BDP heyetinin İmralı’da Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmesi ile kamuoyu tarafından da bilinir hale gelen görüşme süreci gündeme oturdu.
Aslında bugüne değin OSLO
görüşmelerinin bittiği sanılıyordu, ancak son ziyaret ile görüşmelerin
halen devam etmekte olduğu anlaşıldı. Görüşmelerin bilinir hale
gelmesini takiben, başta medya ve siyaset doğal olarak dahil olmak
üzere, toplumda her zamanki gibi farklı düşünen kesimler oluştu.
Bunları; İhtiyatlı kesimler, İyimser kesimler,
İyimser ancak ihtiyatlı kesimler, Tamamen karamsar ve umutsuz kesimler
ve tabi ki görüşmelere tamamen karşı duruş gösteren, Öcalan’ın muhatap
alınmasından rahatsız olan aşırı tahammülsüz kesimler olarak
tanımlayabiliriz.
En acıklısı ise ihtiyat adına bilinçli ya da bilinçsiz olarak daha ilk günden, ‘’bu iş olmaz‘’
paralelinde ifadeler kullananların varlığı. Açıkçası ben bu ifadelere
başvuranları hayretle izliyorum. Topluma karamsarlık ve olumsuzluk
pompalamanın görüşmelere ve barışa hizmet edebilceği noktasında elbette
ciddi kaygılarım var ve hiç bir fayda sağlamayacağı, bilakis zarar
verebileceği kanaatindeyim.
Aslına bakarsanız bu görüşmelerin kamuoyunca bilinir hale gelmesi bir anlamda toplumdaki "savaş" ve "barış" yanlilarinın belirginleşmesi adina da bir nevi Turnusol
oldu. Gayet açık bir şekilde kimlerin neye hizmet ettiği ve hangisinden
yana duruş içinde oldukları çok daha net bir şekilde anlaşılır oldu.
Olumsuz ve karamsar tavır sergileyen bilinçli ya da bilinçsiz bu aceleci
telaşlı çevrelerin, görüşmelerin olumsuz neticelenmesi adına daha ilk
duyulduğu günden giriştikleri çabaların bazılarının arka planında, Ak Parti ye bu durumdan büyük yara aldırma hesap ve düşüncesi de yatıyor olabilir.
Oysa bu sürecin olumsuz sonuçlanması ülke için çok
sıkıntılı yeni bir dönemin başlangıcı olma durumunun yanısıra, bence
herhangi bir başarısızlık Ak Parti’nin değil daha çok PKK’nin hanesine
yazılacaktır.
Dikkatle bakacak olursak iktidar, görüşmelerini
belli bir noktaya getirdikten sonra, Öcalan ile görüşmek üzere kendi
belirlediği isimlerden oluşan bir BDP heyetini adaya gönderdi ve bence
bu tavrı ile şunu ifade etti,
‘’Biz Ak Parti olarak, sizin
önderimiz dediğiniz Öcalan ile görüşmelerimizi yaptık bitirdik,
karşılıklı olarak bundan sonrası için yapacaklarımızı belirledik ve
onunla birlikte oluşturduğumuz bir yol haritası ile birlikte bir
anlaşmaya vardık, şimdi bu detayları adaya gidip önderimiz dediğiniz
Öcalan’dan dinleyin, alın ve ilgili diğer birimlerinize iletin ki süreç
artık başlasın’’
Tüm olumsuz yaklaşımlara ve engellemelere rağmen
hükümetin bu görüşmeleri bugüne kadar devam ettirmiş olması, bence
ciddiye alınması gereken çok olumlu ve önemli bir durumdur.
Hükümet adına görüşmelere memuriyet eden MİT yetkilileri ve PKK adına Öcalan
arasında yapılan görüşmelerden anlaşılan, her iki tarafın da elinde bir
protokolün en azından bir taslak olarak mevcut bulunmakta. Bu protokol,
taslak olarak ya da belki de netleşmiş ve anlaşmaya varılmış da olsa
kamuoyu ile paylaşılmadığı için tam olarak bilmemize elbette olanak yok.
Belki bu taslak metin kamuyouna hiç açklanmayacak. Dolayısıyla
tarafların atacakları adımlara bakarak bir takım sağlıklı
değerlendirmeler yapma imkanımız olacak.
Adımlara bakmak lazım diyorum çünkü en belirgin ve
gözle görülür olacak şeyler her iki tarafın atacağı somut adımlardan
ibaret olacaktır. Bu noktada taraflardan gelecek bir çok açıklamanın da,
ister istemez ‘’siyaset’’ içereceğinden hele
de bugğnlerde çok fazla ciddiye alınmaması gerektiği kanaatindeyim. Yani
taraflar bu üzerinde ön anlaşmaya vardıkları adımların fiilen hayata
geçirilmesi öncesinde elbette doğal olarak siyaseten bazı çıkışlar
yapacaklardır. Bazı atılacak adımların bazı şartlara bağlı olacağı
aşikardır. Elbette taraflar atacakları adımları kendileri için en
kazançlı olacak şekilde atma arayışında olacaktırlar. Sonuç itibariyle
ortada bir ‘’masa’’ , kim ne derse desin barış adına da bir ‘’pazarlık’’ ve ayrıca bu pazarlıklar sonucunda gidilmesi karar verilen bir ‘’barış yolu’’
bulunmaktadır. Elbette her iki taraf da az verip çok alma niyetinde
olacaktır ve bu da bu tip bir süreçte doğaldır. Elbette birtakım arıza
ve rahatsızlıklar söz konusu olabilecektir.
Bu yol hassasiyetle korunması ve sahip çıkılması
gereken bir yoldur. Bu yoldaki yolcuların hayırlı ve iyi bir yolculuk
yapmaları için, ülkenin tüm bireyleri evvela bu yolculuğun sıhhatle
tamamlanması için ellerinden gelenleri yapmaları ve yolcuları
desteklemeleri gereklidir.
Daha yola çıkılmadan bu yolculuğun hiç
başlamamasına uğraşmak barışa ihanet etmek, savaşın sürmesine sebep
olmak değil de nedir ?
Daha bir kaç gün olmuşken sözümona gerçekçilik
adına barış umutlarını ve hayallerini söndürmek adına, taraflardan gelen
ve olumsuzluktan ziyade tedbir ve ihtiyat içeren bazı açıklamaları ‘’bak gördün mü o siyasetçi ne dedi, bak duydun mu şu örgüt lideri şunu dedi’’ diyerek, ‘’bu iş olmaza’’
bağlamak, baltalamacılık, barışa ihanet, savaş tamtamcılığı, art
niyetlilik vs.’ ler bir kenara, her şeyden önce ciddi bir siyasi
öngörüsüzlük ve stratejik düşünce yeteneksizliği değil midir ?
Bu iş olmazcıların yürüttüğü stratejiyi tanımlamak gerekirse kullandıkları iki önemli yöntem şu;
1—Doğrudan görüşen taraflar
arasında zaten hassas ve kırılgan olan güveni kırmak, yıkmak, yok etmek
ve tarafları yeniden güvensizliğe çekmek...
2— İki tarafın tabanları arasında bir takım fitne ve rahatsızlıklar çıkarıp biribirlerine düşürmek...
Bu tuzaklara toplumun tüm kesimleri olarak asla
pabuç bırakmamak gerekir. Bu sürecin sonu olumlu biterse Türkiye çok
kazanacaktır. Tabi ki görüşmelerin olumlu bir neticeyle sonuçlanması da
bazı çevrelere çok kaybettirecektir.
Kim Ne Dedi...
Ahmet Türk’ün görüşmelere dair kamuoyuna karşı tüm ‘’sır küpü’’ duruşuna rağmen şu sözleri oldukça önemli ; ‘’İmralı’nın talepleri Devleti zorlamayacak’’ ...
Bu söz son derece doğrudur, bu ifade görüşmelerin
belli bir noktaya geldiğinin ve her iki taraf açısından görüşmelerin
belirli ölçülerde bir kıvama geldiğinin, kırmızı çizgilerin karşılıklı
olarak aşılmadığının ifadesidir. Bu ifade doğrudur çünkü Öcalan’ın
talepleri devleti zorlayacak noktada olsaydı, zaten devlet Ahmet Türk ve
Ayla Akat’ı asla Öcalan ile görüştürmezdi. Zaten emin olunuz ki
görüşmeler olumlu bir kıvama gelmese idi, devlet tarafından da Öcalan
ile direkt görüşmelerin yapıldığı bu derece net bir şekilde kamuoyuna
deklare edilmezdi diye düşünüyorum.
Öte yandan PKK nın Avrupa ayağı lideri olarak bilinen Zübeyir Aydar’ın yaptığı açıklama da oldukça olumlu ve önemlidir. Aydar yaptığı açıklamada şu ifadeyi kullanmıştı; ‘’Öcalan ile başlatılan görüşmeler bizim de talebimizdir. Bu görüşmelere karşı olmamız düşünülemez''.
Irak Kürdistanı Lideri Mesud Barzani ise yaptığı açıklamada; ‘’Gelişmeler, Kürt Sorunu’nun çözümü için önemli bir adım''... demişti.
Temas ve Diyalog Grubu olarak
bilinen ve C.Çandar, İ.Bedirhanoğlu, Osman Kavala ve Mithat Sancar’ın da
içinde bulunduğu grup ise, sürecin olumlu bir platformda ilerlediğini
açıklamıştı.
Ana muhalefet partisi CHP de bazı koşullar öne sürmesine rağmen netice itibari ile pratikte görüşmeleri desteklediği yününde açıklamalar yaptı
Mecliste grubu bulunan bir diğer parti olan MHP
ise, aslında hiç şaşırtmayacak bir şekilde yine Öcalan’ın muhatap
alınmasını ve kendisi ile görüşmeler yapılmasını en sert şekilde
eleştirdi ve bir anlamda kendilerinin bu süreç dışında pozisyon aldığını
duyurdu.
Bir kısım çevrelerin Leyla Zana’nın
neden görüşmelerde yer almadığını eleştirmesi ise bence anlamsız, Leyla
Zana zaten bu süreçte iradesini kullanan en önemli bir figürlerden
biridir ve sorunların çözülmesinde önemli bir köprüdür. Leyla Zana’nın
illa İmralı’ya gitmesi bence çok da gerekli değil. Zaten bu görüşmeler
sadece İmralı kanalından değil başka kanallardan da devam ettirilmesi
gereken bir süreç.
Örneğin Zana Irak Kürdistanı ile en iyi lişkiye
sahip mülletvekillerinden biridir. Belki süreç içinde Zana da o kanalda
bir köprü rolü üstlenebilir. Ayrıca Zana’nın İlla fiilen bir rol alması
da süreç açısından zorunluluk değildir, böyle görülemez. Ancak
gerektiğinde kurulması gereken köprülerden biri olabileceği de gayet
nettir. Sorunun artık Türkiye sınırlarını aştığını ve bir Ortadoğu
sorunu niteliği taşıdığını unutmamak gerekir.
Olası Engeller...
Süreçte en çok dikkat edilmesi gerekenin,
görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasını isteyen iç ve dış odakların
yadsınamayacak kadar güçlü olduklarıdır. Bu görüşmelerin başarı ile
sonuçlanmasının doğuracağı bir başka durum da süreç sonunda Ak Parti ve
PKK ile birlikte Öcalan’ın da süreç sonunda güçlenmiş olacakları
gerçeği. Bu iki aktörün birlikte ya da herhangi birinin tek başına
süreçten siyasal anlamda bir şekilde güçlenmiş olarak çıkmasını, yani
başarılı olmasını istemeyen kişiler de süreci baltalamak yönünde çaba
içerisinde olacaklardır.
Mevcut PKK ve Kürt Sorunun her ikisinin de Ak Parti
döneminde çözülmesini istemeyen ve bu durumdan siyasi rant amaçlayan,
bugüne kadar da rant sağlamış bazı çevreler de bu görüşmelerin
başarısızlıkla sonuçlanması yönünde çaba içerisinde olabilirler, ciddi
sorunlar çıkarabilirler.
Umarım tüm kesimler mevcut iki sorunun da artık
Türkiye sorunu olmaktan çıkmakta olduğunun ve bölgesel bir ortadoğu
sorunu haline gelmek üzere olduğunun, Kürt Sorunu yada bir başka ifade
ile Türkiye’deki Kürtlerin Sorunlarının artık Türkiye ile sınırlı bir
sorun olmaktan çıkmakta olduğunun, sorunun Ortadoğu’nun Kürtleri ya da Ortadoğu Kürdistanı Sorunu haline geldiğinin farkında olurlar.
Bu durumu fark etmek mevcut sorunların çözülmesinin
ne kadar elzem olduğunu ve çözüm için tüm kesimlerin sürecin yanında ve
destekçi olması gerektiğini anlamaya yeterli olacaktır diye
düşünüyorum.
Kendi Kürtleri ile ilgili sorunu çözemeyen bir Türkiye’nin yakın gelecekte oluşması muhtemel, Ortadoğu Kürt Sorunu ile çok zor koşullar altında muhatap olması ihtimali ne yazık ki oldukça kuvvetlidir.
Ne Yapmalı...
Daha önce hep birlikte şahit olduğumuz bir Habur
süreci var. Bu sürecin yeniden yaşanmaması için tarafların maksimum
düzeyde hassasiyet göstermesi gerektiğini düşünüyorum. İktidar ümit var
oldugum, örgütün olasi bir geri cekilmesi durumunda umarim Habur'da
maalesef örgütün yaptigini yapmaz ve gerektiği gibi olgun davranıp bu
durumu ‘’zafer cigliklari’’ ile kamuoyuna yansıtmaz. Aynı şekilde yine umarım PKK ve BDP cephesi de devletin atacağı bir takım yeni demokratik adımları ‘’zafer kazandık’’ tavrı ile tabanına ve kamuoyuna yansıtmaz.
Açıkçası öncelikli olarak silahların susması ve
buna paralel görüşmelerin karşılıklı diğer adımlarla devamı içeriğinde
olduğu görünen iki taraf arasındaki, geçen dönemlere göre daha da
olgunlaşmış gözüktüğü için ‘’yeni’’
diyebileceğimiz dönemin, tüm toplum kesimleri tarafından olgunluk ve
sakinlikle karşılanması gerektiğini, nihai hedef olan kalıcı barış
ortamına varılıncaya kadar sabırla davranılması gerektiğini düşünüyorum.
Komploculuğa yatkın ve komplo teorilerine meraklı bir toplum olarak hiç değilse bu ‘’yeni’’ diyebileceğimiz süreç sonuçlanıncaya kadar bu huylarımızdan vaz geçmemizde toplum yararına fayda olduğunu düşünüyorum.
Eğer illa bir zafer söz konusu olacaksa, toplum olarak tek ortak zaferimizin,’’ silahlarin susmasi ve barış’’, eğer illa bir mağlubiyetten söz edilecekse de, toplum olarak tek ortak maglubiyetimizin ‘’çatışmaların ve savaş halinin sürmesi’’ olacağını düşünüyorum...
Gelin bu sefer hepimiz barışa ve çözüme odaklanalim...
Gelin bu sürecin yanında yer almak bir risk ise, bu riski hep birlikte alalım..
Gelin barış yolunu birlikte yürüyelim...
Hoş Kalın...
08 Ocak 2013
Twitter : @cngzkync