28 Ağustos 2015

Levent Tüzel Neyi Reddetti ?



HDP Milletvekili Levent Tüzel, kendisine tevdi edilen seçim hükümeti bakanlığı görevini reddetmek üzere yaptığı basın toplantısında şöyle diyordu;

 ‘’Hala HDP’yi düşmanca hedef gösterir halde olmaları, aslında bu hükümetin aynı çizgide iş yapacağını gösteriyor. Mevcut hükümetin de ana işlevi bu olacaktır. Bu hepimizden kaybettiriyor. Çok açık. Her bakımdan. Canımızdan, geleceğimizden, birliğimizden, ortak yaşamımızdan. EMEK Partisi’nin de esas kaygısı budur. Bölgede olanlar hayli kaygı verici. AKP hükümeti çok açık Kürt hareketine, barış, demokrasi isteyen güçlere, HDP’ye tuzak hazırlıyor. HDP’nin varlığını bile içine sindirmekten çok çok uzakta. Demokrasi kültürü kesinlikle yok. Yılların teamülü Kılıçdaroğlu’na işlemedi. İsimler sorulmadı. Başbakan anayasal yetkim dedi. Sıkıntılı bir süreçteyiz, bu süreci, bu gerginliği, bu savaş ortamını tırmandırarak seçimden prim elde edeceğini planlayan bir iktidar aklı var. Bu siyasi iktidar canlar pahasına vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Biz EMEK Partisi olarak, bileşeni olduğumuz HDP olarak hiçbir zaman onaylamadık.

Bundan sonra da bu süreç böyle olacak, böyle işleyecektir. Bu savaşı durdurmak hepimizin görevi. Barış Bloku’nun hepimizi içine alan, Türkiye halklarının geleceği için çaba sarf eden Blok’un çağrıları önemlidir.’’

Açıklamasının tamamını herhangi bir haber sitesinde okuyabilirsiniz...

Ben aktardığım kısmından hareketle Tüzel’in reddiyesine dair görüşlerimi sizlerle paylaşacağım...

Şimdi,

Hükümet madem aynı çizgide katliamlara, hukuksuzluklara devam edecek, iki aylık seçim hükümetinde yasal hakkın olan görevi alır devam etmemesi için mevcut siyasetine ilaveten sahip olabildiğin yetkilerle mücadeleye daha güçlü şekilde neden devam etmiyorsun ?.

HDP seçmeni size verebildiği güç ile mücadeleye devam etmeni söylemişken, bir şekilde ''bileşeni'' olduğun HDP'nin Eş Gen Bşk'nı Demirtaş da ''görev alacağız'' demişken, tevdi edilen görevi üstlenmemek mücadeleden caymaktır.

Tüzel'in aldığı kararın pratikte HDP'ye ve ülke siyasetine olumlu anlamda anlık hiçbir katkısı yoktur. 

Siyasi strateji açısından da hatalıdır.

Sayın Tüzel madem o anlattığı kirli projesini iyi bildiğini söylediği hükümette yer almayıp projesini engelleyebileceğini düşünüyor, o halde o hükümetin bulunduğu TBMM deki milletvekilliği görevinden de hemen istifa etsin, belki o bahsettiği gidişatı böylece daha iyi engellemiş olur.

Kanaatim odur ki, Tüzel'in kendisine tevdi edilen görevi reddetme kararı, hem 'gerekçe' diyerek anlattıkları hem de HDP'nin o sorunlarla mücadele anlayışı ile ters orantılıdır.

Tüzel'in kararı, Saray'ın Baykal, Bahçeli ve Türkeş hamlesi ile kısmen dağıtmayı başardığı %60'ın savrulmasına da katkı vermiştir. YANLIŞTIR !

Seçim ittifakı adı altında bir şekliyle de olsa pratikte bir HDP ''bileşeni'' olarak, HDP ile seçimlere girip, HDP vekili seçilip sonrasında mensubu olduğu parti EMEP adına karar alıp uygulamak en basitinden HDP'nin Yeni Yaşam fikri ile hemhal olamamışlıktır.

Sayın Tüzel dönüp mazbatasına defalarca, dikkatlice ve iyice baktığında görecektir ki, orada onun EMEP Milletvekili değil HDP Milletvekili olduğu yazmaktadır...

Tüzel'in bakanlık görevini red kararı, kabuğunu bir türlü kıramayan bir kısım ülke solunun, yıllardır Türkiye siyasetinde etkin olamamasının da en bariz nedensel örneği olmuştur.

Üstelik bu karar hem de Eş Genel Başkanları ''seçim hükümetinde görev alacağız'' demiş olmalarına rağmen alınmış, bir bakıma Eş Genel Başkanlar boşa düşürülmüştür.

Seçmen esasen Tüzel'e HDP Milletvekili adayı olduğu için oy vermiştir, seçmen HDP'nin parti programına ve ortaya koyduğu Yeni Yaşam idealine oy vermiştir.

Seçmenler EMEP'e ve parti programına oy vermemiştir !

Düşüncem odur ki, sayın Tüzel'in bu kararını eleştirmesi gerekenler esasen ve özellikle EMEP'li seçmen kardeşlerimiz olmalıdır....

Gazeteci arkadaşım Müjgan Halis’in Twitter’da Lenin hakkında paylaştığı bir mesajın da çok iyi bir zamanlamayla hatırlatması üzerine, şu ‘’küçük’’ belki de Tüzel ve Tüzel’in kararını olumlayanlar için önemli olacak tarihi bir hatırlatma ile yazımızı bitirelim....

Gerici Parlamento Seçimlerine Yaklaşımının Temel İlkeleri üzerine Lenin bakın neler demiş...

‘’Proletarya devrimcileri, gerici parlamentolar için yapılan seçimlere, proletaryanın devrimci amaçlarının propagandasını yapabilmek için, hiçbir temel sorunun parlamentolarda çözülemeyeceğini bizzat bu parlamentolar için yapılan seçimlerden ve parlamento kürsülerinden yararlanarak en geniş yığınlara açıklamak için katılırlar. “Radikal” geçinen küçük-burjuva darkafalılara bu her ne kadar muazzam bir paradoks gibi görünse de proletaryanın tarihsel deneyimi, böyle bir kullanmanın Çarlık idaresi altındaki Duma Seçimleri gibi en anti-demokratik seçim koşullarında ve Duma gibi gerçek bir parlamento bile olmayan bir temsili organda bile mümkün olduğunu kanıtlamıştır’’

Devamla notlarında şöyle diyor Lenin devrimcilere hitaben ;

‘’İşçilerin partisinin kitlelere karşı tutumu ise bunun tam tersidir. Bizim için önemli olan uzlaşmalar yoluyla Duma’da koltuk kapmak değil; aksine bu koltuklar, kitlelerin politik bilincini geliştirmeye, onları daha yüksek bir politik seviyeye yükseltmeye, örgütlemeye, dar kafalı bir mutluluk uğruna değil, “sükûnet” “düzen” ve “barışçı (burjuva) mutluluk” uğruna değil, fakat mücadele için, emeğin bütün sömürü ve baskılardan kurtularak tamamen özgürleştirilmesi mücadelesine yarayacağı için ve bunları gerçekleştirdiği ölçüde önemlidir. Sadece bu amaç için ve sadece bu amaca ulaşmakta yardımcı olduğu ölçüde. Duma’daki koltuklar ve bütün seçim kampanyası bizim için önemlidir.’’

Hadi Lenin’i boşverdik diyelim, HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen’in de dediği gibi diğer iki arkadaşınızın da savaş hükümeti hassasiyeti Tüzel’den daha geride değildir değil mi ?

Hoş Kalın

27 Ağustos 2015

Diren Kılıçdaroğlu



CHP’nin AKP ile bir koalisyon hükümeti oluşturma çalışmalarının tabir yerinde ise fiyasko ile sonuçlanmasının ardından, CHP’de iç dinamiklerin hareketlendiğini, açıktan olmasa da cep telefonlarının sessiz/titreşim moduna benzer şekilde kurultay hazırlıklarının başladığını söyleyebiliriz.

Kulisler ve parti içinden yansıyan bazı haber ve bilgilere göre Kılıçdaroğlu'nun karşısına kurultayda üç rakip çıkması bekleniyor.

Bu isimlerin, henüz herhangi birinin adaylığını beyan etmiş olmaması nedeniyle kesin olmamakla birlikte, Muharrem İnce, Metin Feyzioğlu ve Deniz Baykal olması bekleniyor.

İnce’nin şansı...

Bu isimlerden İnce, daha önce de Kılıçdaroğlu’na karşı rakip olmuş ancak bildiğiniz üzere kazanamamıştı, bazı milletvekilleri ile toplantılar yaptığı ve Kurultay isteğinde bulunacağı konuşuluyor ancak bana göre bu kurultayda da İnce’nin Kılıçdaroğlu’na karşı pek bir şansı yok. 

Feyzioğlu ve Baykal’a karşı Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alması bence hem CHP hem kendi siyasi kariyeri için daha hayırlı olacaktır.

Feyzioğlu’nun şansı...

Üç isimden bahsederken Feyzioğlu’nu da belirtmem elbette haber ve kulislerde adının geçmesi nedeniyle, bir süredir Anadolu’yu karış karış gezdiği ve genel başkanlık için delegelerden destek aradığı konuşuluyor ancak açıkça ifade etmek gerekirse ben onun da Kılıçdaroğlu’na karşı başarılı olabileceğini düşünmüyorum.

Bilemediklerim...

Baykal’ın Kılıçdaroğlu’na karşı muhtemel aday olarak adının geçmesi ise bence Kılıçdaroğlu tarafından dikkatlice üzerinde durulması gereken bir konu.

Baykal’ın siyaset tecrübesini ve adının kendisini bildik bileli CHP içi hizipleşmelerde geçtiğini ülke siyasetini takip eden çoğunuz zaten yakından bilirsiniz.

Şu sıralar Kılıçdaroğlu, keşke Baykal Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmek istediğinde bu görüşmeye hayır deseydim diye düşünüyor mudur bilemiyorum.

Ya da bir şekilde hem Erdoğan ile görüşmesine müsade ederek hem de Baykal’ı TBMM Başkanlığına CHP adayı olarak gösterdiklerinde, Baykal isminin yeniden parlatılmasına bizzat imkan verdiğinde Kılıçdaroğlu’nun aklından geçen neydi onu da bilemiyorum.

O görüşmenin netice almayacağını önceden biliyor idiyse, ilaveten Baykal’ın TBMM adayı gösterilse bile kazanamayacağı için ismen yıpranacağını mı hesap etmişti bunu da bilemiyorum.

Kılıçdaroğlu’nun toplumun son genel seçimde oluşturduğu %60’lık muhalefet bloğunun sadece Bahçeli eliyle değil Baykal tarafından da iki koldan dağıtılmasından rahatsız olup olmadığını da bilemiyorum.

Ne çok şey bilmiyormuşum...

Sarıgül’ün durumu...

Sarıgül’ün parti içindeki yükselişini ve kendisine genel başkanlıkta siyasi bir rakip olmasını engellemek için, onu İstanbul Belediye Başkanlığını kazanamayacağını düşünerek mi aday olmasına razı olmuştu, bunu da bilemiyorum

Bence Sarıgül ile ilgili Kılıçdaroğlu’nun bahsettiğim anlamda orta vadeli bir planı ve öngörüsü vardı ve bunda başarılı oldu. Sarıgül’ü en azından şimdilik ekarte etti diyebiliriz.

Baksanıza, Sarıgül’ün şu sıralar nerelerde ne yaptığı medyaya da pek yansımıyor ve neredeyse adı kamuoyunda iyice unutulmak üzere.

Baykal kolay lokma mı ?

Baykal’ın Kılıçdaroğlu için kolay bir rakip olduğunu ve yukarıda bahsettiğim o iki muhtemel ama sadece tahminimden ibaret olan senaryolarla bile, Baykal’ın CHP içi genel başkanlıkta Kılıçdaroğlu’na ciddi rakip olmaktan düştüğünü söylemek mümkün değil.

Baykal’ın uzunca bir süredir Antalya’nın güvenlikli ve lüks sayılan bazı restoranlarında CHP delegeleriyle düzenli toplantılar yaptığı, muhtemel bir erken seçimde milletvekili adaylığını kesinleştirmek için çalışmalarına devam ettiği söylenmekte.

Saray-Baykal Yakınlaşması

Benim kişisel gözlemlerimden çıkardığım sonuç, edindiğim izlenim, Saray’ın toplum tarafından pek bilinmeyen ve resmen açıklanmamış özel bir danışman kadrosunun olduğu ve bu sayıca az ama kendince etkin bürokratik ekibin, kamuoyunda tartışmalara yol açan Baykal-Erdoğan görüşmesinin de hazırlayıcısı olduğu yönünde.

Bana katılırsınız veya katılmazsınız ama ben bu ekibin hem HDP-Demirtaş saldırılarıyla HDP’yi siyaseten dizayn etme çabası içerisinde olduğunu, hem de CHP’de bir Baykal alternatifi oluşturarak Kılıçdaroğlu’nu saf dışı bırakma ve CHP’yi de siyaseten yeniden dizayn etme çabası içerisinde olduğunu düşünüyorum.

Hatta bu projelerini uzunca bir süredir yürüttüklerini, zaman zaman bu konuda yoğunlaştıklarını ancak gündeme paralel olarak da bazen ağırdan aldıklarını ama ısrarla devam ettirdiklerini gözlemliyorum...

Baykal’ın bu ekip ile olan samimi ve yakın ilişkileri olmasaydı, sizce umulmadık ve süpriz şekilde gerçekleşen o Baykal-Erdoğan görüşmesi, Erdoğan’ın meydanlarda Baykal hakkında çıkan bir kayıt nedeniyle ‘’o kasetler özel değil, genel genel’’ demiş olmasına rağmen gerçekleşebilir miydi ?
Baykal’ı bu görüşmeye razı eden sadece o ‘’ekiple’’ olan samimiyeti dostluğu arkadaşlığı vs olabilir miydi ?

Baykal’a bu görüşmede şahsen ve siyaseten kendisini memnun edecek ne vaadedilmiş olabilirdi ? Veya siyasi ikbal vaadi ihtimalleri bir yana, artık siyaset rotaları kesişmiş olabilir miydi ?

Düne kadar kolkola, bir dediklerini iki etmeden yağan yağmurda beraber yürüdükleri ‘’cemaat’’i bir numaralı ‘’düşman’’ ilan ederek Kırmızı Kitaba yazdıranların, dünde düşman ilan ettikleri ama sonradan ‘’kumpas’’ diyerek düşmanlıklarını geri çektikleri ‘’ergenekon’’ denilen yapı ile bugün hemhal olması, aynı rotaya girmiş olması mümkün olabilir miydi ?

Kim bu ekip ?...

Bazılarınızın, ya hu bu bahsettiğin ‘’örtülü ekip’’ kimlerden oluşuyor diye sorduğunuzu duyar gibiyim, elbette burada varlığından bahsettiğim ekip hakkında atıp tutuyor değilim, evet var öyle bir ‘’ekip’’ ama ekibin kimlerden oluştuğuna dair bilgi paylaşmanın şu an için önemli olduğu kanaatinde değilim.

Zira ne yapmak istediklerini bilmek, tahmin etmek, ne yapabileceklerini öngörmeye çalışmak bence onların şahsen kim olduklarını bilmekten çok daha önemli bir husus.

Baykal ve Erdoğan’ın duruşları ?

Hatırlarsınız değil mi ?

Baykal, Ergenekon soruşturmalarının avukatı, Erdoğan ise savcısı olduğunu haykırmışlardı bir zamanlar...

Bana kalırsa Baykal’ın Ergenekon avukatlığı duruşunda bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz, gelelim Erdoğan’ın duruşuna,

Orduya karşı ergenekon ve benzer davalarla ilgili yapılan ‘’kumpas’’ açıklamalrı, davalarının kapanması, tahliyelerin beraatlerin gerçekleşmesi, asker ile Erdoğan ilişkilerinin ‘’normalleşmesi’’, Harp Akademilerinde bir tür ‘’özür beyan etme’’ seansının gerçekleşmesi, komutanlara madalya törenleri.....

İnsan düşünmeden edemiyor, yoksa Baykal ve Erdoğan artık bu davaların sona ermesi ile birlikte aynı siyasi eksende ve aynı siyasi hatta mı buluştular da tüm bu ikili ‘’muhabbetler’’ bugünlerde vuku buldu ?

Hem baksanıza, eskiden beri askerin karşı durduğu Cemaat, artık Erdoğan ve AKP’nin de karşıt olduğu bir yapı...

Karşıtlıklar nasıl ortaklaştı ki sizce ?

Kim ne demişti ?

Baykal’ın şu sözlerine bakın ; ‘’Ben seçilseydim bir koalisyon kurulmuştu. Erdoğan koalisyondan yanaydı’’

Nasıl emin olabiliyor ki koalisyon kurlacağından henüz ne yetkilendirilmiş biri ve dolayısıyla görüşmeler de yokken ve henüz başlamamışken ?

Koalisyon adına görüşmedim diye açıklamış olmasına rağmen sonradan nasıl bu sözleri söyleyebiliyor ve koalisyon hakkında bu derece emin konuşabiliyor ?

Burada hemen aklıma Bahçeli’nin geçen gün söylediği şu sözler geliyor ;''Sayın Deniz Baykal olmasaydı, Erdoğan olmazdı, AKP olmazdı''

Aslında evet, bu noktada Bahçeli haksız sayılmaz, Erdoğan'ın Basbakanlık yolunu açan gerçekten de Baykal değil miydi ?

Baykal’ın 23 Temmuz’da koalisyon görüşmeleri devam ederken sarf ettiği şu sözleri de ilginçtir ; " Bütün koalisyon görüşmeleri bir tiyatrodan ibarettir"

Sormazlar mı adama ?

Sen Erdoğan’ın koalisyon yaptırtmama ve erken seçim kararı aldırma planından haberdar mısın da kendinden bu kadar emin konuşabiliyorsun ?

Ahmet Hakan’ın Baykal ile yaptığı röportajda yer alan şu sorusuna ve Baykal’ın cevabına bakın ; “Deniz Bey, Ahmet Davutoğlu kapınızı çalsa ve ‘Gel bizim kurduğumuz seçim hükümetinde bakan ol’ dese... Ne cevap verirsiniz?”

Baykal’ın cevabı şöyle ; "Bir teklif yapılır ise elbette bir cevap verilir. Ama henüz yapılmamış bir teklife cevap vererek siyaset yapmayı, kendi siyaset anlayışıma da, siyasi nezaket kurallarına da uygun görmüyorum."

İnsan düşünmeden edemiyor, başaramadı ama eğer Baykal AKP’nin ihtiyacı olan 18-20 milletvekilini Saray’a sunabilseydi acaba bugün ülke yönetiminde hangi pozisyonda olurdu...

Bu ‘’ekip’’ dediklerimin, ellerindeki tüm devlet imkanlarına rağmen öyle çekinilecek korkulacak bir yanları olmadığını, siyaseten ahım şahım bir başarı icra edemediklerini de belirteyim...

Beceriksiz başarısız olmalarına rağmen özellikle Saray’ın başkaca bir alternatifi olmadığından ve Gezi olayları ile başlayan ve 17-25 soruşturmaları ile iyice çaresiz kalan Saray ve AKP’yi bir anlamda teslim alan bu ekibin her gün yeni bir ‘’oyun’’ icrasıyla karşılaşacağımız aşikar elbette...

Saray ve AKP’nin siyaseten herhangi bir vizyonu kalmadığından, belki de zaten hiç var olmadığından bu ekibin önerileriyle kör topal da olsa yollarına devam etmeye çalışıp duracaklar.

Lakin,

Elinde tüm devlet imkanları bulunan ve istihbarattan, iletişime, medyaya geniş bir alandan direkt faydalanma ayrıcalığına da sahip olan bu ekibin siyaseti dizayn çalışmalarını hafife almanın da gereği yok...

Özetlemek gerekirse,

Eski Devlet(AKP)-Saray-Baykal ilişkisi bu kadar derunileşmişken, Kılıçdaroğlu’na DİREN demekte haksız mıyım ?

Hoş Kalın
@cngzkync

7 Ağustos 2015

GİRDAP

Önceki yazımda ‘’Cerablus Fırsatı’’ demiş ve bölgedeki son hareketlilik ve gelişmeler ışığında,
Türkiye’nin Cerablus üzerinden bir fırsat yaratabileceğini belirtmiştim.

O günden beri elim pek kaleme gitmedi,

Kendince birşeyleri dili döndüğünce değerlendirmek ve sizlerle paylaşmak zorlaşıyor.

İnanın böyle dönemlerde insanın içinden yazmak da gelmiyor açıkçası.

Yeniden ve göz göre göre,

Kör göze parmak misali ülke genelinde şiddet sarmalının aniden tırmanması,

Daha doğrusu şiddetin kendilerine bir ikbal sağlayacağını hesaplayanlar tarafından tırmandırılması,

80’leri, 90’ları ben gibi bizzat yaşamışları,

O aptallıkların bugünlerde tekrarını görenleri,

Yaşamamış olsa da bir şekilde ülkenin yakın geçmişinden haberdar olanları,

Netice itibariyle insafını vicdanını yitirmemiş Türkiye halklarını derinden yaraladı.

Suruç’ta otuziki gencecik evladımızın, kardeşimizin halen faili meçhul alçak bir saldırı sonucu katledilmesi,

Devamında yine halen failleri meçhul asker ve polis kardeşlerimizin Diyarbakır ve Adıyaman’da katledilmesi,

Bu kirli ve bilindik oyunu tezgahlayan vampirler haricinde herkesi derinden sarstı.

Bırakın Cerablus’u Türkiye devlet aklının bir fırsat olarak görebilmesini,

Tersine bir türlü ‘’tedavi’’ edilemeyen Türkiye devlet aklının Kürdofobiye teslim olmuş kısmı,
AKP’de yeniden vücut bulmuş haliyle ülkedeki gidişatı daha da zor bir evreye taşıdı.

‘’Kısmı’’ diyorum çünkü ben devlet aklının tamamının AKP siyaseti ile eşgüdümlü olduğu kanaatinde de değilim.

Hiç kimse barışa beş kala,

Her ne kadar Çözüm Sürecinde gelinen mutabakat AKP hükümeti tarafından gözümüzün içine bakılarak yeni bir yalanla reddedilse de,

Tam da kamuoyu tarafından bilinen mutabakat maddeleri çerçevesinde müzakere sürecinin başlaması söz konusuyken,

Birdenbire operasyonların başlamasını topluma terörle mücadele veya askeri operasyon diye anlatmaya kalkmamalı,

Kalksalar bile, ki başta havuz medyası denilen mecra ve AKP mahallesinin bu çaba içerisinde olduğunu görüyoruz,

Bunları onların istediği siyasi sonucu getirmeyecek  nafile çabalar olarak görüyorum...
Sokaktan çevirip soracağınız apolitik bir Türkiye vatandaşı bile olan bitenlerin Askeri değil SİYASİ olduğunun farkında...

Toplumun bu farkındalığının yansımasını da,

Her ne zaman yapılacaksa önümüzdeki ilk seçimde yani sandıkta hep birlikte göreceğiz.

Zaten son günlerde kamuoyuna yansıyan bazı anketler de, toplumun tercihlerinin son yapılan genel seçime göre pek değişmediğini gösteriyor...

Bu noktada,

Türkiye halklarını aptal yerine koyanlar asıl aptallardır dersek,

Sanırım hiç de yanlış bir söz sarf etmiş olmayız...

Saray’ın AKP hükümetine rağmen reddettiği,

AKP hükümetinin ise başta Arınç ile sahiplendiği ancak sonradan vazgeçtiği Dolmabahçe Mutabakatına gelince...

Kanaatim odur ki, bu reddiye sonunda hem Saray hem de geçici AKP hükümetinin ayaklarına dolanacaktır.

Toplumun büyük kesiminin, Akdoğan, Arınç ve benzerlerinin Dolmabahçe Mutabakatı konusunda düştükleri çelişkili durumu gördüğü,

Ve bu konuda HDP kanadından yapılan açıklamaların,

AKP açıklamalarından çok daha fazla itibar gördüğü ve kamuoyu tarafından inandırıcı bulunduğu gayet açık.

Kirli oyunu kuran ve topluma dayatanların bugün itibariyle ülkeyi getirdikleri durumu 80’li, 90’lı yıllara benzetirken,

Acaba bu kirli iktidar oyunu tam da bitti bitiyor derken hala mı bir yerlerde devam ettiriliyordu...
Ve aslında bu oyunun kirli metodları hiç mi terkedilmemişti diye de sormaktan da geri duramıyor insan...

Öyle ya birçoğumuz artık Türkiye’de bunlar yeniden yaşanmaz demiyor muyduk...

Baksanıza, yeniden....

Yüzlerce sorti ile ifade edilen artık klasikleşmiş ve sonuç vermediği bilinen,

Klasik denilebilecek Kandil’e hava bombardımanları,

Araç yakmalar, yol kesmeler..

Orada burada patlayan bombalar, şüpheli paketler...

Köy boşlatmalar,

Ormanların yakılması,

Nedenleri ayrıca tartışılabilir ancak aniden ve topyekün ‘’savaş konseptine’’ geçen medya
OHAL’in öncü adımları olan ‘’güvenli bölge’’ uygulamaları,

Gün aşırı gelen asker, polis ve PKK’li cenazeleri,

İyi olmuyor... hiç iyi olmuyor...iyi değiliz...

Birilerinin iktidar savaşlarına toplumu kurban etmesine razı olamayız...

Kirli iktidar oyunlarına evlatlarımızı kurban edemeyiz, etmemeliyiz...

Şiddet sarmalının iktidar oyunlarında avantaj sağlayacağını düşünenlere dur demeliyiz...

Sürdürülebilir ve kontrol edilebilir bir şiddet ortamı oluşturmak iyi, insani ve adil bir metod değildir...

Bilerek veya bilmeyerek koskoca bir ülkeyi paramparça etmekle karşı karşıya kalabilirsiniz...

Evet şunu görebiliyoruz,

Devlet aklının Kürdofobik etki altındaki, iktidar ile bütünleşmiş etkin kısmı,

Türkiye’de Kürt Siyasal Hareketinin yükselen bir grafik göstermesinden,

TBMM’de önemli sayıda milletvekili sayısına sahip olmasından,

KSH’nin ilerlemesini önlemek adına önlerine konulmuş seçim barajını paramparça etmesinden,

Yetmezmiş gibi, bir de devlet hazinesinden yasal maddi yardım alacak olmasından,

Son derece rahatsız....

Diğer yandan apaçık devletleşen,

Hem de eski ve köhne olan modeldeki gibi devletleşen AKP’nin de bu rahatsızlığı bir tür fırsat bilip,
Kürdofobik etki altındaki ve şu an etkin devlet parçacığı ile bütünleşerek iç siyasi hesaplarına alet etmekte.

Yapmayın... Etmeyin...

Ülke halklarının birlikte ortak vatan toprağında yaşam adına

Kürt-Türk ittifakından başka daha iyi bir

Gelişme, Büyüme, İlerleme, Refaha erişme, Özgürleşme, Demokratikleşme modeli yokken,
Eski Devlet aklına dönüş,

Ayrılıkçı fikirden vazgeçip birlikte yaşama evet diyen Kürt temelli yapıları yeniden ayrılıkçı ve bağımsızlıkçı fikriyata zorlayabilir...

Bahsettiğim kısmı ile devlet bu akılla devam eder ve bu zihniyet ülke yönetimine hakim olarak bu dayatmaya devam ederse,

Bir süre sonra Türkiyeli halklar arasında köklü duygusal kopuşlar yaşanmasına kim şaşırabilir ki...
Toplum geneli çoktan bu manada demokratik dönüşümünü tamamlamış ve birlikte yaşam idealini benimsemişken,

Ve bunu,

AKP’lisinden, HDP’lisine, CHP’lisine, MHP’lisine, PKK yönetimine ve önderi Öcalan’a kadar hemen tüm kesimler açıkça beyan etmişken,

Türkiye halklarının bu köhne zihniyete,

Bu ilkel ve faşizan devlet aklına kurban edilmesine mani olunmalıdır.

Bizler Malzagirt'te, Çaldıran'da, Kurtuluş Savaşında, Kore'de, Kıbrıs'ta ve birçok yerde ortak vatanı omuz omuza ittifakla korumamışmıydık...

Cenazelere bile işkence etmeyi,

Cenazeler üzerinden bir halktan intikam almayı kendine yakıştıran devlet aklı ve o akılla hemhal olmuş bir hükümet,

Bu topluma daha neler yapabilir, yaşatabilir kestirebiliyor musunuz ?

Düşünsenize, Türkiye'nin ''eşit'' vatandaşları Kürtler, 13 gün sonra ölülerinin bir kısmını teslim alabildikleri için sevinmek durumunda kalıyorlar....

Soma Faciası sonrasındada 3 gün gömlek değiştirmediğinde sorumluluk sahibi fedakar bir bakan olduğunu sanan kişilerin,

Kendilerine oy vermemiş kesimleri oy anlamında ‘’kazanmak’’ adına 3 gün elektriksiz bırakma yönündeki ifadesi ne kadar rahat ve utanıp sıkılmadan sarf edilebiliyor farkında mıyız ?

6 milyonu aşkın HDP seçmenine fütursuzca ‘’şerefsiz’’ diyebilen siyasetçilerin bile birileri tarafından savunulabildiği bir ülkede gidilmekte olan yeri tam kestirebileniniz var mı ?

Geçici AKP Hükümetinin ne yazıktır ki TSK'yı da araçsallaştırarak IŞİD'e karşı başlattığı sözde '’mücadele'’ nin Kandil dağlarının bombalanmasıyla nasıl bir alakası olabilir ?

Terörle mücadele adında yürütülen askeri operasyonların özde seçim endeksli birer ‘'iç siyasi operasyon’' olmadığına söylemek ve buna inanmak mümkün mü ?

Tüm bu olumsuzlukların kapımıza dayadığı tehlikenin farkında mıyız ?

İktidardan düşmüş ancak planlı oyalamalarla 2 aydır ülkeyi yönetmeye devam eden geçici bir hükümet tarafından icra edilen bu son siyasi operasyonlar,

Toplumun ısrarlı bir barış talebi ile son verdirilmeyip, kalıcı bir devlet politikasına dönüşerek devam ederse,

Ortak vatan topraklarımızda telafisi çok güç ve her zamankinden ciddi bir halklar arası duygusal kopuşun yaşanmayacağını kim garanti edebilir ?

Kürtlere yaşatılanlara bakın,

Ormanları yakıyorlar, köyleri boşaltıyorlar, cenazelere işkence ediyorlar, seçmene küfrediyorlar, siyasetçileri hedefe koyuyorlar...

Tüm bu ahlaksız ve tehlikeli kirli oyunlarının peşinden anketler, araştırmalar yaptırıyorlar ama yine de istedikleri sonuçlara ulaşamıyorlar.

Kürtler, olanlara karşı toplumsal siyasi hafızalarını devreye koyuyor, ahlaksızların kirli kanlı oyunlarını bozuyor, direniyor, sabrediyorlar...

Bu durum ne kadar sürdürülebilir veya ne kadar sabredilebilir bir durumdur ben kestiremiyorum...

Tehlikeli ve sonuçları kestirilemez bir girdaba sürüklenmekte olan bir ülkede,

Herşeye rağmen barış demekten ve barış diyenlere savaş dayatanlara karşı demokratik tüm haklarımızı kullanarak direnmekten başka ne yapabiliriz...

Sandık mı ?

Evet sandıkta yapmamız gerekenler var...

Yine... yeniden...

Bu sefer tereddüt etmeden barış diyenleri daha güçlü şekilde desteklemeliyiz...
Veya kapılın girdaba boğulun gitsin...

Hoş Kalın
@cngzkync