Önceki yazımda ‘’Türk Tarih Tezi’’ ne hafif bir vurgu yapmış ve bazı kitapların hazırlandığından ve yayınlandığından bahsederek yazımı sonlandırmıştım.
Bu
eserlerden sonraki satırlarda yeniden bir miktar daha bahsedeceğim
ancak, Afet İnan’a verilen talimat öncesi yıllarda da ırkçı söylemlerin
genç Cumhuriyeti yönetenlerin dilinde zaten yer almakta olduğunu
belirtmekte fayda var.
Yer almaması da pek mümkün değil aslında, çünkü o yıllarda ‘’Irkçılık’’ nerdeyse tüm dünyada bir moda ve bilim gibi pazarlanan yeni bir ‘’ürün’’ durumunda.
Örneğin
1926 yılında Mustafa Kemal’in sporculara hitaben yaptığı bir konuşma
var, Irkçılık konusuna dair kendimce yaptığım araştırmada rastladığım bu
konuşmayı izninizle sizlerle de paylaşayım.
Mustafa Kemal şöyle sesleniyor sporculara;
“Bu kadar mühim olan spor hayatı, bizim için daha mühimdir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın ıslah (iyileştirilme) ve küsayişi (ferahlığı) meselesidir. İstifası (ayıklanması) meselesidir ve hatta biraz da medeniyet meselesidir. Türk ırkında mazinin meş’um (uğursuz), menfî (olumsuz), bîmânâ (anlamsız) izleri kalmıştır. Yalnız görüyorsunuz ki, tarihlerde cihan hâkimi olmuş koskoca Türk milletine, bugünkü neslimiz varis olduğu (kaldığı) zamanda, bu koca milleti biraz zayıf, biraz hasta, biraz cılız bulmuştuk.
Efendiler, gürbüz, yavuz evlatlar isterim.”
********
Yukarıda
verdiğim enteresan konuşmanın çok öncesinde, 1920'lerin ikinci
yarısından itibaren, Türkiye’de ırkçılığın resmî kanallar yoluyla da
giderek güçlendiğini görmekteyiz. Ancak elbette 1930 lar adeta bir dönüm
noktası gibi. Anlatmaya çalışacağım elbette dilim döndüğünce.
Bu
yıllarda devletin, tek millet, tek bayrak, tek dil, tek parti, tek şef
tarzına doğru yönelmekte olduğunu iyice belirgin şekilde görüyoruz.
Mussolini ve Hitler’den dahi önce başlayan bu eğilim çerçevesinde Mustafa Kemal’in ismini, öztürkçe diyerek ‘’Kamal’’ yapan (kamal, eski türkçe’de “kale” demekmiş) ve devletin Resmî Dini olarak, evet yanlış okumadınız, dini olarak da ‘’Kamalizmi’’ belirleyen bir anlayış egemen olmaya başlamış.
Devletin Resmî Dininin ‘’İslam’’ olduğu ibaresinin anayasadan çıkarıldığı yıl olan1928'de, “Türk’ün Yeni Amentüsü” adlı bir de kitap yayınlanmış.
Bu
bahsettiğim kitap adeta devlete tapınmanın ve milliyetçiliğin bir dine
dönüştürülmesinin amentüsü dersek hiç de yanlış bir tespit yapmış
olmayız diye düşünüyorum.
Bakın kitapta neler deniliyor ;
“Kahramanlığın
örneği olan ve vatanın istiklalini yoktan var eden Mustafa Kemal’e,
onun cengaver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahid analarına ve Türkiye
için ahiret günü olmadığına iman ederim.
İyilikle
fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medenî cihanda en
büyük mevkii kazanacağına, hamaset destanlarıyla tarihi dolduran
kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu
olduğuna kalbimin bütün hulusuyla şehadet eylerim.”
*******
Türk’ün
Yeni Amentüsü kitabından iki yıl kadar önce, tam tarih vermek gerekirse
18 ekim 1926'da, Samsun Milletvekili Ruşenî Bakır tarafından yazılan “Din Yok, Milliyet Var” isimli kitabına da bir göz gezdirelim.
“Bizim
kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu
kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren ‘Ulusalcılığımızdır’. O halde felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır. Ulusunu
seven, ulusunu yükselten ve ulusuna da yanan insan, her zaman güçlü,
her zaman namuslu ve her zaman onurlu bir insandır. Hangi ulusun
yüceliği, Türklüğün ululuğu kadar tarihin bilinmeyen enginlerine
uzanmıştır? Ve en nihayet hangi ulus ölürken Azrail’i tepelemiştir.
Dünyada Türk olmak kadar onur mu var ? Ve Türk olmak kadar ‘din’ mi var?”
********
Bu yazılık da bu kadar diyelim....
Devam edecek...
Hoş kalın...
08 Mart 2013
Twitter : @cngzkync