24 Şubat 2014

Kapıdaki Büyük Savaş

Günlerdir yazılı ve görsel medyanın hemen tamamında bahsi geçen bir konu vardı, yeterli yağışların olmaması nedeniyle su seviyeleri düşen barajlar gündemi meşgul etti ve meteorologlar ve hava tahmin uzmanları medya organlarında sıklıkla ülkemiz için ciddi bir ‘’kuraklık’’ uyarısında bulundular.


Belki bugünlerde yaşamakta olduğumuz bu kuraklık da geçici ve dönemseldi, ancak haklıydılar.

Hepimizin malumu, hızla kentleşiyoruz. Şehirler, kırsal bölgelerden çeşitli nedenlerden dolayı her yıl milyonlarca göç alıyor ve giderek daha da kalabalıklaşıyor. Bu kentlerde yaşayan insanların sayılarının artmasıyla beraber temiz su ihtiyacı ve yağış olmayan dönemlerde de oluşan su sıkıntısı da buna paralel ve doğal olarak sürekli artmakta.

Son zamanlarda, genel anlamda ve özellikle de temiz su kaynakları bakımından zengin olarak tanımlanan ülkemizde de artık su konusunda önemli sıkıntılar yaşanmaya başladı. Şu an için çok ciddi denecek boyutta içme suyu ihtiyacında pek sıkıntı yaşanmasada, ülke topraklarının bir bölümünde tarım amaçlı su ihtiyacı noktasında ciddi sıkıntıların yaşandığı ve ‘’kuraklık’’ uyarıları yapılacak boyuta gelindiği artık çok net görülmekte.

Bir yandan haklı stratejik nedenlerle iktidar tarafından 3 çocuk tavsiyeleri yapılırken, diğer yandan bu tavsiyeye uyulsa da uyulmasa da nüfusumuz zaten sürekli artmakta. Gelecek 35-40 yıl içinde nüfus artışının %50′lik bir artış göstermesi uzmanlar tarafından beklenirken, buna paralel su tüketiminde de 3 katlık bir artış olacağı tahmin ediliyor.

Elbette su sadece tüketimle azalmıyor. Bu anlamda, örneğin küresel iklim değişikliği süreci ve bu süreç içinde hepimizin de bugünlerde fark ettiğimiz gibi yağışlardaki düzensizlikler, temiz su dediğimiz kullanılabilir suyun artışında veya azalışında önemli etkilere sahip olmakta. Küresel iklim değişikliği ile beraber bazı bölgelerde su miktarının artışı bazı yerlerde ise azalması, yani bir dengesizlik de söz konusu.


Diğer yandan buzulların erimesi ve bu buzullarda hapsolmuş önemli miktardaki kullanılabilir temiz suyun tuzlu suya, yani denizlere karışması da var olan sorunlarımıza bir yenisini daha ekliyor. Tüm bu genel bilgiler ışığında Dünya Meteoroloji Örgütü 2025 yılında dünya nüfusunun %66′sının su sıkıntısı çekeceğini ön görerek bazı resmi açıklamalar yapıyor.

ABD, Hindistan, Çin gibi ülkelerde tarımda yapılan aşırı sulamalar sonucu her yıl bu tarım alanlarının olduğu bölgelerde yer altı su kaynaklarının 1 Metre azaldığı da biliniyor.

Geçtiğimiz günlerde açıklanan, NASA'nın 2003-2010 yıllarına ait uydu görüntüleri de Ortadoğu'da büyük miktarda içme suyu kaybı olduğunu gösteriyor. Araştırmacılar Türkiye, Suriye, İran ve Irak'ta Dicle ve Fırat nehirleri havzalarının bulunduğu bölgede su rezervlerinde 144 kilometreküplük azalma tespit ederek, tatlı su depolarındaki toplam kaybın Lut Gölü büyüklüğünde olduğunu belirtiyorlar.

Öte yandan Aralık 2012 de CNN’de yer alan bir habere göre, iki yıl kadar önce, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton tarafından talep edilen ve tamamlanarak, su güvenliği konusunda Ulusal İstihbarat Tahmini başlıklı çok gizli bir raporda, yoksulluk, sosyal gerilim, zayıf liderlik ve zayıf hükümetler ile birlikte sel, az ve kalitesiz su, devletlerin başarısızlığı gibi etkenlerin istikrarsızlığa katkıda bulunacağı belirtilmiştir.

Federal İstihbarat teşkilatlarının ortak görüşünü yansıttığı söylenen raporda, çarpıcı açıklamalara yer verilerek, su ve su kaynaklarının önümüzdeki 10 yıl içinde devletler arasında gerilimler yaratabileceği, ulusal ve küresel gıda piyasalarını bozacak tehditler oluşturabileceği, ancak 2022 yılından başlayarak özellikle Güney Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da su kaynaklarının bir savaş yada terör aracı olarak kullanabileceği vurgulanmıştır.


Dünya Bankası’nın 2012 yılında Doha'da düzenlenen iklim zirvesinde, gelecek yıllarda Ortadoğu ile Kuzey Afrika'nın bazı bölgelerinde su eksikliğinin başlıca sorun haline gelebileceği konusunda uyarıda bulunduğunu da hatırlamakta fayda var.


Yine Dünya Bankası’nın iklime ayrılan Dünya Kalkınma Raporu 2010 yayımlandı, raporda dünyada ısı artışı tehlikesine dikkat çekilirken, "Kuzey Avrupa kentleri yüzyılın ortasında Akdeniz iklimine hazır olsun" denilmiş, tehlikeyi sergileyen haritada da örnek olarak İstanbul’un 40 yıl sonra güneyde yer alan Karaman’ın iklimine sahip olacağı gösterilmiştir.


Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) açıkladığı “İnsani Gelişme Raporu 2006, Kıtlığın Eşiğinde, Güç, Yoksulluk ve Küresel Su Krizi” adlı raporda ise Türkiye gibi komşularıyla orantısız akarsu zenginliğine sahip ülkelere kriz uyarısı yapılmıştır.



Aynı raporda Türkiye arsenik zehirlenmesi olasılığı bulunan ülkeler arasında gösterilirken bu konuda da uyarıda bulunulmuş ve “Eşitsiz güç ilişkileri güvenin altını oyma etkisi yapabilir” denilmiştir. Raporda, su konusunda çıkabilecek krizlerin üstesinden gelecek liderlere değinilirken, “Ulusal çıkarları dengeler bir şekilde rakip iddiaları büyük bir sorumlulukla yönetmek yüksek nitelikli siyasi liderlik gerektirir” denilmiştir.

Şimdiye kadar savaşların bilinen en önemli sebeplerinden biri hep enerji kaynakları ve özellikle de bu anlamda petrol söz konusu olmuştur. Peki ya bundan sonra ?

Aslında biraz dikkatlice bakarsak bugüne dek gerçeklşen birçok uluslararası anlaşmazlıkların geri planında suyun da olduğunu görüyoruz.

Örneğin İsrail, Batı Şeria'nın kontrolünü ele geçirdiği 1967'den beri, Filistinlilerin burada kuyu açmasını engellemiştir ve bunu, zaten çok kullanılan yeraltı sularını korumak için gerekli bir uygulama olarak açıklayagelmiştir. Bu her ne kadar pratikte doğru olsa da İsrail’in bu korumaya kendisinin uymayarak suyun büyük bir kısmını aldığı ve Filistinlilerin kullanımını yasakladığı bilinmektedir. Yine İsrail'in Ürdün ile ilişkileri, ülkenin önemli su kaynağı olan Ürdün Nehrini kullanma talebi nedeniyle bozulmuştur. Hatta eski Başbakan Ariel Saron'un anılarında, 1967'deki Altı Gün Savaşları'nın toprak için olduğu kadar Ürdün nehrini kullanmak için olduğu da yazılmıştır.


Peki İsrail, Golan tepelerine askeri gerekçelerden çok nehrin çıkış yeri yani kaynağı olduğu için tabiri caizse ‘’konmamış’’ mıdır ?

Peki ya ;

Çin ve Hindistan’ın Bramaputra Nehri üzerindeki anlaşmazlıkları ? Ganj Nehri nedeniyle Hindistan ve Bangladeş arasındaki sorunlar ? Etiyopya ve Mısır’ın Nil Nehri dolayısıyla yaşadığı sorunlar ve Mısır’ın ve Sudan’ın, nehirden su aldı diye Etiyopya’ya zaman zaman savurdukları savaş tehditleri ?

Ya Kırgızistan ve Tacikistan halkını kışın sıcak tutan hidroelektrik santrallerinin, pamuk tarlaları için suya ihtiyacı olan Özbekistan ve Kazakistan'ın su ihtiyacını engellemesine ne demeli ?

Ya Türkiye ? Ya bizim Fırat ve Dicle nedeniyle güney komşularımızla ileride karşılaşmamız çok muhtemel sorunlar ?

BM teşkilatının verilerine göre, 10 yıl sonra dünyadaki insanların %45’i keskin şekilde tatlı su sıkıntısı yaşıyacak.

Bunca şeyi niye mi anlattım bunca yoğun gündem içinde ?

Yanıtlayayım ;.

Bir yanda ciddi bir kuraklıktan bahsederken, diğer yanda vatandaşlara ‘’korkmayın susuz kalmayacaksınız’’ demek seçimlere gidilen bir ortamda belki siyaseten bir artı kazandırabilir ancak bu ‘’iyi haberi’’ verirken bir yandan da, hali hazırda toplumda bir kuraklık algısı oluşmuşken, en önemli eksiklerimizden biri olan tasarruf bilincini geliştirmek adına, fırsat bu fırsat diyerek, ‘’su tasarrufu’’ önererek bir takım tedbirler de alınıp açıklansa çok daha doğru olmaz mıydı ?


Suyun ve tasarrufunun hayati önem ve kıymetini, illaki su savaşları birgün kapımıza dayandığında mı anlamamız gerekiyor ?

Hoş Kalın
24 Şubat 2014
@cngzkync