9 Ağustos 2013

Rojava ve Türk-Kürt İttifakı

Efrin, Kobane, Ciziri bölgelerinin birleşiminden oluşan ve Türkiye’nin Suriye ile olan sınır hattının yaklaşık 750 Km lik bir kısmını oluşturan, bugünlerde adını sıkça duymaya başladığımız bölgenin tamamı Rojava olarak adlandırılır.

Rojava bölgesi genelinde yaklaşık 3 Milyon Suriye Kürdü yaşamaktadır.

Rojava olarak anılan bölgede Kürtlerin yaklaşık üçte ikisi yani 2 Milyon civarı bir nüfus ağırlıklı olarak, genel adı Rojava olan bölgenin Ciziri olarak anılan ve Derik’ten Serakaniye bölgesine kadar olan doğu tarafında, yani Irak Kürdistanına yakın tarafında yaşamaktadırlar.

Ciziri bölgesi adını Türkiye sınırları içerisinde yer alan Cizre’den almıştır.

Rojava’nın Ciziri olarak anılan bölgesi,  Türkiye sınırları içerisinde yer alan Cizre ve Nusaybin’in güneyinde  yer alan bölgedir.

Rojava’nın Kobane olarak anılan bölgesi, Türkiye sınırları içerisinde buluna Suruç Ovası’nın güneyinde ve sınırın karşı tarafında bulunan bölgesidir.

Yaklaşık 400 Bin Suriye Kürdü bu bölgede yaşamaktadır.

Yine Rojava olarak anılan bölgenin en batısında yer alan bölge ise Efrin olarak anılmaktadır. Efrin olarak anılan bölge Türkiye’nin Kilis yerleşim biriminin güneyinde kalan bir bölgedir.

Bu bölgede de yaklaşık 500 Bin civarında Suriye Kürdünün yaşadığı bilinmektedir.

Rojava’nın Amudê, Dirbêsiyê, Serêkaniyê, Dêrika, Hemko, Tirbespiyê, Girkê Legê  ve Hesekê kentlerinden oluşan Ciziri bölgesi, aynı zamanda Rimelan adı verilen ve petrol rezervleri açısından oldukça zengin.
Rimelan bölgesinde yer alan petrol rezervlerinin tüm Suriye genelindeki petrol rezervlerinden daha fazla olduğu da bilinmektedir.

Yukarıdaki demografik ve coğrafik bilgileri bölgeyi daha iyi anlamak için kısaca aktarmaya çalıştım.
Coğrafik ve demografik durum dışında Rojava bölgesini bugünlerde önemli kılan en önemli konu ise elbette Özgür Suriye Ordusu’nun bir kolu olan ve El Kaide bağlantılı olduğu söylenen Al Nusra grubu ile Rojava geneline hakim ve etkin güç olan PYD yapısı arasında yaşanan çatışmalar.

Çatışmalar, başta Suriye Kürtlerine can kayıpları ile birlikte büyük acılar yaşatırken, bölgede yaşayan tüm diğer ülke sınırları içerisindeki Kürtleri de yakından ilgilendirmekte ve endişelendirmekte.

Silah gücü ve sayıca PYD den daha güçlü olan diğer yapıların katliam boyutuna vardığı iddia edilen saldırıları karşısında, belki de sırf bu güçler (Al Nusra vs) zaten Esad yönetimine muhalifler ne yaparlarsa yapsınlar yeter ki Esad’ı yıpratsınlar düşüncesi ile, ne ABD’nin ne de AB’nin herhangi bir tepki göstermemiş olması ise dikkat çekici.

Türkiye’nin bu son gelinen noktada nasıl bir politika izlediği ya da izleyeceği ise henüz netlik kazanmadığı gibi, gelinen son çatışma ortamının Türkiye’nin pek de arzuladığı bir durum olmadığını düşünüyorum.
Bu düşüncem elbette iyi niyetli bir yaklaşım sonucunda vardığım kanaati ifade etmekte, yoksa tabiidir ki benim düşündüğümün aksi de pekala farklı bir politika ve strateji çerçevesinde bölgede uygulanıyor olabilir.

Türkiye’nin, Rojava’daki Kürtlerin yaşadığı saldırılar sonrasında kendi ülkesindeki Kürtlerin tedirginlik ve endişelerini giderecek bir takım adımlar atmasının aciliyeti her geçen gün artmaktadır.

Türkiye’nin iletişim halinde olduğu tüm taraflar ile son zamanlarda giderek yoğunlaşan bu çatışmaları sonlandıracak bir takım görüşmeler yapması ve hızlı adımlar atmasının, halen Türkiye’de devam eden çözüm sürecinin de zarar görmemesi adına hayati önem taşıdığı kanaatindeyim.

Bilindiği üzere Türkiye, Suriye noktasında Esad muhalifleri ve PYD ile de temas halinde ve kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Esad muhalifi çatının altında yer alan tüm oluşumlarla da eş zamanlı iletişim halindedir.

Türkiye’nin bu iletişim gücünü bölgede yaşanan çatışmaları sonlandırrmak adına kullanması ve Suriye Kürtlerini ciddiyetle ve samimiyetle ‘’sahiplenmesi’’, hem Türk-Kürt ittifakının geleceği, hem de kendi içinde yürüttüğü çözüm sürecinin sağlıklı yürümesi adına hayati önem taşımaktadır.

Belki de Türkiye için, daha önceki yazılarımda bahsettiğim Kırmızı Çizgi sendromlarından vazgeçmesinin tam da zamanı gelmiştir.

Türkiye’nin sadece PYD ekseninde kalmaksızın ve Türkiye kamuoyunda PKK Suriye’de devlet kuruyor algısına teslim olmaksızın, tüm Suriye Kürtlerini kucaklayacak bir politika ekseninde bölgedeki Kürtlerle hızla daha da yakınlaşması gerektiğine inanıyorum.

Zira sonu kalıcı barış ile taçlandırılabilecek bir çözüm süreci ve sonrasında da, daha sağlam bir zemine oturacağına inandığım Türk-Kürt ittifakının, hem Türkler hem de Kürtler için aydınlık ve huzurlu yarınların dinamosu olacağı kanaatindeyim.

Irak Kürdistanı ile bugün geldiğimiz muhteşem win-win ilişkisini, Suriye Kürtleriyle de pek ala kurabilir ve güneyimizde yeniden oluşacak sıır komşumuzu kendimiz tercih edip belirleyebiliriz.
Sanırım şimdi karar zamanı....

Yeni güney komşumuz Irak sınırımızdaki gibi yine kadim dostlarımız Kürtler mi olmalıdır ?

Yoksa El Kaide bağlantılı olduğu iddia edilen farklı güç ve yapılar mı olmalıdır ?

Hayırlısı diyelim...

Hoş Kalın
09 Ağustos 2013

@cngzkync