Başbakan Erdoğan’ın ‘’tüm etnik ve dini milliyetçilikleri ayaklarımızın altna aldık’’ açıklamasından sonra kamuoyu ve medyada ‘’milliyetçilik’’ ve ‘’ırkçılık’’ üzerine bir takım tartışmalar söz konusu olunca, her ne kadar bu konuda ‘’uzman’’ sıfatı taşımıyor olsam da, eh işte bir köşe yazarı kapasitesince, belki de ‘’haddim olmayarak’’ bazı bilgi ve değerlendirmelerimi paylaşma ihtiyacı duydum.
Çok
fazla eskilere gitmeden, bu ve bundan sonraki bir kaç köşe yazımda,
belki de yakın tarih diyebileceğimiz bir zaman aralığında, yani
Osmanlı’dan günümüze ‘’milliyetçilik’’ ve bence milliyetçiliğin hemen bir sonraki ve en tehlikeli adımı sayılabilecek olan ‘’ırkçılık’’
kapsamında sayılabilecek bazı uygulamaları, çalışmaları, zaman zaman
kendi yorumlarımı da ekleyerek sizlerle paylaşmak istedim.
Belki
bazı bilgiler bir kısmınız tarafından biliniyor olabilir, bilenler için
belki bir hatırlatma, bu konularda bilgi sahibi olmayanlar için ise
umarım bilgi dağarcıklarına birer ‘’ekleme’’ babından katkı olur.
*******
Osmanlı’daki Hoşgörü
Evet hep bahsettiğimiz bir Osmanlı Hoşgörüsü
vardır. Genellikle bundan bahsederken de bugünün yöneticilerine dünü
işaret eder ve örnek göstererek aynı anlayışı, uygulamaları ve hoşgörüyü
günün idarecilerinden talep eder dururuz. Peki bu durum acaba gerçekten
sadece Osmanlı’nın gerçekten sadece hoşgörüsünden mi, yoksa bir ‘’İmparatorluk’’ olmanın gereği, tesisi, korunması ve devamı için o dönemde bir başka mantıklı yolun olmamasından mı kaynaklanmaktadır ?
Örneğin
şunu düşünelim, Müslümanlara oranla Gayrimüslimlerden kat kat daha
fazla vergi alan bir irade ve yönetim neden Gayrimüslimlerin dinlerini
değiştirmeyi dayatsın ki ? Bu bir anlamda kardan zarar etmek anlamına
gelmez mi?
Osmanlı
sadece hoşgörü olarak ifade edilen bir davranış nedeniyle değil de,
İmparatorluk olma gereği olarak bugünün onlarca Ulus Devlet yönetimleri
örneğinde olduğu gibi “Tek Bayrak’’, ‘’Tek Din’’ , ‘’Tek Ulus’’, ‘’Tek Millet’’ , ‘’Tek Dil” , ‘’Tek Mezhep’’ vs gibi bir ‘’TEKÇİ’’
yapıda zaten olamayacağından, bu tip bir yönetim yapısının hanedan
egemenliğini ve imparatorluk yönetim biçimini bozabileceği riski
nedeniyle bu yöntemi tercih etmiş olamaz mı ?
Turmenia – Turchia - Türkiye
O dönemlere baktığımızda, her ne kadar imparatorluk kendini ‘’Osmanlı’’ olarak tanımlıyor olsa da , Avrupa tarafından Osmanlı İmparatorluğunda yaşayanların ‘’Türk’’ olarak algılanmakta olduğunu görmekteyiz. Hatta Osmanlı yönetimindeki Anadolu topraklarına da bir hayli eski yıllardan beri ‘’Türkiye’’ denildiğini görüyoruz.
Kaynaklara bakıldığında bilim adamlarının bugün kullanmakta olduğumuz “Türkiye” isminin, İtalyanca “Turchia”
kelimesinden geldiğini belirtmekteler. Yani bu isim ve tanım Türklere
ait değil İtalyanlar tarafından Türklerin yaşadığı topraklara verilmiş
bir addır.
Prof.Dr. İlber Ortaylı bir makalesinde Cenovalı ve Venedikli tüccar ve diplomatların, 12. Yüzyılda, ülkemizi ‘’Turchia’’ ve ‘’Turmenia’’ olarak tanımladıklarını belirtmektedir.
Prof.Dr. Abdulhaluk Çay ise ‘’Turchia’’ tanımını çok daha gerilere götürmekte ve ‘’Turchia’’ tabirine ilk defa 6. Yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtmekte. Ayrıca bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kaanlığı için ''Doğu Türkiye'si'', Arpad Hanedanının kurduğu Macar Devleti için ''Batı Türkiye'si'' şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. Yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtmekte.
Burada önemli olan husus Batılıların, ‘’Turchia’’ halkına hiçbir zaman ‘’Türkiyeli’’ demeyip, ‘’Türk’’
(Turc) demeleridir. Yani bu verilerden de anlaşıldığı üzere Türkler
isimlerini ülkelerinden değil, ülkeleri isimlerini Türklerden almış.
Osmanlı ve Avrupa da Türk Algısı...
Batıdaki
medeniyetlerin o dönemlerde Osmanlı topraklarında yaşayan insanlara
Türk demesinin Osmanlı tarafından hiç hoş karşılanmadığını ve bu
tanımlamadan bugünlerdekinin tersine ciddi şekilde rahatsızlık
duyulduğunu görüyoruz.
Bu rahatsızlığın sebebinin de Osmanlı’nın, dönemin Batı medeniyetlerinin kendilerinden bahsederken kullandıkları ‘’Türk’’ kelimesinden kast ettiklerinin aslında bir ırkı tanımlamak değil, daha ziyade bu tanımı aşağılayıcı bir şekilde ‘’barbar’’, ‘’katil’’ ve ‘’vahşi’’ gibi anlamlarda kullanıldığının farkında olmasından kaynaklandığı görülüyor.
Yani o dönemlerde ‘’Türk’’ denildiğinde Batı ne anlıyorsa Osmanlı da bu tanımdan aynı şeyi algılamakta.
Hatta öyle ki, o dönemlerde saray güruhunda illa ‘’Türk’’ lafı geçecekse ya “Etrak-i Biidrak” (Aptal Türkler), ya da “Etrak-i Napak” (Kirli Türkler) şeklinde geçtiği söylenmekte.
Bu söylemlerle ilgili kaynak olarak Prof.İlhan Arsel'in ''Arap Milliyetçiliği ve Türkler'' kitabını inceleyebilirsiniz.
Ne
enterasan değil mi ? Bu bilgileri aktarırken, aklıma birden aynı hatalı
yaklaşımın yakın zamana kadar ülkede yaşayan Kürtlere ‘’Kro’’ denilerek yapıldığı gerçeği geldi. Neyse ki bu ifadeler bugünlerde büyük oranda terk edildi.
O dönemdeki ‘Türk’’
algısına dönecek olursak ve açıkça söylemek gerekirse, bugünün
kıymetlilerinden, canım Anadolu’nun güzel insanlarından o dönemin Göçebe
Yörüklerinin, o zamanlarda pek de itibar gördüklerini ne yazık ki
söyleyemiyoruz..
Diğer yazımda buluşmak üzere...
Hoş kalın...
05 Mart 2013
Twitter : @cngzkync