6 Mart 2013

Dünden Bugüne IRKÇILIK -2-


Kapitalizmin Zorlu Yıllarında Osmanlı...

19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar kendine özgü ve çağın çok gerisinde kalan bir ekonomik yaşama sahip Osmanlı Devleti, Batılılarla olan ilişkiler geliştikçe o dönem dünya geneline yeni yeni egemen olan kapitalist düzenle ilişkiler kurmaya başlar.

Özellikle Kırım Savaşı sırasında Fransa ve İngiltere ile Rusya’ya karşı ortaklaşa yürütülen savaş,  ilişkileri daha da sıklaştırır. İngiliz ve Fransız birliklerinin İstanbul`a gelişi, uzun süre başkentte kalmaları; bir taraftan çoğu Gayrimüslim olan esnaf ve tüccara yeni pazar ve kâr olanakları sağlarken Batı yaşam tarzı ve tüketim örnekleri de hayatımıza karışmaya başlar.  

Daha önceleri çok zengin olsa da çok mütevazı bir hayat süren Gayrimüslim tüccarlar yaşam tarzlarını değiştirip daha lüks ve tüketime dönük bir hayat tarzını seçerer. Bu Avrupa mallarına ilgiyi artırır ve ithalat önceden görülmemiş boyutlara sıçrar. Buna Saray’ın ve üst bürokrasinin ayni eğilimlere girmesi eklenince ister istemez bir israf dönemi başlar. Ülke ürettiğinden fazlasını harcamakta, bütçe devamlı açıklar vermektedir.

Bu arada Kırım Savaşı’nın askeri masraflarıyla, Suriye ve Lübnan’daki karışıklıklar ile daha sonra Hersek ve Sırbistan ve ilaveten Bulgaristan isyanları’nın bastırılması için gerekli askeri harcamalar da bu açıkları artıran unsurlar olur.

Osmanlı Devleti, bütçeden karşılayamadığı para gereksinimini iki yoldan bulmaya çalışır. İlki dış borçlanma yoludur. Özellikle Paris, Londra ve Viyana gibi Avrupa’nın mali merkezlerindeki uluslararası finans kurumlarından borç alınır.

Galata Bankerleri...

Dış Borçlanma yetmediği zamanlar ise iç borçlanma yoluna gidilir. İç borçlanma yolu meşhur ‘’Galata Bankerleri’’ denen bir sınıf bankerin doğmasına neden olur. Bunların hepsi de Gayrimüslim veya Levanten olan , borsa oyunlarına yatkın ve bilgili ayrıca Avrupa finans kurumlarıyla da sıkı ilişkili kişilerdir.

Hatırlatmak gerekirse bu ünlü bankerlerin ilk örnekleri, Manolaki Baltazzi (Baltacı diye de bilinir) ve J.Alleon’dur. Daha sonra Ermeni asıllı Köçeoğlu, Rum asıllı Zarifi ve Hıristaki ile Musevi asıllı Kamondo ailesi bankerlik alanında en tanınmış isimler olarak ortaya çıkar.

Burada dikkat çeken bir noktayı belirtelim, bu bankerlerin yaşamları İstanbul`da geçmesine , bu şehirde çok ciddi miktarlarda paralar kazanmalarına karşın hiçbiri Osmanlı uyruklu değildir. Yunan uyruğunu tabi olan Zarifi dışında hepsi Fransız uyrukludur.

Baltacı olarak anılan banker ile birlikte ülkemizdeki ilk banka olan ‘’Banque de Constantinople’’u kuran J.Alleon, Fransız Devrimi sırasında Türkiye`ye iltica eden bir Fransız soylusunun oğludur. Bankerlerin Fransız uyruğunu tercih etmesinin bir nedeni de o zaman dünya finans merkezinin Paris olmasıdır.

Üç Tarz-ı Siyaset...

Osmanlı iktidarı ise bu dönemde bir yandan kapitalizm ile tanışmakta ve hatta buna mücadele etmekte de diyebilirz, diğer yandan da yukarıda bahsettiğim bölgelerdeki isyanları bastırmak ve toprak kayıplarını engellemekle meşguldür. Kapitalizm’in zorlu yıllarını bir takım modernleşme denemeleri ile atlatmaya çabalarken, diğer yandan da toprak kaybı ve iç isyanları atlatmak için çeşitli ideolojik hamleler yapmaya girişir.

Tam da bu noktada Osmanlı bir strateji geliştirir. Bu strateji ‘’Üç Tarz-ı Siyaset’’ olarak ünlenen, Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük dür. Bu strateji de uygulama sırasıyla ve biri tutmayınca diğerine geçiş şeklinde uygulanarak devam eder.

Osmanlıcılık ve İslamcılık’tan istediğini elde edemeyen Osmanlı nın elinde en son olarak Türkçülük kalmıştır. Milliyetçiliğin Fransız devrimi vs. gibi bilinen ilişkisi bir kenara, İttihat ve Terakki Cemiyeti iktidarı Türkçülük esasına göre yapılanmaya çalışan modern Ulus-Devlet sıkıntılarını yaşayan bir dönem olur.

Kimi tarihçilere göre Ermeni soykırımında, sadece Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarmak değil, Türkçü eğilimlerin aşırı artmasının da mutlak etkileri vardır.

Hatırlamak Gerekirse...

Enver Paşa Turan hayalleri peşinde koşarken, tüm Osmanli toplumunu ilk büyük savaşa (1.Dünya Savaşı) yönlendirmenin yolu olarak İslam öğelerini kullandığını görüyoruz.

İslamcılıkla Türkçülüğün iç içe geçerek kullanıldığı o dönemlerde “Türk” olanlar ki bunlar o tarihlerde Anadolu’nun sadece bir kısmını ifade etmektedir ve henüz Türkleştirme faaliyetlerine muhatap olmadıkları için olsa gerek Türk olduklarını henüz tam olarak bilmemektedirler. Dolayısıyla bunları ikna  için de islam’ı kullanmak tabi ki en kolay yoldur. Enver Paşa da bunu başarı ile yapmıştır.

Aslına bakarsanız Mustafa Kemal de aynısını yapmıştır. İttihatçılığın zaten çoktan organize ettiği direniş güçlerinin başına geçip de Ankara merkezli iktidar kavgasına giriştiğinde, Mustafa Kemal’in propagandalarını “Türklük” üzerinden değil, genellikle ‘’İslam’’ üzerinden yürüttüğünü görüyoruz.

Örneğin Kürtlere özerklik sozü verdiği dönemde, o günlerin tabiri ile affınıza sığınarak yazıyorum, Ermeni “hain” lere karşı İslami bir birliktelikten söz etmiş ve “Türk” değil “Türkiye Milleti” demektedir.
Tabi şunu hemen hatırlatmakta fayda var, o donemlerdeki kullanımda “Millet”, bugünkü “Ulus”un karşılığı değil, daha çok bugün “Ümmet” dendiğinde ne anlaşılıyorsa ona denk düşmektedir. ‘’Ulus” un karşılığı ise “Kavim” dir.

Çarpıcı ve ilginç olduğunu düşündüğüm şu bilgiyi de vererek yazımın ikinci bölümünü de sonlandırayım,
Mustafa Kemal önderliğindeki hareket, içlerinden bazılarının İslam Konfederasyonunu savunduğu, hani genellikle “irticaci” denilen örgütlerden maddi destek de almaktadır.

Sanırım o günlerde bazı görüşler ‘’dereyi geçene kadar’’ hesabı  mübah kabul edilmektedir...

Diğer yazımda buluşmak üzere...

Hoş kalın...

06 Mart 2013
Twitter : @cngzkync