Bir önceki yazımda ‘’Habur’dan İmralı’ya’’ başlığı ile düşüncelerimi sizlerle paylaşmıştım...
Mektuplar
Kandil, Avrupa ve BDP ye ulaştıktan sonra bakalım ne cevaplar gelecek
sorusu ile de yazımı sonlandırmış sizler gibi beklemeye başlamıştık...
Bu
süre içinde bazı gelişmeler oldu, Kandil’e ve Avrupa’ya iletilmesi
gereken mektuplarla ilgili olarak BDP li bir grup milletvekili Irak
Kürdistan’ına gitti, bir diğer BDP milletvekili ise Öcalan tarafından
Avrupa’ya iletilmek üzerine kendilerine gönderilen mektubu teslim etmek
üzere Paris’e dogru yola koyuldu.
Bu
mektupların milletvekillerince elden götürüldüklerini sanmıyorum,
mektuplar elbette başka bir kurye tarafından iletilmek üzere yola
çıkarılmıştır. BDP lilerin gidişleri bu mektuplara ilgili tarafların
vereceği cevabi mektupların teslim alınması ve bu cevaplar öncesi
gerekli olabilecek istişarelerin yapılması maksatlıydı.
Aslında
fazlaca beklenmemesiyle birlikte yine de olağan bir gelişme ile karşı
karşıya kaldık. Bu gelişme Milliyet gazetesinde yayınlanan ve BDP li
heyet tarafından kaleme alındığı belli olan İmralı’da yapılan görüşmenin
notlarının yayınlanması idi.
Görüşme
notları iktidar kanadı ve bir çok yorumcu tarafından sabotaj ve
provokasyon olarak yorumlandı.
Başbakan danışmanlarından Yalçın Akdoğan
ise bir adım daha ileri giderek bu notların yok hükmünde oldugunu ifade
eden bir de yazı kaleme aldı.
Notların
medyada yer alması ile birlikte, notlarda ismi geçen kişi ve kurumlar
doğal olarak ya savunma ya da karşı saldırı pozisyonuna geçtiler. Öyle
ki notlarda ismi geçenlerden bazıları, Öcalan ve BDP liler arasındaki
sohbetten ibaret olan notları öylesine ciddiye almıştı ki, hali hazırda
mahkum olan Öcalan’ı dava etmeye karar verdiklerini duyurdular. Yine
notlarda adı geçen Gülen hareketi adına Fetullah Gülen’in avukatlarından
açıklamalar geldi.
Bunların
dışında elbette içerikte yer alan bazı sözleri Devlet- İktidar ve
Öcalan-PKK arasında netleşmiş bir antlaşma metni gibi gören CHP ve MHP
gibi zaten sürece ta baştan karşı duran siyasi partiler, tabiri caizse
derhal ağızlarını açıp gözlerini yumdular.
Böylesine hassas bir süreçte meydana gelen ‘’sızma-sızdırılma’’
sonrası tüm bu gelişmeler aslına bakarsanız son derece doğal. Bu
doğallık eminim sızdırma eğer kasıtlı yapıldı ise sızdıranlar tarafından
da gayet iyi biliniyordur.
Ancak bu ‘’sızma-sızdırılma’’
hadisesinin başka bir boyutu daha var ki, o da medyaya yansıyan ve bu
notların Altan Tan tarafından Milliyet gazetesi muhabirine verildiği
iddiaları. Altan Tan ben yazımı kaleme aldığım saatlerde henuz bir
açıklama yapmamıştı. Yapacağı olası bir açıklama elbette konuyu biraz
daha netleştirecektir. Dolayısıyla bu konuda net bir yorum yapmak şu an
için erken olur.
Yaşanan
son gelişmeler için benim söyleyeceğim, bu notların bir anlaşma metni
olmasa dahi sızmasının ya da sızdırılmasının doğru ve iyi olmadığıdır,
bu son gelişmenin barış adına her zamankinden kararlı bir şekilde
gidilen yolda adeta bir ‘’teker patlaması’’ olduğudur. Küçük bir kaza olduğudur.
Bu yol ‘’barış yolu’’...
Yani
hiç de öyle kolay gidilebilir bir yol değil, eh zaten barış yolları hep
engebeli virajlı ve sorunlu olmaz mı ? Bunu bilmiyor muyduk ? Bal gibi
de biliyorduk...
Benim endişem yok, İmralı adı verilen Öcalan ile yapılan görüşmeler, süreç ve sonuç olarak bir Oslo'ya dönüşmeyecektir,
Başlıkta sorduğum sorunun cevabı benim açımdan ‘’hayır’’...
Teker değişir o yola devam edilir....
Barıştan başka yolumuz yok ki...
Sabırlar ola ... Hayırlar ola...
Hoş kalın...
01 Mart 2013
Twitter : @cngzkync