8 Ocak 2013

Barış Yolu


BDP heyetinin İmralı’da Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmesi ile kamuoyu tarafından da bilinir hale gelen görüşme süreci gündeme oturdu.

Aslında bugüne değin OSLO görüşmelerinin bittiği sanılıyordu, ancak son ziyaret ile görüşmelerin halen devam etmekte olduğu anlaşıldı. Görüşmelerin bilinir hale gelmesini takiben, başta medya ve siyaset doğal olarak dahil olmak üzere, toplumda her zamanki gibi farklı düşünen kesimler oluştu.

Bunları; İhtiyatlı kesimler, İyimser kesimler, İyimser ancak ihtiyatlı kesimler, Tamamen karamsar ve umutsuz kesimler ve tabi ki görüşmelere tamamen karşı duruş gösteren, Öcalan’ın muhatap alınmasından rahatsız olan aşırı tahammülsüz kesimler olarak tanımlayabiliriz.

En acıklısı ise ihtiyat adına bilinçli ya da bilinçsiz olarak daha ilk günden, ‘’bu iş olmaz‘’ paralelinde ifadeler kullananların varlığı. Açıkçası ben bu ifadelere başvuranları hayretle izliyorum. Topluma karamsarlık ve olumsuzluk pompalamanın görüşmelere ve barışa hizmet edebilceği noktasında elbette ciddi kaygılarım var ve hiç bir fayda sağlamayacağı, bilakis zarar verebileceği kanaatindeyim.

Aslına bakarsanız bu görüşmelerin kamuoyunca bilinir hale gelmesi bir anlamda toplumdaki  "savaş" ve "barış" yanlilarinın belirginleşmesi adina da bir nevi Turnusol oldu. Gayet açık bir şekilde kimlerin neye hizmet ettiği ve hangisinden yana duruş içinde oldukları çok daha net bir şekilde anlaşılır oldu. Olumsuz ve karamsar tavır sergileyen bilinçli ya da bilinçsiz bu aceleci telaşlı çevrelerin, görüşmelerin olumsuz neticelenmesi adına daha ilk duyulduğu günden giriştikleri çabaların bazılarının arka planında, Ak Parti ye bu durumdan büyük  yara aldırma hesap ve düşüncesi de yatıyor olabilir.

Oysa bu sürecin olumsuz sonuçlanması ülke için çok sıkıntılı yeni bir dönemin başlangıcı olma durumunun yanısıra, bence herhangi bir başarısızlık Ak Parti’nin değil daha çok PKK’nin hanesine yazılacaktır.

Dikkatle bakacak olursak iktidar, görüşmelerini belli bir noktaya getirdikten sonra, Öcalan ile görüşmek üzere kendi belirlediği isimlerden oluşan bir BDP heyetini adaya gönderdi ve bence bu tavrı ile şunu ifade etti,  
‘’Biz Ak Parti olarak, sizin önderimiz dediğiniz Öcalan ile görüşmelerimizi yaptık bitirdik, karşılıklı olarak bundan sonrası için yapacaklarımızı belirledik ve onunla birlikte oluşturduğumuz bir yol haritası ile birlikte bir anlaşmaya vardık, şimdi bu detayları adaya gidip önderimiz dediğiniz Öcalan’dan dinleyin, alın  ve ilgili diğer birimlerinize iletin ki süreç artık başlasın’’

Tüm olumsuz yaklaşımlara ve engellemelere rağmen hükümetin bu görüşmeleri bugüne kadar devam ettirmiş olması, bence ciddiye alınması gereken çok olumlu ve önemli bir durumdur.

Hükümet adına görüşmelere memuriyet eden MİT yetkilileri ve PKK adına Öcalan arasında yapılan görüşmelerden anlaşılan, her iki tarafın da elinde bir protokolün en azından bir taslak olarak mevcut bulunmakta. Bu protokol, taslak olarak ya da belki de netleşmiş ve anlaşmaya varılmış da olsa kamuoyu ile paylaşılmadığı için tam olarak bilmemize elbette olanak yok. Belki bu taslak metin kamuyouna hiç açklanmayacak. Dolayısıyla tarafların atacakları adımlara bakarak bir takım sağlıklı değerlendirmeler yapma imkanımız olacak.

Adımlara bakmak lazım diyorum çünkü en belirgin ve gözle görülür olacak şeyler her iki tarafın atacağı somut adımlardan ibaret olacaktır. Bu noktada taraflardan gelecek bir çok açıklamanın da, ister istemez ‘’siyaset’’ içereceğinden hele de bugğnlerde çok fazla ciddiye alınmaması gerektiği kanaatindeyim. Yani taraflar bu üzerinde ön anlaşmaya vardıkları adımların fiilen hayata geçirilmesi öncesinde elbette doğal olarak siyaseten bazı çıkışlar yapacaklardır. Bazı atılacak adımların bazı şartlara bağlı olacağı aşikardır. Elbette taraflar atacakları adımları kendileri için en kazançlı olacak şekilde atma arayışında olacaktırlar. Sonuç itibariyle ortada bir ‘’masa’’ , kim ne derse desin barış adına da bir ‘’pazarlık’’ ve ayrıca bu pazarlıklar sonucunda gidilmesi karar verilen bir ‘’barış yolu’’ bulunmaktadır. Elbette her iki taraf da az verip çok alma niyetinde olacaktır ve bu da bu tip bir süreçte doğaldır. Elbette birtakım arıza ve rahatsızlıklar söz konusu olabilecektir.

Bu yol hassasiyetle korunması ve sahip çıkılması gereken bir yoldur.  Bu yoldaki yolcuların hayırlı ve iyi bir yolculuk yapmaları için, ülkenin tüm bireyleri evvela bu yolculuğun sıhhatle tamamlanması için ellerinden gelenleri yapmaları ve yolcuları desteklemeleri gereklidir.

Daha yola çıkılmadan bu yolculuğun hiç başlamamasına uğraşmak barışa ihanet etmek, savaşın sürmesine sebep olmak değil de nedir ?

Daha bir kaç gün olmuşken sözümona gerçekçilik adına barış umutlarını ve hayallerini söndürmek adına, taraflardan gelen ve olumsuzluktan ziyade tedbir ve ihtiyat içeren bazı açıklamaları ‘’bak gördün mü o siyasetçi ne dedi, bak duydun mu şu örgüt lideri şunu dedi’’ diyerek, ‘’bu iş olmaza’’ bağlamak, baltalamacılık, barışa ihanet, savaş tamtamcılığı, art niyetlilik vs.’ ler bir kenara, her şeyden önce ciddi bir siyasi öngörüsüzlük ve stratejik düşünce yeteneksizliği değil midir ?

Bu iş olmazcıların yürüttüğü stratejiyi tanımlamak gerekirse kullandıkları iki önemli yöntem şu;

1—Doğrudan görüşen taraflar arasında zaten hassas ve kırılgan olan güveni kırmak, yıkmak, yok etmek ve tarafları yeniden güvensizliğe çekmek...
2— İki tarafın tabanları arasında bir takım fitne ve rahatsızlıklar çıkarıp biribirlerine düşürmek...

Bu tuzaklara toplumun tüm kesimleri olarak asla pabuç bırakmamak gerekir. Bu sürecin sonu olumlu biterse Türkiye çok kazanacaktır. Tabi ki görüşmelerin olumlu bir neticeyle sonuçlanması da bazı çevrelere çok kaybettirecektir.

Kim Ne Dedi...

Ahmet Türk’ün görüşmelere dair kamuoyuna karşı tüm ‘’sır küpü’’ duruşuna rağmen şu sözleri oldukça önemli ; ‘’İmralı’nın talepleri Devleti zorlamayacak’’ ...

Bu söz son derece doğrudur, bu ifade görüşmelerin belli bir noktaya geldiğinin ve her iki taraf açısından görüşmelerin belirli ölçülerde bir kıvama geldiğinin, kırmızı çizgilerin karşılıklı olarak aşılmadığının ifadesidir. Bu ifade doğrudur çünkü Öcalan’ın talepleri devleti zorlayacak noktada olsaydı, zaten devlet Ahmet Türk ve Ayla Akat’ı asla Öcalan ile görüştürmezdi. Zaten emin olunuz ki görüşmeler olumlu bir kıvama gelmese idi, devlet tarafından da Öcalan ile direkt görüşmelerin yapıldığı bu derece net bir şekilde kamuoyuna deklare edilmezdi diye düşünüyorum.

Öte yandan PKK nın Avrupa ayağı lideri olarak bilinen Zübeyir Aydar’ın yaptığı açıklama da oldukça olumlu ve önemlidir. Aydar yaptığı açıklamada şu ifadeyi kullanmıştı; ‘’Öcalan ile başlatılan görüşmeler bizim de talebimizdir. Bu görüşmelere karşı olmamız düşünülemez''.

Irak Kürdistanı Lideri Mesud Barzani ise yaptığı açıklamada; ‘’Gelişmeler, Kürt Sorunu’nun çözümü için önemli bir adım''... demişti.

Temas ve Diyalog Grubu olarak bilinen ve C.Çandar, İ.Bedirhanoğlu, Osman Kavala ve Mithat Sancar’ın da içinde bulunduğu grup ise, sürecin olumlu bir platformda ilerlediğini açıklamıştı.

Ana muhalefet partisi CHP de bazı koşullar öne sürmesine rağmen netice itibari ile pratikte görüşmeleri desteklediği yününde açıklamalar yaptı

Mecliste grubu bulunan bir diğer parti olan MHP ise, aslında hiç şaşırtmayacak bir şekilde yine Öcalan’ın muhatap alınmasını ve kendisi ile görüşmeler yapılmasını en sert şekilde eleştirdi ve bir anlamda kendilerinin bu süreç dışında pozisyon aldığını duyurdu.

Bir kısım çevrelerin Leyla Zana’nın neden görüşmelerde yer almadığını eleştirmesi ise bence anlamsız, Leyla Zana zaten bu süreçte iradesini kullanan en önemli bir figürlerden biridir ve sorunların çözülmesinde önemli bir köprüdür. Leyla Zana’nın illa İmralı’ya gitmesi bence çok da gerekli değil. Zaten bu görüşmeler sadece İmralı kanalından değil başka kanallardan da devam ettirilmesi gereken bir süreç.

Örneğin Zana Irak Kürdistanı ile en iyi lişkiye sahip mülletvekillerinden biridir. Belki süreç içinde Zana da o kanalda bir köprü rolü üstlenebilir. Ayrıca Zana’nın İlla fiilen bir rol alması da süreç açısından zorunluluk değildir, böyle görülemez. Ancak gerektiğinde kurulması gereken köprülerden biri olabileceği de gayet nettir. Sorunun artık Türkiye sınırlarını aştığını ve bir Ortadoğu sorunu niteliği taşıdığını unutmamak gerekir.

Olası Engeller...

Süreçte en çok dikkat edilmesi gerekenin, görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanmasını isteyen iç ve dış odakların yadsınamayacak kadar güçlü olduklarıdır. Bu görüşmelerin başarı ile sonuçlanmasının doğuracağı bir başka durum da süreç sonunda Ak Parti ve PKK ile birlikte Öcalan’ın da süreç sonunda güçlenmiş olacakları gerçeği. Bu iki aktörün birlikte ya da herhangi birinin tek başına süreçten siyasal anlamda bir şekilde güçlenmiş olarak çıkmasını, yani başarılı olmasını istemeyen kişiler de süreci baltalamak yönünde çaba içerisinde olacaklardır.

Mevcut PKK ve Kürt Sorunun her ikisinin de Ak Parti döneminde çözülmesini istemeyen ve bu durumdan siyasi rant amaçlayan, bugüne kadar da rant sağlamış bazı çevreler de bu görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması yönünde çaba içerisinde olabilirler, ciddi sorunlar çıkarabilirler.

Umarım tüm kesimler mevcut iki sorunun da artık Türkiye sorunu olmaktan çıkmakta olduğunun ve bölgesel bir ortadoğu sorunu haline gelmek üzere olduğunun, Kürt Sorunu yada bir başka ifade ile Türkiye’deki Kürtlerin Sorunlarının artık Türkiye ile sınırlı bir sorun olmaktan çıkmakta olduğunun, sorunun Ortadoğu’nun Kürtleri  ya da Ortadoğu Kürdistanı Sorunu haline geldiğinin farkında olurlar.

Bu durumu fark etmek mevcut sorunların çözülmesinin ne kadar elzem olduğunu ve çözüm için tüm kesimlerin sürecin yanında ve destekçi olması gerektiğini anlamaya yeterli olacaktır diye düşünüyorum.
Kendi Kürtleri ile ilgili sorunu çözemeyen bir Türkiye’nin yakın gelecekte oluşması muhtemel, Ortadoğu Kürt Sorunu ile çok zor koşullar altında muhatap olması ihtimali ne yazık ki oldukça kuvvetlidir.

Ne Yapmalı...

Daha önce hep birlikte şahit olduğumuz bir Habur süreci var. Bu sürecin yeniden yaşanmaması için tarafların maksimum düzeyde hassasiyet göstermesi gerektiğini düşünüyorum. İktidar ümit var oldugum, örgütün olasi bir geri cekilmesi durumunda umarim Habur'da maalesef örgütün yaptigini yapmaz ve gerektiği gibi olgun davranıp bu durumu ‘’zafer cigliklari’’ ile kamuoyuna yansıtmaz. Aynı şekilde yine umarım PKK ve BDP cephesi de devletin atacağı bir takım yeni demokratik adımları ‘’zafer kazandık’’ tavrı ile tabanına ve kamuoyuna yansıtmaz.

Açıkçası öncelikli olarak silahların susması ve buna paralel görüşmelerin karşılıklı diğer adımlarla devamı içeriğinde olduğu görünen iki taraf arasındaki, geçen dönemlere göre daha da olgunlaşmış gözüktüğü için ‘’yeni’’ diyebileceğimiz dönemin, tüm toplum kesimleri tarafından olgunluk ve sakinlikle karşılanması gerektiğini, nihai hedef olan kalıcı barış ortamına varılıncaya kadar sabırla davranılması gerektiğini düşünüyorum.

Komploculuğa yatkın ve komplo teorilerine meraklı bir toplum olarak hiç değilse bu ‘’yeni’’ diyebileceğimiz süreç sonuçlanıncaya kadar bu huylarımızdan vaz geçmemizde toplum yararına fayda olduğunu düşünüyorum.

Eğer illa bir zafer söz konusu olacaksa, toplum olarak tek ortak zaferimizin,’’ silahlarin susmasi ve barış’’, eğer illa bir mağlubiyetten söz edilecekse de, toplum olarak tek ortak maglubiyetimizin ‘’çatışmaların ve savaş halinin sürmesi’’ olacağını düşünüyorum...  

Gelin bu sefer hepimiz barışa ve çözüme odaklanalim...  
Gelin bu sürecin yanında yer almak bir risk ise, bu riski hep birlikte alalım..
Gelin barış yolunu birlikte yürüyelim...

Hoş Kalın...

08 Ocak 2013
Twitter : @cngzkync