24 Aralık 2013

BUMERANG


Hayır, hepimizce malum bir cemaatin liderinin geçtiğimiz günlerde ellerini defaatle göğe kaldırarak gayet içten bir şekilde sarf ettiği o bedduaların bumerang etkisi ile geri dönüp dönmeyeceğinden bahsetmeyeceğim. 

Bu noktada sözkonusu konuşmayı ve konuşmacıyı inanç cephesinden bakan bir ifadeyle yüce Yaradana havale etmek, o konuşma beddua mıdır yoksa başka bir ruh halinin dile gelmesi midir diye üzerinde durup zaman kaybetmekten daha doğru ve yararlı olacaktır. 

Neden icap ediyorsa, gayet düzenli olarak, özellikle de iktidarın ‘’ulusa sesleniş’’ konuşmaları benzeri bir edada ‘’paralel’’ zamanlamalarla yapılan bu türden konuşmalar, ne hikmetse mi desem yoksa ‘’profesyonel’’ bir algı yönetiminin eseri olarak mı desem bilemedim, zaten toplum tarafından pek de yadırganmıyor. 

Unutmadan ifade etmek isterim ki bazen ‘’beddualar’’ aslen beddua değil, ‘’büyük taarruz’’ emirleri gibidir, şimdi asıl bahsetmek istediğim konuya döneyim. 

Zihnim bugünlerde şu ‘’devlet içinde çeteler var’’ sözüne takılmış duruyor ve düne, bugüne bakıp içimden kurcalayıp duruyorum bu ifadeyi ve aklıma ister istemez eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanma gerekçesi geliyor. 

Gerekçe şuydu ; 
‘’Silahlı Terör Örgütü Kurma veya Yönetme’’ ve ‘’Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme’’..... 

İktidarın tüm itiraz ve aksi yönde kanaat bildirmesine rağmen Başbuğ’un tutuklanması bir yargı gerçeği olarak buz gibi önümüzde duruyorken, Ak Parti yaklaşık 12 yıldır Erdoğan’ın liderliğinde ülkede iktidarken, devlet içinde örgüt ve çete olarak tanımlanan yapılanmalardan bu aralar sıkça söz edilirken, üstelik Başbuğ’u tutuklayan yargı halen aynı yargıyken, bir gün devlet içinde yapılandığı sıklıkla söylenen ve ‘’örgüt’’ olarak bizzat Erdoğan tarafından tanımlanmış bazı yapılar ortaya çıkarıldığında, Başbuğ’u ‘’örgüt liderliğinden’’ tutuklayan o yapı, 7 Şubat MİT krizinde Hakan Fidan üzerinden deneyip başaramadığını bu sefer ‘’yolsuzluk’’ gibi daha farklı bir ‘’sebep’’ kullanarak yeniden denemeye kalkmaz mı ? 

Hatırlayın, operasyon bir kısım medyanın da desteği ile birlikte önce ‘’yolsuzluk’’ tanımı ile başlamıştı ve iktidar eminiyet kadrolarında bazı yeni tayinler ve ilaveten çeşitli savcı tayinleriyle gerekli ön tedbirleri almasaydı,operasyonlar ikinci dalga olarak 28 ilde özellikle ilk etapta yaklaşan yerel seçimleri, sonrasında da genel seçimleri ve en önemlisiCumhurbaşkanlığı seçimlerini de doğal olarak etkileyecek şekilde bazı belediyelere yönelerek genişleyecekti. 

Soruşturmanın Halk Bankası ile ilgili olan kısımda ise yine ‘’yolsuzluk’’ iddiaları ile soruşturma başlatılmış ve yurt içi ve dışında özellikle Neo Con bağlantılı medya organlarının da desteğiyle, başta İran ve bir kaç başka ülkenin de soruşturma haberlerinde adları geçirilerek, konuya uluslararası bir boyut kazandırılmaya çalışılmamış mıdır ? 

Tüm bu iyi planlanmış operasyonların başarıya ulaşması durumunda ise ortaya uluslararası boyutlu bir ‘’yolsuzluk’’soruşturması ve uluslararası bir ‘’suç örgütü’’ ile mücadele algısı çıkmaz mı ? 

Bu algıyı oturttuktan sonra tıpkı Başbuğ’un tutuklanmasındaki ‘’örgüt liderliği’’ suçundan, sonunda Erdoğan’ın kapısına dayanmazlar mı? 

İlk bakışta ‘’yolsuzluk’’ perdesi ile örtülenmiş duran ancak asıl hedefinde tıpkı 7 Şubat’daki gibi Erdoğan olduğu görünen,bir şekilde artık başlatılmış bu soruşturmanın, her şeye rağmen hukuğa ve kamu vicdanına uygun olarak devam ederek sonuçlandırılmasını vatandaş olarak tüm samimiyetimle diliyorum. 

Medyaya da yansıdığı üzere bazı savcıların ve dahi iktidar muhalifi geniş yeplpazeli ittifak cephesinde yer alan bazı yazarların da zaman zaman dile getirdikleri Erdoğan’a yönelik‘’intikam naraları’’ da orta yerde duruyorken, keşke kesin bir dille ‘’yok artık o kadarına da pes’’ diyebilecek rahatlıkta olabilseydim. 

Var görünen oyunu bozacak tek güç iktidarın bizzat kendisidir. 

İktidar hiç bir iddiayı asla perdelemeden, kendisinin de defaatle ifade ettiği gibi kimsenin gözünün yaşına bakmadan bu soruşturmanın devam etmesi yönündeki iradesini ortaya koymalıdır ve bir an önce soruşturmada adı geçen yetkilileri, soruşturma sonuçlanıncaya ve söz konusu kişiler aklanıncaya kadar açığa almalıdır. 

Bir zamanlar başta askeri olmak üzere bir takım vesayetlerle ortak mücadele için iktidar-yargı-emniyet el ele kınından çıkmış o bumerang, bugünlerde umarım gerisin geriye dönmüyordur. 

Biraz eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürür gibi oldu ancak şu deyimi hatırlamakta fayda var... 

Tevekküllünün gemisi batmaz, eşeğini kurt yemezmiş...

Hoş Kalın
24 Aralık 2013 
@cngzkync

23 Aralık 2013

Oynasın Yer Yerinden

Erdoğan ve Kürt-Türk İttifakı karşıtlığında birleşmiş oldukça geniş yelpazeli iç ve dış dinamikler ittifakının bugünlerde yani seçimlere doğru gidilirken yeni bir hamle daha yaptığı görülüyor. 


Her zamanki gibi sinsi ve daha öncekiler gibi kirli...

Tıpkı MİTUludere ve Gezi operasyonlarındaki gibi...


Daha öncekiler gibi üzerinde çokça çalışıldığı belli olan, iç ve dış dinamiklerin profesyonelce işbirliği yaparak hazırladığı mühendislik harikası yeni bir proje ile karşı karşıya Türkiyeliler...


Bu seferki hemen tüm iktidarların hassas karnı olan ‘’yolsuzluk’’ olgusu ile süslenip kamufle edilmiş tek vuruşla bir çok hedefi inhaya yönelik  bir ‘’devirme operasyonu’’....


Amaç hepimizin şiddetle ve ortak akılla karşı duracağı yolsuzluklarla mücadele değil elbette..

Bunun böyle olmadığını operasyonun üç farklı noktadaki dosyaların gelip ‘’siyaseti rehin alma’’ noktasında birleşmiş olmasından bile düz bir mantık güderek rahatlıkla anlıyabiliyoruz.

Operasyonun arkasında olduğu malum şer ittifakının iç ve dış medya yayın organlarının yaptığı yayınlardan da bu operasyonunun farklı bir maksadının olduğu apaçık görülmüyor mu ?

Defalarca yazılarımda kaleme aldığım ‘’paralel devlet’’ yapısının polis ve yargı içine kümelendiği anlaşılan ‘’piyade birlikleri’’ bürokratik hiyerarşiye göre amirlerini ve müdürlerini bırakın bir üst kademe yöneticelerinin bile ruhları duymaksızın bir takım operasyonları kendi kapalı devre ağlarında gerçekleştirdikleri görülmüyor mu?

Amirlerinin müdürlerinin şeflerinin vs haberi dahi olmayan bu hızlı ve sistematik operasyon için bu ‘’piyade birlikleri’’ aynı anda kim veya kimlerden emir alarak gerçekleştirdiler bu operasyonları ?

Sadece Cemaat olarak adlandırılan yapının yayın organlarına yakın olduğu bilinen bazı kalemlerin sosyal medyada aylar öncesinden duyurdukları bir takım gelişmelerden, neden sadece onların bilgisi ve haberi olabilmişti, bu sadece basit bir istihbari gazetecilik başarısı olarak tanımlanabilir miydi ?

Aynı yapının ileri gelenlerinden birinin yine sosyal medyada Hakan Şükür’ün istifasını değerlendirirken yaptığı ve sonradan da twitter hesabından sildiği ‘’belki de hükümete bu son uyarı’’ ifadesinin, operasyonun hemen öncesine denk gelmesi nasıl açıklanabilir ?

Tüm bunları yapanlar Türkiyelileri hala eskisi gibi iletişimsiz kapalı devre bir toplum mu sanıyorlar ?

Türkiyelilerin bu nihai olarak siyasi hedefleri olan operasyonların farkında olmadıklarını mı sanıyorlar ?

Apaçık aldanıyorlar ve düpedüz yanılıyorlar...

Evet Türkiye toplumundan herhangi birini yoldan çevirip ‘’yolsuzluk’’ hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorsanız alacağınız cevap bellidir ve hemen hiç biri böyle bir şeyi tasvip etmeyecektir.

Elbette ben de tasvip etmem ve varsa yolsuzluk yapan her hangi birinin hukuk önünde ve halk vicdanında en ağır cezaya çarptırılmasını dilerim.

Keşke mesele sadece ‘’yolsuzluk’’ ile mücadele noktasında bir operasyon olsaydı da, aslanlar gibi derler ya hani, işte öylece bu operasyonun arkasında ben de durabilseydim.

Bu vesile ile madem bir yolsuzluk iddiası gündeme oturmuş veya oturtulmuştur, iktidarın kendisinin de defaatle belirttiği üzere, ben de sonuna kadar hukuki yollarla bu konunun araştırılmasının ve kimsenin gözünün yaşına suçu sabit görüldüğü an bakılmamasını diliyorum.

Bununla birlikte, devlet içinde var olduğu düşünülen ve benim de defaatle dikkat çektiğim‘’paralel devlet’’ yapılanmalarıyla da mücadelenin aynı kararlılık ve irade ile yürütülmesi ve sonuçlandırılmasını istiyor ve diliyorum.

Ortak akla sahip Kürtler, Türkler ve diğer tüm Türkiyeliler gibi ben de bu toplumun bir bireyi olarak, tek başına olmasa da ana faktör olarak Çözüm Süreci adı verilen ve özünde Kürt-Türk tarihi ittifakını barından bir süreç başlamamış ve bir yıla yakındır da tüm provokasyonlara ve direnişlere rağmen şu anki başarısına ulaşmamış olsaydı, bugün yaşanılan Ak Parti-Cemaat ‘’savaşı’’ dahil olmak üzere hiç bir çatışma Türkiye’de bu boyutta yaşanmamış olurdu diye düşünüyorum.

Bu noktada önceki tüm provokatif hadiseler dahil olmak üzere bu son operasyonda da asıl hedefin yolsuzlukların yakalanması değil, asıl nihai hedefinBaşbakan Erdoğan ve Çözüm Süreci ile birlikte gelişmekte olan Dördüncü Tarihi Kürt-Türk İttifakı ve Yeni Türkiye olduğunu düşünüyorum.

Son gelişmelerin ışığında Kürt Siyasi hareketi çatısı üzerinden başta Demirtaş liderliğindeki BDP ve Türkiyeli tüm Kürtlere tıpkı Gezi sürecinde gösterdikleri doğru tavır ve aklı selim duruş nedeniyle bir Türkiyeli olarak teşekkür ediyorum.

Başbakan Erdoğan'ın son birkaç günde kendisinin de defaatle ifade ettiği gibi, iddia edilen yolsuzluklar konusunda kimsenin gözünün yaşına bakmadığını, hukuk eksenli olarak en kısa zamanda görmek istiyorum.

Savaş var deyip duruyoruz...

Hak eden kazansın...

Kazanacaktır....

Hoş Kalın
23Aralık 2013
@cngzkync

3 Aralık 2013

Dördüncü İttifaka Doğru

Dördüncü Kürt-Türk ittifakına evrilmesi mümkün bir tarihi fırsat dönemini Türkiye ve diğer bölge halkları olarak hep birlikte yaşıyoruz.

Türkler ve Kürtler bu ittifakı bir kez daha başarabilirler mi henüz durum çok netlik kazanmış olmasa da, bölgedeki ve özellikle Türkiye’deki gelişmeler bu olasılığı gün geçtikçe kuvvetlendiriyor ve açıkçası benim zaviyemden bakınca Türkiye halklarına ve bölge halklarına büyük umut veriyor.

Mevcut döneme dair görüşlerimi paylaşmadan önce gelin hep birlikte daha önceki üç kritik Kürt-Türk ittifakına bir göz atalım, bilenlerimiz için hatırlama, bilmeyenlerimiz için bilgilendirme olsun.

Malazgirt...

Bir anlamda Türklerin Anadolu’ya kalıcı olarak girişini sağlayan, daha sonra yani 1299 yılında kurulacak olan bağımsız Osmanlı Devleti’nin de temellerinin atılması anlamına gelen 1071 yılındaki Malazgirt Meydan Muharabesi tarihte bilinen belki de ilk Kürt-Türk ittifakı olarak tanımlanabilir.

Bu savaş normalde Selçuklu ile Bizans orduları arasındadır, sayıca daha kalabalık ve Selçuklu ordusunun yaklaşık iki katı olduğu tarih kaynaklarında yer alan Bizans ordusuna karşı, Alparslan o tarihlerde Diyarbakır bölgesinde yerleşik Kürt Mervani Devleti’nden (983-1085) inanç kardeşliği eksenli olarak bu savaşa katılmalarını talep eder.

Zira kaynaklara göre bu tarihten 400 sene önce Kürtler ve 250 sene kadar önce de Türkler İslam’ı kabul etmişlerdir, nihayetinde Alparslan’ın talebine olumlu yanıt veren Kürtler onbinlerce asker ile Malazgirt’de gerçekleşen bu savaşa katılır ve savaş sonrasında Selçuklu ordusu büyük bir zafer kazanarak 1071 de Bizans ordusunu mağlub eder.

Kürt Mervani Devleti bu ittifaktan 14 yıl sonra Selçuklu hükümdarı Melik Şah tarafından yıkılmıştır.

Çaldıran...

Osmanlı Devletinde Yavuz Selim’in hükümdar olduğu yıllarda, doğuda Safevi Devleti Şah İsmail’in hükümdarlığında yayılmacı politikaları ile dikkat çekmeye başlar. Osmanlı Devleti Sunni mezhebe dayalı bir politika izlerken, doğuda Safevi Devleti ise Şii bir politika izlemektedir.

Anadolu da yaşayan Türkmenlerin Şah ismail’in Şii eksenli politikalarına cevaz verip Şah ismail’in yanında yer almaları e Yavuz Selim’i iyice rahatsız etmeye başlayınca, Yavuz Selim buna karşı durmak ister.

Bunu tek başına yapamayacağını iyi bilmektedir ve doğuda yer alan Kürt Beylikleri ile sıcak ilişkiler kurmak ister ve bunu başarır. Şah İsmail’de Venedik’le iyi ilişkiler kurarak Osmanlıya karşı ortak cephe oluşturmaya çalışmaktadır ve diğer yandan da Osmanlıyı içten çökertmek için Yavuz Selim’in kardeşi Şehinşah’ı kendi yanına çekmeye çalışır.

Bu arada Yavuz Selim’in babası II. Beyazıt döneminde Kürdistan bölgesinde çok iyi tanınan ve iyi bir Kürt âlimi olan İdris-i Bitlisi Mekke’de yaşamaktadır. Yavuz Selim, İdris-i Bitlisi’yi İstanbul’a davet eder ve  Doğu ve Arabistan ile ilgili danışmanı yapar. Bir süre sonra da kendisine Kazaskerlik unvanı verir.
Safevi Devletinin ordusu hızlı ve hafif manevra jkabiliyeti yüksek süvari birliklerinden oluşmaktadır ve Yavuz Selim’in Şah İsmail’e karşı tek şansı bölgeyi tanıyan ve dağlık alanda manevra kabiliyeti kendi ordusuna oranla çok daha yüksek olan Kürtleri yanına çekmektir.

İdris-i Bitlisi’nin önemli desteği ile Yavuz Selim, doğudaki Sunni Kürt Beyleri ile bir ittifak ve dayanışma kurarak 1514 yılında Çaldıran’da Şah İsmail’in ordularına karşı savaşa girer. Kürtler onbinlerce kişilik bir ordu ile (kaynaklarda 70.000 olarak yer almaktadır) Osmanlı ordusuna katılırlar ve Çaldıran da yapılan savaşta Şah İsmail yenilgiye uğratılır.

Savaşın kazanılmasının ardından Yavuz Selim, Kürt Beylerini Amasya’ya davet eder.  Amasya’daki davete katılan 25 Kürt Beyi ile tarihe Amasya Antlaşması olarak geçen bir tür yerinden yönetim (yurtluk-ocaklık) antlaşması yapar.  Bu antlaşma sonrası Kürtler, II. Mahmut’un dayanılmaz baskı politikaları sonucunda başlattıkları isyanlara kadar geçen süre boyunca, yani yaklaşık 300 yıl bu antlaşmaya uygun olarak huzurla yaşamışlardır.  

Çanakkale...

Fransız devriminin de etkisiyle dünya genelinde özellikle Avrupa da etkili olmaya başlayan milliyetçi ve ulusçu devlet anlayışı 20. Yüzyılın hemen öncesi ve sonrasında Osmanlı Devletini de doğrudan etkilemeye başlamıştır.

Osmanlıya bağlı farklı milletler, İngiltere gibi sömürgeci devletlerin ortadoğuda da Arap milliyetçiliğini kışkırtıcı faaliyetlerinde başarılı olmaları ile birleşince, bu milletler peşi sıra Osmanlı’dan ayrılarak kendi ulus devletlerini kurma yoluna girmişlerdir.

Her ne kadar Osmanlı içinde halkları bir arada tutmak için çeşitli faaliyetlere girişenler olmuşsa da, bu yapılanmaların çoğu henüz ayrılmamış durumdaki halkları da merkezi yönetime bir anlamda küstürmüş ve onları da ayrılmak için fırsat gözler duruma getirmiştir.

Bu aşamada Osmanlı dan ayrılmayı düşünmeyip hemen her cephede Osmanlı ile birlikte işgal güçlerine karşı savaşlara giren halklardan biri tıpkı Malazgirt ve Çaldıran daki gibi yine Kürtler olmuştur.

Özellikle I.Dünya Savaşında Çanakkale savaşında kazanılan zaferde Kürtlerin de önemli desteği olmuş ve bu savaş ortak tarihin yeni dönüm noktalardından biri olmuştur.

Kurtuluş Savaşı doğudan başlatılmış ve bir kaç yer hariç çoğu bölgede Kürtler işgalci güçleri bozguna uğratmışlardır.

Bu kadar mı ?

Elbette değil...

Türkler ve Kürtler yukarıda önemli bularak detaylara girmeksizin kısaca aktarmaya çalıştığım ittifaklar dışında da bir çok yerde omuz omuza savaşlar vermişlerdir, ortak zaferlere imza atmışlardır.

Tüm bu ittifaklar arasında geçen dönemlerde elbette bir çok farklı sebepten iki halk arasında sorunlar da yaşanmıştır.

Ancak Anadolu’nun bu iki kadim halkı elbette sayıca az olsalar da diğer halklarla birlikte, yakın ortak tarihimizden de hepimizin bildiği üzere Sakarya’da da, Dumlupınar’da da, Kıbrıs Barış Harekatında da, Kore Savaşında da ve bir çok başka yerde omuz omuza mücadele vermişlerdir.

İstanbul’un Fethi fikrini Fatih Sultan Mehmet’e verenin aslen bir Kürt olan Molla Gürani’nin (Ahmed bin İsmâil bin Osman Gürânî) verdiği de Osmanlı tarihi kaynaklarında yer almaktadır.

Yeni İttifak...

Tüm bu tarih sayfalarından ortak tarihimize ait mümkün olduğunca kısa notları aktardıktan ve hafıza ve bilgilerimizi kısmen tazeledikten sonra bugüne dönecek olursak...

Şimdilerde, Türkiye’nin yaklaşık otuz yıl devam etmiş ve onbinlerce vatandaşının ölümüne yol açmış bir ‘’savaşın’’ sona erdirilmeye çalışıldığı ve bir yıla yaklaşan bir süredir de çatışma ve ölüm haberlerinin gelmediği bir ‘’çözüm sürecini’’ yaşamaktayız...

Gerek ‘’Arap Baharı’’ adı verilen bölgesel gelişmeler, gerek yenilenmekte olan güç dengeleri ile birlikte değişen lokal ve global ittifaklar ve belki de en önemlisi Türkiye halklarının artık ‘’yeter’’ demesi ile birlikte bir anlamda halkların dayatması sonucu girilen bu çözüm arayışlarında, Türkiye’nin sistemsel bir dönüşüm ve yenilenme sürecine girdiği görülmektedir.

Halklardan gelen bu talebe duyarlılık gösteren mevcut iktidarın, çatışmaları sonlandırmak ve çözümlendirmek noktasında ortaya koyduğu iradeye, yakın zamana kadar devlet ile çatışma yoluyla mücadele etme yolunu benimsemiş örgüt kanadının da 21 Mart Newroz açıklamalarıyla silahlara veda siyasete merhaba diyen bir söylemle olumlu yaklaşması sonucu Türkiye’nin iki kadim halkı dördüncü ve yeni tarihi bir ittifaka doğru yürümektedir.

Bu yeni ittifak yürüyüşünün Erdoğan’ın son Diyarbakır buluşması ile birlikte sadece Türkiye Kürtlerini değil, tüm bölge Kürtlerini de kapsayan bir yürüyüş olduğu net bir şekilde görülmüştür.

İşte tam bu noktada iktidarın, belki de Merhum Özal’lı yıllarda Rusya’nın dağılmasından hemen sonra, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Toplantıları’nın katkılarıyla gerçekleştirilmek istenen zemininde oluşturmaya çalıştığı, daha çok Türk-İslam (Turan) sentezine dayalı büyüme modelinden, günün dayattığı koşullar ve oluşan yeni konjonktür nedeniyle Kürt-Türk İttifakına doğru evrildiği görülmektedir.

İktidarın gerçekleştirmek istediği bu yeni büyüme modeli ise bir takım çevrelerce kabul görmemiş ve bu nedenle de iktidar aleyhine yeni ve normal koşullarda bir araya gelmeleri ve ortak hareket etmeleri mantık sınırları dışında kalabilecek karşı cepheler oluşmuştur.

Çözüm süreci olarak adlandırdığımız sürecin başlatılıp adım adım başarıya doğru ilerlemesine paralel olarak, dış dinamiklerle de desteklenmiş şekilde ortaya çıkan bu iç direncin, çözüm sürecinin söz konusu olmadığı bir ortamda bugünkü gibi bir yeni muhalif cephe yaratması belki de asla söz konusu olmayacaktı.

Yeni devletini kurmaya ve dönüşümünü gerçekleştirmeye çalışan Türkiye’de, örneğin bugünlerde hiç de hoş olmayan düzeye varan bir Ak Parti-Cemaat çatışmasının yaşanması belki de hiç söz konusu olmayacaktı.

Benim gözlemlediğim, Çözüm Süreci ile bu iki taraf arasında iyice belirginleşen, yeni Türkiye’nin büyüme modeli tercihi arasındaki farklılık, gerginlik ve çatışmaya zemin hazırlayan en önemli temel sebep olmuştur.

Yaşanılan gerginlik ve çatışmanın kaynağı bana kalırsa ne dershane meselesidir, ne eğitim sistemidir, ne de direkt olarak zaman zaman dile getirilen devlet içinde ''kadrolaşma'' meselesidir.

Tek başına olmasa da, her iki unsur arasında yaşanmakta olan bu son durumun, elbette bir çok başka faktörle birlikte asıl sebebinin, Türkiye’nin yeni büyüme ve gelişme modeline dair bu Türk-İslam Sentezi ve Kürt-Türk İttifakı modeli arasındaki önemli ve ideolojik farklılık olduğunu düşünüyorum.
Daha önceki yazılarımda da belirtmeye çalıştığım üzere Kürt-Türk İttifakı Türkiye için hayati önem taşıyan dördüncü en önemli ittifaktır.

Bu noktada iktidarın ve ona eşlik eden tüm unsurların bu yürüyüşte başarılı olması içi, bugünün koşullarında yanında yer almayı, siyasetten ve ‘’yandaşlık’’ yaftasından bağımsız ve objektif olarak, siyaset üstü bir konumlandırmayla Türkiye için samimiyetle doğru buluyorum.

Beşinci bir ittifakı gerektirmeyecek şekilde kalıcı olmasını ve tüm Türkiye halkları ve bölgemiz için eşitlik, barış ve refah getirmesini dilediğim Dördüncü Büyük Kürt-Türk İttifakı Yürüyüşünün başarı ile sonuçlanmasını ümid ediyorum.

Hoş Kalın
03 Aralık  2013

@cngzkync