak...
Şöyle der....
‘’istekleri hiç bitmiyor ki’’
O da haklıdır... belki bitmiyordur.....öyle çoktur ki belki
Ama bilinmelidir ki.... Özgürlük ve insanlığın doğal bildiği o bir takım haklar var ya o haklar..
‘’Hiç Akıldan Çıkmıyor Ki’’....
Neyse benden bugünlük de bu kadar
Haydi bakalım Aklamacılar göreve....

07 Ağustos 2012
Twitter : @cngzkync

4 Ağustos 2012

Yarınki Yazım


Olimpiyat...
Türkiye halklarını almış bir ‘’olimpiyatlarda madalya dahi alamadık’’ şikayetidir gidiyor...
Ya hu kardeşim alamadıysan alamadın, hem zaten olimpiyatlarda verilen altın madalyaların %1,34 ü altın madeni içeriyormuş..... Gümüş ve bronz madalyayı hangi madenlerden yapmışlardır artık var sen düşün bi zahmet...
Eh bu çakma madalyaları alıp n’apacaksın ey zeki çevik ve akıllı sporcu kardeşim ? Bildiğin teneke işte.. boşver uğraşma..
Bu tenekeyi alabilmek için bu kadar tantanaya, yeni kreasyon kıyafetlere, kıyafet tanıtımlarına ve buna benzer bir dizi masrafa gerek var mı ?
Gerim gerim bir ülkenin vatandaşları olarak bir de bu konuda strese girmeye gerek var mı ?
Bu konuya benim ‘’Milli Ekonomik Bakışım’’ der ki ; Türkiye artık elin ülkesine gidip altın madalya almak için uğraşarak, başını gereksiz ağrıtıp, sonunda da böyle mahçubiyetler yaşayacağına, kendi madalyasını artık kendi üretmelidir.
Devlet madalya üretimini teşvik edici önlemleri acilen almalıdır.

Damacana...
Maşaallah ne güzel, artık medya sağlık konusunda pek duyarlı.
Medya artık göz yaşartacak derecede hassas, humanist, sağlıklı yaşam gurusu, anti-menfaatperest, ilkeli ...
Medya artık topluma çaktırmadan, birilerine fayda sağlamayacak kadar etik duruşlu ve ahlaklı...
Merak şu ;
Sağlık Bakanlığı ya da ilgili kurumlar tarafından, Türkiye’de artık ne zaman plastik kökenli damacana kullanımı yasaklanacak veya kısıtlanacak ?...
Bu yasaklama vesile ile cam damacanaya ne zaman yürü ya cam damacana denilecek ?..
Dilek şu ;
Bir an önce bu meraklar giderilsin ki, artık içtiğimiz suyu kana kana şüphesiz huzurla içebilelim... ne dersiniz ?

Davulcu....
Arkadaş enteresan bir ülkeyiz, sahura insanları uyandırmakla görevli bir davulcu kardeşimiz bile bu ülkede provokasyon yaratabilecek kabiliyette.
Farklı bir açıdan baktığımda, bir davulcunun bu derecedeki toplumsal etkisi ve gücü insanda hayranlık uyandırmıyor değil.. Vur tokmağı davula ve yüzlerce insanı galeyana getirebil... helal walla ne diyim..
Davulcularla ilgili olarak bir başka özenilesi ve bende hayranlık uyandıran durum da sahip oldukları eşsiz özgürlükleri.
Düşünsenize, gecenin bir yarısı hemen hemen herkesin uyuduğu bir saatte, kaygısızca tokmağını davula gümbür gümbür vurabiliyorsun... ve üstüne de para alıyorsun.
Davulcular aynı zamanda toplumun en stressiz bireyleri olmalılar, onca davula vurmak elbette bir deşarj vesilesi oluyordur kanaatindeyim.
Davulcular özgürlüğün tanımını yeniden yapıyorlar aslında... Şöyle ki ; ‘’Özgürlük :  tokmağını davuluna dilediğin zaman dilediğin kadar vurabilmektir.’’
Özgür ve özgürlükçü davulculara selam olsun...

Nota...
Davutoğlu’nun planlı ve programlı Erbil ziyareti ve bu esnada yaptığı ‘’kaçamak’’ Kerkük ziyareti ve buna paralel gerçekleşen İç Politik Kerkük Romantizmi sonrası, Irak Hükümetinden gelen Nota.
Barzani’nin ayağına gitmekle eleştirilen bir dış işleri yönetiminin, bu devlet ve hukuk tanımaz ‘’kaçamağı’’ adeta durumu dengelemek adına atılmış usta bir adımdı.
Yetmişbeş yıl sonra Kerkük’e giden ilk dış işleri bakanı olma ünvanı, umarım ülkemize ve şahsında dış işleri bakanımıza önemli değerler katar.
Bu tarihsel ‘’önemli’’ gerçekle yüzleşince aklıma hemen, ülkemin Tapu Kadastro Genel Müdürünün acaba kaç yıldır Kerkük’e gitmediği geldi.
Sadece o mu ? Tabii ki Tarım Bakanının, Spor Bakanının, ve hatta Kerkük dışarda bir mahal olsada, İç İşleri Bakanının da kaç yıldır Kerkük’e gitmedikleri sorusu aklıma geldi.
Bu ‘’...bilmem kaç yıl aradan sonra’’ tespitleri önemli bir ‘’şey’’ sevgili arkadaşlar..
Irak Devleti ve Maliki yönetimi bu ‘’kaçamağı’’ fırsat bilip hukuken haklı notasını verirken aklıma bir şey daha geldi.
İkidebir haklı diyorum ancak burada şunu belirtmekte fayda var, hükümetimiz ve Irak hükümeti arasında bu konuda bir iletişim hatası olma durumu da söz konusu. Ömer Çelik’in ‘’bildiklerini bilmiyorlar’’ şeklinde bir açıklaması da var.
Davutoğlu Irak ta misafir komşu ülke dış işleri bakanı hükmündeyken, bu notayı vermeyi işgüzarca uygun gören Irak Devleti ve Mal iki, acaba malum müttefikler demokrasi getirmek adına ülkelerine davetsiz geldiklerinde hangi notayı kendilerine vermişlerdi ?
Aldığımız bu notada hukuken Irak tarafı her ne kadar haklı olsa da, vicdanen müzik notaları arasında, bir anlamda yokluğu/sessizliği ifade eden ‘’s’’ hükmündedir.
Haa.. bu alınan notadan sonra herhangi bir bakanımız Kerkük’e artık bir daha kaç yıl sonra gider, bu da artık önemli bir soru oldu sanırım....
Ben soruyu sordum sayınız ve cevabı da bi zahmet siz veriniz...

MYK ve MKYK......
Ak Parti MYK ve MKYK ları pek bir şenlikli geçmeye başladı farkında mısınız ? Aslında bu noktada iki anekdot aktararak durumu özetleyebiliriz....
Birisinde tarafların biri diğerine ‘’siz galiba parti programımızı okumadınız’’ demiş ve ‘’benim okumama gerek yok ki zaten ben yazdım o programı’’ cevabı almış idi....
Diğerinde ise, Taraf Gazetesinin haberine göre, İşkence ve tecavüzden mahkûm polis şefi Sedat Selim Ay’ın terfi ettirilerek İstanbul Emniyet Müdür Yardımcılığı’na atanmasına AK Parti’li kadın üyeler şunları ifade etmişti.
Ayşe Böhürler          ;  “Atamayı doğru ve insani bulmuyorum”
Nursuna Memecan  ;  “Okuyunca tüylerim diken diken oluyor”
Mine Lökbeyaz         ; “İşkenceyi kabul etmiyoruz”
Bu tepkilere gelen cevaplar ne mi oldu ? Boşverin şimdi bunları ama bilin ki Ak Parti MKYK ve MYK da birileri ibadet kabul edilmesede şu anda susma orucu tutmakta.

Başkanların kardeşliği ?...
Siyasetçilerin kardeşlik söylemlerine hepimiz sıkça şahit oluruz. Bizim siyasetçilerimiz genelde bu kardeşlik söylemini ülkede birlik beraberlik mesajlarına ihtiyaç duyduklarında kullanırlar.
Bu arguman sıkça kullanıldığında bazen maalesef sıradanlaşsa da.. Son tahlilde yararlıdır, iyidir, bence hiç bir mahsuru yoktur.
Ülke halklarını, ülkedeki yaşam koşulları terör vs nedeniyle zaman zaman gerginleştiğinde, kardeşliğe davet etmek ve bunu vurgulayarak, bu duygu üzerinden toplumsal mesajlar vermek genel geçer bir yöntemdir.
Peki ya yukarıda saydığım gibi  durumlarda sıklıkla kardeşlik vurgusunu kullanan siyasetçilerin kendi aralarındaki ilişkiler için bu tanımı kullanmaları, ne kadar dogrudur ? Ne kadar gerçekçidir ? Ne kadar samimidir ?
Hemen düşüncemi ifade edeyim....  Siyasette kardeşlik plastikten mamuldür.
Üstelik asla unutulmamalıdır ki, siyaset adım adım ilerlenen bir yol olmakla birlikte, bu yolda var olan hemen her siyasetçinin en büyük ve nihai, hayal ve hedefinde mutlaka Başbakan yada Cumhurbaşkanı olabilmek vardır.
Kanaatim ; Erdoğan’ın Kurtulmuş’u partiye davet etmesi ile verilen mesaj, Gül’ün danışmanı Ahmet Sever’in verdiği söyleşi ile dengelenmiştir.
Yarış yok, onlar yarışmaz, o olmaz, şu olmaz, bu olmaz diyerek her iki yarışmacıya da ara gazı veren özellikle ’Tayyipçi AK-lamacılar’’a ve diğerlerine diyeceğim şu...
Cumhurbaşkanlığı sürecinde skor şu an Gül : 1 – Erdoğan : 1 şeklinde.
Maç devam ediyor...

04 Ağustos 2012
Twitter : @cngzkync