16 Nisan 2015

Ağrı'da Yıkılan Baraj


 HDP’nin 2015 Genel Seçimlerine parti olarak girme kararını açıklamasının ardından birçok platformda onlarca yorum ve değerlendirme yapıldı.





Bu yorum ve değerlendirmelerin bazılarında HDP hakkında absürt ittifak senaryoları dahil birçok asılsız iddialarda da bulunuldu.

Örneğin, bazı iddialar kampanya haline getirilip öyle bir hal almıştı ki sonunda Demirtaş ülke siyaset tarihinin en kısa süreli grup konuşmasını yapmak durumunda kaldı.

Çok net bir ifade kullanarak ve peşpeşe birkaç defa tekrarlayarak, ‘’seni başkan yaptırmayacağız’’ dedi ve bu absürt iddialara önemli ölçüde son verdi.

Ancak Anti-HDP cephesi elbette bu örnek dışında da HDP’nin barajı geçme ihtimaline karşı partiye ve Demirtaş’a yönelik sayısız karalama kampanyası yürüttü.

Neler mi oldu ? Birlikte bakalım....

HDP’nin barajı geçme ihtimali başlangıçta iktidar cephesi tarafından aslında pek de öyle önemsenmiyordu.

AKP, kendine olan aşırı özgüveni ve seçimlerden yine büyük başarı ile çıkacaklarına olan inancı sayesinde HDP’nin barajı geçmesini çok da umursamıyordu.

Lakin, bu rahatlıkları, kısa aralıklarla kamuoyuna kapalı olarak yaptırdıkları anket sonuçları önlerine gelmeye başladıkça yerini ciddi bir korku, endişe ve telaşa bıraktı.

Haklıydılar korkmakta, endişelenmekte ve telaşa kapılmakta.

Toplantı üstüne toplantı yaptılar oy kaybına bir çözüm üretmek için.

39-40 bandında, peşpeşe önlerine gelen anket sonuçları karşısında ne yapılmalıydı da hızla eriyip giden oylar geri gelebilmeliydi.

İktidara geldiklerinden bugüne hiç olmamış ve olan kırıntıları da tamamen sıfırlanmış siyasi vizyonlarına başvurdurlar.

İçeride ve dışarıda tükenmiş ve iflas etmiş politik akıllarıyla ciddi ciddi oturup yeni stratejiler oluşturmaya çalıştılar.

Gezi Olayları ve 17-25 Yolsuzluk İddiaları sonrasında AKP’yi iyiden iyiye teslim alan zamane Goebbelsciklerinden oluşan yeni ve özel Tayyibist grup da akıl verenler arasında elbette önde geliyordu.

Kendilerini millet ama kendileri dışındakileri sürekli ve bilinçli olarak ötekileştirip adeta zillet sayan Tayyibist anlayış, yaklaşan seçimlerde bugün itibariyle muhtemel görünen büyük oy kaybını nasıl telafi edebilirdi.

AKP iktidarına bugüne kadar belki de en ciddi halk desteğini sağlayan, daha özelde ise Kürt seçmenin önemli bir bölümünün de desteğini almasına neden olan Çözüm Süreci de ellerindeki önemli kozlardan biriydi.

Tüm Çözüm Süreci mimarlığı iddialarına rağmen, gelen anketler AKP’den HDP’ye ciddi oranda bir Kürt seçmen geçişine işaret edince, yapacakları şey AKP açısından gayet basitti.

Egemen Kürt Siyasi Hareketinin yani HDP’nin dikkat çekici ve barajı yıkıp geçen oransal oy yükselişini engellemek için, HDP’ye kaptırdıklarını düşündükleri oyalamadan ibaret ve uzunca süredir derin dondurucuda duran Çözüm Süreci’ni geri sarmaya karar verdiler.

İlk çıkışı Erdoğan’dan gelen ‘’Ne Kürt Sorunu ya, Kürt Sorunu diye birşey yoktur’’ çıkışıyla gördü toplum ve tabi Kürtler.

AKP içindeki fayları bir nebze daha belirginleştiren bu çıkış her ne kadar Erdoğan’ın bulunduğu coğrafyaya göre farklılık göstrerek ‘’Benim Kürt vatandaşımla sorunum yoktur Kürtlerin çözüm bekleyen sorunları vardır’’’ mealinde ifadelerle bir şekilde tolere edilmeye çalışılsa da amaç hasıl olmaya başlamıştı.

AKP yine her seçim döneminde yaptığı üzere daha milliyetçi söylemlere sarılmaya başlamış ancak bu sefer söylemde kalmayıp Çözüm Sürecini de akıl verenlerin stratejileri gereği devreden tamamen çıkarmaya karar vermişti.

Evet yanlış duymadınız, bakmayın bundan sonra AKP’nin süreç müreç kelamlarına, derin dondurucuda artık o süreç.

Bu noktada HDP’nin, masayı aslında fiilen terk etmiş olan AKP ile bir çözüm bulma arayışının devamında da pek bir mana kalmış görünmüyor.

Türkiye’de bu meselelerin çözümü için artık 7 Haziran seçim sonuçlarını beklemek gerekiyor, yani yeni kurulacak hükümeti.

Bu kurulacak yeni hükümetin de bugünkü anket, araştırma vs ler ışığında bir koalisyon hükümeti olma olasılığı giderek kuvvetleniyor.

Devam edelim...

AKP’nin kendisini terk eden Kürt seçmenlere resti anlamındaki bu kararın altı Erdoğan’ın ‘’İzleme Heyeti’’ konusundaki ‘’olumlamaması’’ ile doldurulmaya devam etti.

AKP deli cesareti denilebilecek ve açıkça gemileri yakmış şekilde Erdoğan’ın kendi tabanını pekiştirmeye, MHP’den oy devşirmeye ve kendi ‘’Milli Görüşçü’’ tabanını da korumaya yönelik sözlerinin peşinden hızla sürüklenmeye başladı.

AKP bugün bahsettiğim noktaya gelmeden önce ülkenin başka kulvarlarında ise bazı çok önemli gelişmeler yaşanmıştı.

Düne kadar ‘’düşman’’ olarak tanımlanan ve haklı-haksız, kuru-yaş demeden bodoslama dalınarak, neredeyse tarumar edilen TSK ile ‘’yakınlaşmalar’’ ve hükümet ile ordu arasında beklenmeyen şekilde sıcak rüzgarlar esmeye başlamıştı.

Elbette burada hükümetler ordusu ile kavgalı olmaları gerekir falan diyor değiliz, ancak 180 derecelik dönüşler ve bu kaynaşmaların AKP-Cemaat kavgaları sonrasında olması dikkat çekici bir husustur.

Bazı önemli virajları kronolojiye bağlı kalmaksızın hatırlamaya çalışalım....

2013 yılının Aralık ayında Erdoğan'ın siyasi başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Gülen cemaatini ima ederek orduya kumpas kurulduğunu idddia etmişti.

2014 yılının Mart ayında, adeta tarumar edilen TSK’nın önemli bir tutuklusu olan Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ iktidara yakın gazetecilerce cezaevinde ziyaret edilmeye başlanmıştı.

O günlerin manşet ifadeleriyle ‘’asırlık’’ olarak nitelendirilen 28 Şubat, Ergenekon, Balyoz, Ayışığı vs gibi davalardan tahliyeler peşi sıra gelmeye başlamış, birçoğunda tutuklu sanık kalmamıştı.

Bazı davalar ya yeniden görülmek üzere ya kapatılmış ya da Kozmik Oda davasında olduğu gibi ki bu bence tüm askeri vesayete yönelik davalar içerisinde en önemli davaydı, takipsizlikle sonuçlanmıştı.

IŞİD’in Kobane saldırılarını protesto amacıyla yapılan eylemlerde onlarca faili meçhul cinayet işlenmiş, suçlu olduğu ifade edilen ancak sonradan olaylarla ilgisi olmadığı ortaya çıkan insanlar, Bingöl örneğindeki gibi ya tutuklanmış ya da bizzat devlet eliyle ne yazık ki öldürülmüştü.

Tuhaf şekilde tüm provokasyonlara dikkat çağrılarına rağmen olay bazında ve dönemsel de olsa şiddetin yükselmesi önlenememişti.

Adeta birilerince kontrollü bir gerilim ve kontrol edilebilir bir şiddet ülkede varlığını sürdürmekte hiç bir zorlukla karşılaşmamıştı.

Cizre’de çocuklar başlarından vurularak acımasızca katledilmiş, bazılarının emniyet güçlerince vurulduğu belirlenmiş, bazı ölümlerin failleri ise yine meçhul hanesine yazılmıştı.

Oysa bu hükümet daha birkaç sene öncesine kadar, hükümetimiz döneminde hiçbir faili meçhul olmamıştır sözünü dilinden düşürmemiş bir hükümetti.

18 Mart Çanakkale anmaları için gittiği Harp Akademilerinde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Samimiyetle ifade ediyorum; eski Genelkurmay Başkanımız başta olmak üzere, birlikte mesai sarf ettiğim için yakından tanıdığım pek çok komutanın tutuklanmasına hiçbir zaman razı olmadım" demişti.

Arada gerçekleşmiş birçok başka hadiseyi yazarak yazımızı uzatmayalım, zaten biraz uzun oldu, kusura bakmazsınız artık.

Ağrı’da yaşananlara kısaca değinerek toparlayalım....

Benim dikkatimi çeken noktalar ve oluşan sorular,

1-) Operasyon devam ederken Erdoğan’ın operasyon hakkında Sakarya mitinginde topluluğa operasyon bilgisi vermesi ve bunun AKP için siyasi sonuçları.
2-) Şu an için herhangi bir resmi sıfatı ve konuya dair görevi olmayan, Efkan Ala’nın operasyon hakkında detaylı bilgi vermesinin anlamı ve siyasi sonuçları.
3-) Ağrı Valisi’nin herhangi bir resmi sıfatı olmadan ilk teknik açıklamayı yapan Efkan Ala’nın eski müsteşarı olmasının Ala’nın yaptığı açıklama ile bir ilgi ve bağının olup olmadığı ve bu durumun toplumda yarattığı soru işaretleri.
4-) Olayda 1 PKK’li ve eski BDP İlçe Başkanı olan 1 Sivil vatandaş ölmesine rağmen, Genel Kurmay tarafından erkenden yapılan açıklamada 5 PKK’linin öldürüldüğünün söylenmesi, bunun yanlışlıkla mı yoksa bir maksat gözetilerek mi yapıldığına dair oluşan sorular.
5-) Genel Kurmay’ın yaralı askerlerimize yardım eden vatandaşlara, Demirtaş’ın öncesinde yaptığı halk askere yardım etti açıklamasını doğrulayarak teşekkürüne rağmen Erdoğan’ın Genel Kurmay’ı yalanlamasının yarattığı sorular.

Tüm bu anlattıklarımın baraj ile ilgisi nedir diye sorabilirsiniz.

Ben de size şu soruları sorayım ve yazıyı bitirelim.

1-) Provokasyon olup olmadığı bilinemeyen, şiddetin tırmandığı ve üstelik seçime gidilen ortamlarda halkın genel tercihi istikrar ve güvenlik adına hükümetten yanalık mı gösterir yoksa henüz şans vermediği muhalefetten yana mı ?
2-) PKK ile TSK arasındaki bir çatışma toplumda aşırı milliyetçi duyguları mı körükler yoksa demokrat duruşları mı ?
3-) Olası bir şehit asker haberlerinin gelmesi hangi siyasi partilerin lehine bir algı durumu ve sandıkta oy eğilimi yaratır.
4-) Çözüm Süreci ile ilgili olarak, masadan kalkan tarafın halka dönüp ‘’bak gördün mü onlar bozdu süreci’’ demesine, çok ölümlü bir PKK-TSK çatışması nası etki yapar ?
5-) Cumhuriyet’te Erdem Gül’ün haberine göre, Güneydoğu’da milletvekili adayları listesindeki yerini beğenmeyerek istifa eden AKP’lilere parti yönetiminden böyle bir mesaj iletilmiş midir ? Bu kadar eminliğin sebebi nedir ?
“İstifanızı geri alın. HDP’nin % 10 barajını aşamayacağına EMİNİZ. Diyarbakır’da 11 milletvekilinden 8-9’unu, Batman’da 4 vekilden belki tamamını, Güneydoğu’daki diğer illerde de milletvekillerinin % 90’ını biz alacağız
6-) Operasyon emrinin Valilikten olduğu söylenerek adeta ‘’günah keçisi’’ olarak Ağrı Valisi ilan edildi. Peki bu tip operasyonların emri sizce de Vali’nin bağlı olduğu diğer üst makamlardan değil midir ? Başka türlü olması hukuki işleyiş ve sorumluluk silsilesi açısından mümkün müdür ?

Welhasılıkelam...

HDP’nin barajı geçme ihtimalinin her geçen gün daha da kuvvetlenmesi, bir yerlerde birilerini çok fazla rahatsız etmiş durumda.

Herhangi bir kişiyi, kurumu veya görevlisini bu tür olaylarda direk suçlamak fazla önyargılı ve haksız bir tavır olabilir.

Bu yazıyı birilerini suçlamak için de yazmadık hoş, lakin Türkiye gibi geçmişi karanlık dehlizlerle dolu bir ülkede insan herşeyi sorgulamaktan kendini geri alamıyor.

Belirttiğim hadiseler ve sorular ışığında takdir, tahmin ve yorumlar size ait.

Benim kişisel kanaatim odur ki;

Ağrı Diyadin’de, büyük olasılıkla kim olduklarını hiçbir zaman öğrenemeyeceğimiz ‘’birileri’’ , 1980 darbesinin Kürt Siyasi Hareketlerini önleme amaçlı ürünü olan barajı işe yarar kılmak için, kurnazca sandıkları bir hamlede bulunmuşlardır.

Ancak HDP’yi baraj altında bırakma amaçlı bir tuzak olma olasılığı yüksek görünen bu son hadise, o ‘’birilerinin’’ ellerinde patlamış ve arzu ettikleri amaca ulaşamamıştır.

Olan maalesef askeriyle siviliyle her zamanki gibi ülkemiz insanların canlarına olmuştur.

Bu türden yöntemlere yeniden başvuracakları yönündeki korkuma rağmen, umuyorum ve diliyorum ki canlar üzerinden siyasal kazançlar sağlamaya yönelik bu tür eski ve ilkel yöntemlere ‘’birileri’’ yeniden başvurmazlar.

Hoş Kalın