Dördüncü
Kürt-Türk ittifakına evrilmesi mümkün bir tarihi fırsat dönemini
Türkiye ve diğer bölge halkları olarak hep birlikte yaşıyoruz.
Türkler
ve Kürtler bu ittifakı bir kez daha başarabilirler mi henüz durum çok
netlik kazanmış olmasa da, bölgedeki ve özellikle Türkiye’deki
gelişmeler bu olasılığı gün geçtikçe kuvvetlendiriyor ve açıkçası benim
zaviyemden bakınca Türkiye halklarına ve bölge halklarına büyük umut
veriyor.
Mevcut döneme dair görüşlerimi paylaşmadan önce gelin hep birlikte daha önceki üç kritik Kürt-Türk ittifakına bir göz atalım, bilenlerimiz için hatırlama, bilmeyenlerimiz için bilgilendirme olsun.
Malazgirt...
Bir anlamda Türklerin Anadolu’ya kalıcı olarak girişini sağlayan, daha sonra yani 1299 yılında kurulacak olan bağımsız Osmanlı Devleti’nin de temellerinin atılması anlamına gelen 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharabesi tarihte bilinen belki de ilk Kürt-Türk ittifakı olarak tanımlanabilir.
Bu savaş normalde Selçuklu ile Bizans
orduları arasındadır, sayıca daha kalabalık ve Selçuklu ordusunun
yaklaşık iki katı olduğu tarih kaynaklarında yer alan Bizans ordusuna
karşı, Alparslan o tarihlerde Diyarbakır bölgesinde yerleşik Kürt Mervani Devleti’nden (983-1085) inanç kardeşliği eksenli olarak bu savaşa katılmalarını talep eder.
Zira kaynaklara göre bu tarihten 400 sene önce Kürtler ve 250 sene
kadar önce de Türkler İslam’ı kabul etmişlerdir, nihayetinde
Alparslan’ın talebine olumlu yanıt veren Kürtler onbinlerce asker ile
Malazgirt’de gerçekleşen bu savaşa katılır ve savaş sonrasında Selçuklu
ordusu büyük bir zafer kazanarak 1071 de Bizans ordusunu mağlub eder.
Kürt Mervani Devleti bu ittifaktan 14 yıl sonra Selçuklu hükümdarı Melik Şah tarafından yıkılmıştır.
Çaldıran...
Osmanlı Devletinde Yavuz Selim’in hükümdar olduğu yıllarda, doğuda Safevi Devleti Şah İsmail’in hükümdarlığında yayılmacı politikaları ile dikkat çekmeye başlar. Osmanlı Devleti Sunni mezhebe dayalı bir politika izlerken, doğuda Safevi Devleti ise Şii bir politika izlemektedir.
Anadolu
da yaşayan Türkmenlerin Şah ismail’in Şii eksenli politikalarına cevaz
verip Şah ismail’in yanında yer almaları e Yavuz Selim’i iyice rahatsız
etmeye başlayınca, Yavuz Selim buna karşı durmak ister.
Bunu
tek başına yapamayacağını iyi bilmektedir ve doğuda yer alan Kürt
Beylikleri ile sıcak ilişkiler kurmak ister ve bunu başarır. Şah
İsmail’de Venedik’le iyi ilişkiler kurarak Osmanlıya karşı ortak cephe
oluşturmaya çalışmaktadır ve diğer yandan da Osmanlıyı içten çökertmek
için Yavuz Selim’in kardeşi Şehinşah’ı kendi yanına çekmeye çalışır.
Bu arada Yavuz Selim’in babası II. Beyazıt döneminde Kürdistan bölgesinde çok iyi tanınan ve iyi bir Kürt âlimi olan İdris-i Bitlisi
Mekke’de yaşamaktadır. Yavuz Selim, İdris-i Bitlisi’yi İstanbul’a davet
eder ve Doğu ve Arabistan ile ilgili danışmanı yapar. Bir süre sonra
da kendisine Kazaskerlik unvanı verir.
Safevi
Devletinin ordusu hızlı ve hafif manevra jkabiliyeti yüksek süvari
birliklerinden oluşmaktadır ve Yavuz Selim’in Şah İsmail’e karşı tek
şansı bölgeyi tanıyan ve dağlık alanda manevra kabiliyeti kendi ordusuna oranla çok daha yüksek olan Kürtleri yanına çekmektir.
İdris-i Bitlisi’nin önemli desteği ile Yavuz Selim, doğudaki Sunni Kürt Beyleri ile bir ittifak ve dayanışma kurarak 1514 yılında Çaldıran’da Şah İsmail’in ordularına karşı savaşa girer. Kürtler onbinlerce kişilik bir ordu ile (kaynaklarda 70.000 olarak yer almaktadır) Osmanlı ordusuna katılırlar ve Çaldıran da yapılan savaşta Şah İsmail yenilgiye uğratılır.
Savaşın kazanılmasının ardından Yavuz Selim, Kürt Beylerini Amasya’ya davet eder. Amasya’daki davete katılan 25 Kürt Beyi ile tarihe Amasya Antlaşması olarak geçen bir tür yerinden yönetim (yurtluk-ocaklık) antlaşması yapar. Bu antlaşma sonrası Kürtler, II. Mahmut’un dayanılmaz baskı politikaları sonucunda başlattıkları isyanlara kadar geçen süre boyunca, yani yaklaşık 300 yıl bu antlaşmaya uygun olarak huzurla yaşamışlardır.
Çanakkale...
Fransız
devriminin de etkisiyle dünya genelinde özellikle Avrupa da etkili
olmaya başlayan milliyetçi ve ulusçu devlet anlayışı 20. Yüzyılın hemen
öncesi ve sonrasında Osmanlı Devletini de doğrudan etkilemeye
başlamıştır.
Osmanlıya
bağlı farklı milletler, İngiltere gibi sömürgeci devletlerin ortadoğuda
da Arap milliyetçiliğini kışkırtıcı faaliyetlerinde başarılı olmaları
ile birleşince, bu milletler peşi sıra Osmanlı’dan ayrılarak kendi ulus
devletlerini kurma yoluna girmişlerdir.
Her
ne kadar Osmanlı içinde halkları bir arada tutmak için çeşitli
faaliyetlere girişenler olmuşsa da, bu yapılanmaların çoğu henüz
ayrılmamış durumdaki halkları da merkezi yönetime bir anlamda küstürmüş
ve onları da ayrılmak için fırsat gözler duruma getirmiştir.
Bu
aşamada Osmanlı dan ayrılmayı düşünmeyip hemen her cephede Osmanlı ile
birlikte işgal güçlerine karşı savaşlara giren halklardan biri tıpkı
Malazgirt ve Çaldıran daki gibi yine Kürtler olmuştur.
Özellikle
I.Dünya Savaşında Çanakkale savaşında kazanılan zaferde Kürtlerin de
önemli desteği olmuş ve bu savaş ortak tarihin yeni dönüm noktalardından
biri olmuştur.
Kurtuluş Savaşı doğudan başlatılmış ve bir kaç yer hariç çoğu bölgede Kürtler işgalci güçleri bozguna uğratmışlardır.
Bu kadar mı ?
Elbette değil...
Türkler
ve Kürtler yukarıda önemli bularak detaylara girmeksizin kısaca
aktarmaya çalıştığım ittifaklar dışında da bir çok yerde omuz omuza
savaşlar vermişlerdir, ortak zaferlere imza atmışlardır.
Tüm bu ittifaklar arasında geçen dönemlerde elbette bir çok farklı sebepten iki halk arasında sorunlar da yaşanmıştır.
Ancak
Anadolu’nun bu iki kadim halkı elbette sayıca az olsalar da diğer
halklarla birlikte, yakın ortak tarihimizden de hepimizin bildiği üzere
Sakarya’da da, Dumlupınar’da da, Kıbrıs Barış Harekatında da, Kore
Savaşında da ve bir çok başka yerde omuz omuza mücadele vermişlerdir.
İstanbul’un Fethi fikrini Fatih Sultan Mehmet’e verenin aslen bir Kürt olan Molla Gürani’nin (Ahmed bin İsmâil bin Osman Gürânî) verdiği de Osmanlı tarihi kaynaklarında yer almaktadır.
Yeni İttifak...
Tüm
bu tarih sayfalarından ortak tarihimize ait mümkün olduğunca kısa
notları aktardıktan ve hafıza ve bilgilerimizi kısmen tazeledikten sonra
bugüne dönecek olursak...
Şimdilerde, Türkiye’nin yaklaşık otuz yıl devam etmiş ve onbinlerce vatandaşının ölümüne yol açmış bir ‘’savaşın’’ sona erdirilmeye çalışıldığı ve bir yıla yaklaşan bir süredir de çatışma ve ölüm haberlerinin gelmediği bir ‘’çözüm sürecini’’ yaşamaktayız...
Gerek ‘’Arap Baharı’’
adı verilen bölgesel gelişmeler, gerek yenilenmekte olan güç dengeleri
ile birlikte değişen lokal ve global ittifaklar ve belki de en önemlisi
Türkiye halklarının artık ‘’yeter’’ demesi ile
birlikte bir anlamda halkların dayatması sonucu girilen bu çözüm
arayışlarında, Türkiye’nin sistemsel bir dönüşüm ve yenilenme sürecine
girdiği görülmektedir.
Halklardan
gelen bu talebe duyarlılık gösteren mevcut iktidarın, çatışmaları
sonlandırmak ve çözümlendirmek noktasında ortaya koyduğu iradeye, yakın
zamana kadar devlet ile çatışma yoluyla mücadele etme yolunu benimsemiş
örgüt kanadının da 21 Mart Newroz
açıklamalarıyla silahlara veda siyasete merhaba diyen bir söylemle
olumlu yaklaşması sonucu Türkiye’nin iki kadim halkı dördüncü ve yeni
tarihi bir ittifaka doğru yürümektedir.
Bu
yeni ittifak yürüyüşünün Erdoğan’ın son Diyarbakır buluşması ile
birlikte sadece Türkiye Kürtlerini değil, tüm bölge Kürtlerini de
kapsayan bir yürüyüş olduğu net bir şekilde görülmüştür.
İşte
tam bu noktada iktidarın, belki de Merhum Özal’lı yıllarda Rusya’nın
dağılmasından hemen sonra, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Toplantıları’nın
katkılarıyla gerçekleştirilmek istenen zemininde oluşturmaya çalıştığı,
daha çok Türk-İslam (Turan) sentezine dayalı büyüme modelinden, günün dayattığı koşullar ve oluşan yeni konjonktür nedeniyle Kürt-Türk İttifakına doğru evrildiği görülmektedir.
İktidarın
gerçekleştirmek istediği bu yeni büyüme modeli ise bir takım çevrelerce
kabul görmemiş ve bu nedenle de iktidar aleyhine yeni ve normal
koşullarda bir araya gelmeleri ve ortak hareket etmeleri mantık
sınırları dışında kalabilecek karşı cepheler oluşmuştur.
Çözüm
süreci olarak adlandırdığımız sürecin başlatılıp adım adım başarıya
doğru ilerlemesine paralel olarak, dış dinamiklerle de desteklenmiş
şekilde ortaya çıkan bu iç direncin, çözüm sürecinin söz konusu olmadığı
bir ortamda bugünkü gibi bir yeni muhalif cephe yaratması belki de asla
söz konusu olmayacaktı.
Yeni
devletini kurmaya ve dönüşümünü gerçekleştirmeye çalışan Türkiye’de,
örneğin bugünlerde hiç de hoş olmayan düzeye varan bir Ak Parti-Cemaat çatışmasının yaşanması belki de hiç söz konusu olmayacaktı.
Benim gözlemlediğim, Çözüm Süreci
ile bu iki taraf arasında iyice belirginleşen, yeni Türkiye’nin büyüme
modeli tercihi arasındaki farklılık, gerginlik ve çatışmaya zemin
hazırlayan en önemli temel sebep olmuştur.
Yaşanılan
gerginlik ve çatışmanın kaynağı bana kalırsa ne dershane meselesidir,
ne eğitim sistemidir, ne de direkt olarak zaman zaman dile getirilen
devlet içinde ''kadrolaşma'' meselesidir.
Tek
başına olmasa da, her iki unsur arasında yaşanmakta olan bu son
durumun, elbette bir çok başka faktörle birlikte asıl sebebinin,
Türkiye’nin yeni büyüme ve gelişme modeline dair bu Türk-İslam Sentezi ve Kürt-Türk İttifakı modeli arasındaki önemli ve ideolojik farklılık olduğunu düşünüyorum.
Daha önceki yazılarımda da belirtmeye çalıştığım üzere Kürt-Türk İttifakı Türkiye için hayati önem taşıyan dördüncü en önemli ittifaktır.
Bu
noktada iktidarın ve ona eşlik eden tüm unsurların bu yürüyüşte
başarılı olması içi, bugünün koşullarında yanında yer almayı, siyasetten
ve ‘’yandaşlık’’ yaftasından bağımsız ve objektif olarak, siyaset üstü bir konumlandırmayla Türkiye için samimiyetle doğru buluyorum.
Beşinci bir ittifakı gerektirmeyecek şekilde kalıcı olmasını ve tüm Türkiye halkları ve bölgemiz için eşitlik, barış ve refah getirmesini dilediğim Dördüncü Büyük Kürt-Türk İttifakı Yürüyüşünün başarı ile sonuçlanmasını ümid ediyorum.
Hoş Kalın
03 Aralık 2013
@cngzkync